spot_img
spot_img
Ana SayfaÇeviriÇeviri | Yeni bir küresel işçi hareketi oluşturmak – Socialist Project

Çeviri | Yeni bir küresel işçi hareketi oluşturmak – Socialist Project

Immanuel Ness, akademik çalışmalarında işçi direnişleri, toplumsal hareketler, prekarizasyon, sendikacılık ve göç konularına odaklanıyor. Yazarın bu yıl yayımlanan İsyanı Örgütlemek: Küresel Güney’deki İşçi Hareketleri (Organizing Insurgency: Workers’ Movements in the Global South, 2021) kitabının giriş bölümü, kitabın temel argümanlarını özlü biçimde aktarıyor. Güncel ve popüler akademik yorumların aksine işçilerin eylemliliğine ve protestoların yoğunluğuna odaklanan Ness, emeğin tarihini ve politik ekonomisini anlamaya yönelik önemli bir katkı sunuyor. İşçi hareketleri, henüz küresel düzeyde örgütlenmemiş olsa da 1990’lardan bu yana çarpıcı biçimde genişlemiş olan endüstriyel emekle beraber çoğalıyor. Toplumsal ve politik işçi sınıfı örgütlenmesinin yetersizliğinin hem kırsal hem de kentsel alanlardaki protestolar için belirleyici olduğunu hatırlatan Ness’in “Yeni bir küresel işçi hareketi oluşturmak” başlıklı makalesini Umut-Sen Çeviri Kolektifi çevirdi.

İsyanı Örgütlemek (Organizing Insurgency, 2021) kitabı, günümüz emperyalizminin, küresel ekonominin temel sektörleri tarım, maden ve sanayide çalışan Güneyli işçilere yönelik sömürünün genişlemesiyle ayırt edildiğini savunuyor. Gerçekten de endüstriyel üretim 7,7 milyarlık dünya nüfusunun %83’ünün ikamet ettiği Küresel Güney’e kayarken, protesto olayları da sayıca büyük bir artış gösteriyor. Söz konusu işçiler gelişmiş ülkelerdeki sanayi işçilerine göre çok daha meşakkatli ve tehlikeli çalışma koşullarına maruz bırakılıyor. 

İşçiler son yıllarda siyasi güç kazanmak üzere kitlesel protestolara her zamankinden daha fazla dahil oldular. Çeşitli bağlamlarda gerçekleşen kitlesel eylemler Güney’in her tarafında 2010’lar boyunca hız kesmeden devam etti. Mücadeleler, “gelişmiş” ekonomilerde mal ve hizmetlerin üretimi ve dağıtımı için gerekli olan küresel değer zincirlerini doğrudan altüst eden irili ufaklı fabrikalarda yaşanıyor. 

İkinci olarak, Güney’in kırsal ve kentsel kayıtdışı sektörlerindeki işçilerin küresel meta zincirlerine sıkı sıkıya entegre olduklarını ve emeklerinin dünya genelindeki kâr oranlarının korunmasının temel bileşeni olduğunu iddia ediyorum. Kâr, kırsal bölgelerdeki işçilerin yanı sıra geçimlerini sağlamak için kırsal alanlardan kentsel alanlara göçüp dönenler üzerinden elde ediliyor. Büyük ekonomik merkezlerin etrafındaki kayıtdışı işçiler, emek ile sermaye arasındaki ekonomik çekişmenin başlıca unsurlarını oluşturuyorlar. Tarıma elverişli araziler Küresel Kuzey ve Güney’in çeşitli bölgelerinde yer alırken, kahve, kakao ve tropikal gıda maddeleri gibi temel tarımsal ürünlerin üretimi sömürgeci azgelişmişlikten ötürü ücretlerin düşük olduğu ve bunun sonucu olarak emek arz fazlasının olduğu bölgelerde gerçekleşiyor. 

Tarım işçilerinin sayısının artması

Kentleşme, gezegen düzeyinde tarım işçilerinin toplam nüfusunu azaltmadı. Bulgular, aslında kırsal emeğin 21. yüzyılın ilk yirmi yılında genişlemiş olduğunu gösteriyor. Gerçekten de tarımsal nüfus geçtiğimiz yüzyıl boyunca ve hatta son 50 yıl süresince dahi büyümeye devam etti. Kırsal bölgelerdeki nüfus artışı, Birleşmiş Milletler tarafından küresel olarak kaçınılmaz kentsel büyümeye odaklı bir şekilde üretilmiş baskın anlatıya meydan okuyor. Kentsel büyüme gerçekten genişlerken kırsal nüfus artışı hızı da büyüyor. Bununla birlikte, geçtiğimiz yüzyıldaki kitlesel kentleşme özellikle Güney’deki büyük kent merkezlerindeki nüfusu artırdı. Güney’in büyük şehirlerindeki nüfusun büyük çoğunluğu elektrik, musluk suyu, sanitasyon ve diğer belli başlı hizmetlere erişim gibi temel ihtiyaçlardan yoksun, umutsuz bir yoksulluk içinde yaşıyor.

Üçüncü olarak, İsyanı Örgütlemek ilerleme ve büyüme için gerekli olan güçlü bir işçi sınıfı örgütlenmesinin önemini anlatıyor: Siyasi ve ekonomik temsil, Güney’deki yaşam kalitesini iyileştirmek ve emeğin gücünü inşa etmek için hayati önem taşıyor. Güney ülkeleri, işçi huzursuzluğu ve popüler toplumsal hareketlerin çağdaş neoliberal kapitalizmde aynı anda her yerde olduğunu gösteriyor. Protestoların boyutu ve yoğunluğu, 1990’lardan bu yana çarpıcı biçimde genişlemiş olan endüstriyel emekle beraber genişliyor. Ancak işçiler kitlesel seferberliğe girişmesine rağmen, protestoların birbiriyle bağlantısız doğası başarılı grevlerin sosyalizmin, dayanışmanın ve eşitliğin temeli olmak üzere birleşmesini sağlamıyor. 

Küresel işçi sınıfının yükselişini beklerken

Dünya işçi sınıfının durumuna ilişkin güncel ve popüler akademik yorumların çoğu, emek sömürüsüne ve düşük ücretlere karşı direniş ve protestonun yokluğuna kafa yoruyor. Buna karşılık, ben işