spot_img
spot_img
Ana SayfaDepremDeprem sonrası yeniden inşa ve Anadolu'daki küresel fabrika - Burcu Arıkan ve...

Deprem sonrası yeniden inşa ve Anadolu’daki küresel fabrika – Burcu Arıkan ve M. Onur Koçer

6 Şubat’ta gerçekleşen iki büyük deprem sonrasında gündeme defalarca gelen “Devlet nerede?” sorusuna en net cevaplardan birisi 24 Şubat 2023 tarihli Resmi Gazete’de yayımlandı. Sermayenin devleti, depremle hayatları yerle bir olmuş halkı mülksüzleştirecek ve proleterleştirecek bir kararname[1] çıkardı. İnsanların elinde avcunda kalanı da en etkin şekilde yağmalamak için oldukça detaylı düşünülmüş bu kararname, mülk sahiplerinden kiracılara kadar herkesin yeniden inşa sürecine dahil olmasını, bilgi almasını ve itiraz hakkını net bir şekilde engelledi.

Bu sürecin bu kadar hızlı ilerlemesi, seçim öncesi durumu kurtarmakla doğrudan ilişkili; ama buna ek olarak, her ne kadar adı “yeniden inşa” olsa da, deprem öncesinden beri süregelen mekânsal organizasyona dair bir inşa planı olması da oldukça önemli. “Nasıl hızla planlayacaklar?” sorusuna cevap verirken deprem öncesinde bu coğrafyaya dair plan ve uygulamaları düşünmek gerekiyor. Bu noktada daha önce vurguladığımız Anadolu’daki küresel fabrika tespitini hatırlamak, bu depremi (hükümetin istediği şekilde) milat kabul eden tarihsiz bir algılama biçimine de çözüm olacaktır.[2]

Depremi milat olarak almamak ve depremin etkilediği illeri yekpare bir havza olarak düşünmek, açıklanan plan ve projeleri daha doğru kavramamıza vesile olabilir. Havzada toplam 2 Serbest Bölge, 43 OSB (Organize Sanayi Bölgesi) bulunuyor. 12 OSB projesinin, 2023 yılı içerisinde tamamlanması öngörülüyor. 241 bin çalışan sayısı ile, Türkiye’de istihdam edilen işçi sayısının en yüksek olduğu OSB de yine bu havzada: Gaziantep OSB. Hatay’da bulunan Hassa OSB, sahip olduğu rezerv alanın sağladığı genişleme olanağıyla, yakın zamanda Türkiye’nin en büyük OSB’lerinden biri olmaya aday görülüyor.

İskenderun Limanı, havza ile küresel ticaret ağları arasındaki en önemli bağlantılarından biri. Bölgenin limanla olan bağlantısını kolaylaştırmak için 2014’te duyurulan Dörtyol-Hassa Tünel Projesi, havzadaki sanayiciler tarafından yıllardır ısrarla gündem ediliyor. Bu tünel projesi duyurulduğundan bu yana sanayicilerin önemli gündemlerinden biri olsa da, henüz yapımına başlanmadı. Projenin hazır olduğunu dikkate alırsak, bu süreçte bu tünelin de yapımına başlanacağını tahmin etmek zor değil. Yapıldığı takdirde Gaziantep ve İskenderun Limanı arasındaki mesafeyi 210 km’den 110 km’ye düşürecek olan bu tünel ayrıca, demiryolu da içerecek biçimde planlanmış. Türkiye’nin en büyük lojistik merkezi olan ve Maraş’ta bulunan Türkoğlu Lojistik Merkezi, bir demiryolu bağlantısı ile İskenderun Limanı’na bağlı. Blok konteyner trenleri lojistik merkezi ile liman arasında düzenli sefer gerçekleştiriyor.

Depremden aylar önce yapılmış olan petrol arama başvuruları ise depremden 10 gün sonra Resmi Gazete’de onaylandı. Yapılan ve onaylanan petrol arama başvurularının neredeyse tamamı, depremin etkilediği havza içerisinde. Sermaye ve devlet, sıkı bir iş birliğiyle mekân organizasyonunu gerçekleştiriyor. Yaşanan bir felaket ise, öncelikle bu organizasyona katkısının ne olabileceği açısından düşünülüyor, ona göre bir pozisyon alınıyor. Burada devletin ne aciz ne de beceriksiz olduğu apaçıktır. Tüm süreç devlet-sermaye iş birliğiyle saat gibi işletilmiştir. Dayanışma zaten halk arasında örgütlendiği için devletin buna mesai ayırmasına gerek kalmamış, onlar mesailerini kendi ihtiyaçlarını düşünmeye ayırmışlardır.

“Artık ‘çevre’ yok, çünkü artık kapitalizmin bir ‘kıyısı/kenarı’ yok. Bunun gerçekten altını çizmek gerek. Çünkü bu değişim, kapitalizmin ayakta kalmasının ancak kendisini çevreleyen ya da kapitalist olmayan bölgelere nüfuz edip oraları yağmalayarak mümkün olduğunu söyleyen kriz teorilerinin tüm yapısını oldukça kararlı bir biçimde parçalıyor.”[3]

Kentlerin mekânsal organizasyonu her daim sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden şekillenir. Dolayısıyla merkezler ve çeperler değişir, dönüşür. Bu dünya üzerinde yaşadığımız alanlar bu doğrultuda tayin edilir. Örneğin; tren hatlarının lojistik hat olarak ana unsur olduğu dönemlerde merkez olan birçok yerleşim yeri, karayollarının daha temel lojistik hatlar olması ile birlikte düşmüş, adeta terk edilmiş yerlere dönüşür. Bir zamanlar üretimin merkezi olan İzmir-Alsancak birden fabrika turizminin merkezi olur, bu yapılar senelerce boş durur, çürür. Bu esnada başka alanlar kurulur, işçiler bu alanlara taşınır, ulaşım buna göre şekillenir. Kapitalist kentleşme dinamiktir; yerleşik gibi görünürken adeta göçebedir ama göçü biz belirlemeyiz. Bize yerimizden edilmek, sürülmek, oradan oraya gönderilmek düşer.

Özellikle son 10 yılda OSB’lerin, enerji havzalarının, maden ocaklarının nüfuz etmediği bir il, hatta ilçe kalmamıştır. Bütün bunlar “acele kamulaştırma” denilen araçla mümkün olmuştur ve devlet bu aracı da bu süreçte güçlendirmiştir. Savaş, afet durumlarında uygulanması beklenen bu hukuki kavram, Anadolu’nun bu küresel fabrikaya dönüşmesinin aracı haline gelmiştir. Mülksüzleştirme ve işçileştirme sürecinin bu aracı, başkanlık rejimi ile çok daha hızlı uygulanır hale gelmiş ve Resmi Gazete’de art arda ilanlar çıkmıştır. Belki de yeni çıkan kararname ile birlikte yasallaşan, deprem bölgesinde acele kamulaştırma faaliyeti, Resmi Gazete’den takip edemeyeceğimiz başka bir aşamaya çoktan evrilmiştir.

Depremin gerçekleştiği coğrafya da dahil olmak üzere, kentleşmenin son dönem eğilimi (özellikle organize sanayi bölgeleri, şehir hastaneleri, üniversiteler, yeni imara açılan alanlar üzerinden takip edebileceğimiz üzere) merkezlerden yayılan ve pek çok yeni yerleşim alanı oluşturan bir çeperleşmedir. Depremde yıkılmadığı üzerinden propagandası yapılan TOKİ’ler gibi dağ başında yapılmış pek çok konut alanı var. Bunlar bu çeperleşmenin adımlarıdır. Anadolu’daki proleterleşme süreçlerine dair yaptığımız pek çok tespitte OSB’lerin, enerji havzalarının, madenlerin ve bunlar etrafında şekillenen hizmet sektörünün neredeyse bütün il ve ilçelere nüfuz ettiğini ifade ediyoruz.[4] Ardı arkası kesilmeyen acele kamulaştırmalar ile pek çok ormanlık alan maden sahasına dönüştürülüyor; köylülerin tarlaları enerji havzalarına, OSB’lere peşkeş çekiliyor.

Çok yakın zamanda kendi geçimini kendi toprağından sağlayan Amasya, Taşova’nın Çambükü köyünde verimli tarlaların OSB inşaatı için feda edilmek istendiği ve köylülerin geçim kaynaklarını, hayatlarını korumak için direnerek kazandıklarını hatırlayalım.[5] İçinde bulunduğumuz bu afet gündeminde dahi Zenit Madencilik, (Örencik köylüsünün kazandığı yürütmeyi durdurma kararına rağmen) yasa tanımadan inşaat araçlarını köye sokuyor ve bir yanda hayatları başına yıkılmış insanlar seslerini duyurmaya çalışırken bir yanda depremden etkilenmemiş Örencik köylüsü sermayenin iş makinelerine karşı hayatta kalmaya çalışıyor.[6]

Bunların hiçbiri münferit değil; hepsi sermayenin yaşamlarımızı dört bir koldan kuşatmış olmasıyla ilgili. Ve depremin yarattığı yıkım da yıkımdan sonraki yeniden inşa da Anadolu’nun proleterleşme süreci ile birebir bağlantılı. Biliyoruz ki kapitalist kentleşme, kendisini hiç durmadan yeniden üretmek ve genişletmek için daima yeni alanları imara açmak zorunda. Mera ve orman alanlarının rezerv alan ilan edilerek yapılaşmaya açılacak olmasının asıl sebebi de faydan uzaklaşmak değil, çevresinde yeni yerleşimler oluşturacak konutlar inşa etmek. Kararname, belirlenen yerlerde inşaatlar tamamlandıktan sonra yapılacak olan “master” planları da boşuna ima etmiyor.

Depremle birlikte ortaya çıkan sağlam zemin ve insanları dağ başlarına taşıma siyaseti de tam olarak bu eğilimin devamı niteliğindedir. Zemin etüdü dışında her şeyi iptal eden kararname, insanların deprem korkusunu zeminin sağlamlığına bağlayarak bir manipülasyon yapmak ve buradan rıza inşa etmek niyetindedir. Oysa zemin yapısı depreme uygun yerleşimler merkezde de bulunabilir ya da yeterli yatırım ile zemini iyileştirmek mümkündür. Mevcut zemine uygun temel ve taşıyıcı sistem tasarlanabilir. Ama zaten bizi çeperlerde tahayyül ettikleri, uydu kent gibi oluşumlara sıkıştırma planı ile ilerleyenlerin böyle bir derdi yok. Yapılması gereken düzgün geçici barınma koşullarının sağlanması ve insanların yerinden yurdundan edilmesine sebep olmadan yıkılan yerleşimlerin yeniden kurulması iken “yeniden inşa” planının hızla devreye sokulması işte tüm bu sürekliliğin bir parçası.

Bakan Kurum yeni yapılaşmaya dair yaptığı açıklamalarda “Deniz üstüne dolguyla inşaat yapılamaz,” diye bir kaide yok diyor ve o zemine göre gerekli tedbirleri almak, zemin iyileştirmesi yapmak, sıvılaşmaya ilişkin tedbir almak zorunda olunduğunu ekliyor.[7] Yani zemin kötü diye inşaat yapmamanın çözüm olmadığını, zemin iyileştirmesi ve zemine uygun inşaat yapmanın esas olduğunu söylüyor. Fakat kalıcı konut inşaatlarına dair yapılan açıklamalarda zemin iyileştirmeleri, zemine uygun temel ve taşıyıcı sistem değil; faydan uzaklaşma, şehirlerin çeperlerinde, dağlık bölgelerde yer gösterme eğilimleri görüyoruz.

Antakya için açıklanan Gülderen ve Dikmece mahallelerinin ikisi de merkeze 10 km’den uzak. İşaret edilen bu iki alan da şehrin kuzeye doğru büyüme eğilimi gösteren kısmında yer alıyor. Ülke genelinde şehir hastaneleri, yeni yapılan üniversiteler ve konut alanları ile daha önce bahsettiğimiz genişleme eğilimini açıkça görüyoruz. Yine Bakan, “yeniden inşa” dedikleri sürece dair açıklamasında dünya literatüründe faya yaklaşma limitinin 15 metre olduğunu ama kendilerinin 500 metreden çok yaklaşmayacaklarını ifade ediyor. “Dolayısıyla ne kadar uzak yaparsanız, o salınımın etkisi de o kadar azalmış olur,” diye bitiriyor sözlerini. Sanıyoruz ki bilimsel bir görüş olan 15 metre sınırından, “ne kadar uzak olursa o kadar iyi olur” görüşüne geçiş yapılmasının arkasında, depremden önce de kafalarında var olan kente dair bir akıl yürütme yatıyor. Aslında Bakan, “faydan ne kadar uzak olursa o kadar iyi” derken işçi sınıfını ittirmek ve itelemek istediği konumu ifade ediyor. Bir yandan Malatya Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Oğuzhan Ata Sadıkoğlu konteyner kentler ile OSB’lerin komşu olmasını istiyor, sanayiyi ancak böyle ayağa kaldırırız diyor:

 ‘İşçilerimizi ayakta tutmak için konteyner ihtiyacımız var. İşçilerin burada konaklaması için gerekiyor. İlimiz harabeye döndü, bari işçilerimizi tutalım. Bizim bunun için yerimiz var, sadece konteyner ihtiyacımız bulunuyor. Diğer OSB’lerden konteyner talep edeceğiz.

OHAL ilan edilen bölgede olsak da çalışmak durumundayız. Çalışabilecek durumda olanların fabrikalara çalışması hem moralleri yükseltecek hem de hayatın normalleşmesini sağlayacak. Ayakta kalmamız için, yıkılan şehirlere yardımcı olmak için hepimiz çalışmak durumundayız. Kendi yaramızı kendimiz saracağız. Sanayimizi tekrar ayağa kaldıracağız inşallah. Sanayi dışardan gelen yardımlarla değil çalışanlarla ayağa kalkar.’[8]

Şu anda depremzedeler yaşadıkları merkezlerde, köylerde çadır, konteyner bekliyor ancak sermaye devlete depremzedelerin OSB’lerin çevresinde kurulacak konteyner kentlerde konaklaması gerekiyor diye açıktan çağrı yapıyor. Yakın zamanda Gebze’de işçilerle gerçekleştirdiğimiz bir buluşmada kent üzerine sohbet ettiğimizde, işçiler burası bir kent değil demişti.[9] Bu işçi havzasında hayatı, karanlık sabahlar, erken biten akşamlar ile depolar, servisler ve ev arasında bir akış olarak tanımlıyorlar. Bu türden bir genişletilmiş çalışma kampı hayatının çeşitli biçimleri var. Örneğin; maden ocaklarında çalışan işçilerin pek çoğu başka illerden getiriliyor ki yerel ilişkileri, bağları olmasın. Konteynırlarda kalıcı bir hayat pek çok insan için düşünmesi zor bir şey belki; ama inşaat işçileri, atık kâğıt işçileri, tarım işçileri hayatlarının büyük kısmını böyle koşullarda barınmaya çalışarak geçiriyor.

Dolayısıyla işçi sınıfının, deprem kararnamesi ile sermaye ve devletin kendisine reva göreceği şeyler konusunda hazırlanmak için oldukça fazla deneyimi var. Deprem bölgesinin proleterleşme sürecini 6 Şubat’ı milat almadan okumak, “yeniden inşa” denilen sürecin nasıl ilerleyebileceğine dair öngörüler geliştirmek açısından hayati önem taşıyor. Mesela bugün Resmi Gazete’de yayınlanan petrol arama izinlerinin önemli bir kısmı bu bölgede yer alıyor; ama bunların başvuruları aylar önce yapılmış. Sermayenin mekânsal örgütlenmesi burada bir milattan ziyade, akışını hızlandıracak bir eşiğe, fırsata kavuşmuş oluyor.

Merkezler zaten yıkılmışken, işçileri ve bu yıkımla mülksüzleşecek, işçileşecek binlerce insanı çeperlere itmek ve merkezleri başka biçimlerde ranta açmaktan kolay ne olabilir? Deprem sonrasına dair uzun vadeli bir siyaset yürütme gayesinde isek, önümüzdeki mekânsal organizasyonun örgütlenme biçimlerimiz ve mekanlarımıza dair işaretlerini yakından takip etmeliyiz. Bu yüzden Anadolu’daki küresel fabrikayı beraber örgütlemek zorundayız ve bu şimdi, öncesinde olduğundan daha acil bir ihtiyaç.

Edit: İrem Az


[1] Olağanüstü Hal Kapsamında Yerleşme ve Yapılaşmaya İlişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (Kararname Numarası: 126). 24 Şubat 2023. https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2023/02/20230224-9.pdf. 26 Şubat 2023 tarihinde erişilmiştir.

[2] “Anadolu’daki küresel fabrikayı birlikte örgütleyelim.” 2021. umutsen.org, 30 Aralik. URL: https://umutsen.org/index.php/anadoludaki-kuresel-fabrikayi-birlikte-orgutleyelim/.

[3] Çetin, Ahmet ve Emre Yeksan. “Küresel Hinterlandın Hayaletleri: Phil Neel ile Söyleşi.” 2021. e-komite.org, 17 Eylül. URL:  https://e-komite.com/2021/kuresel-hinterlandin-hayaletleri-phil-neel-ile-soylesi/.

[4] “Anadolu’dan Sınıf Manzaraları.” Başaran Aksu ve Hüseyin Şahin’in söyleşisi. 24 Mart 2021. URL: https://www.facebook.com/watch/live/?ref=watch_permalink&v=431574777937376.

[5] Celep, Betül. 2023. “Amasya Taşova Çambükü kimin?” umutsen.org, 21 Ocak. URL: https://umutsen.org/index.php/amasya-tasova-cambuku-koyu-kimin-betul-celep/.

[6] Mustafa Akcakaya, Twitter, 25 Şubat 2023. URL:  https://twitter.com/mustafaakckya/status/1629461051426177025?s=20.

[7] “Bakan Kurum: Kentsel dönüşüm milli Güvenlik meselesidir.” 2023. Sözcü, 23 Şubat. URL: www.sozcu.com.tr/2023/gundem/erdogan-talimat-verdi-murat-kurum-acikladi-7601102/.

[8] https://www.ensonhaber.com/ekonomi/deprem-bolgesindeki-konteyner-kentlerin-osblere-komsu-olmasi-talebi

[9] Bal, Can, Damla K. ve Deniz Gül. 2023. “Sermayenin Mekânsal Sınırları: Merkez ve Çepere Gebze’den Bakmak.” umutsen.org, 14 Ocak. URL:

https://umutsen.org/index.php/sermayenin-mekansal-sinirlari-merkez-ve-cepere-gebzeden-bakmak/.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler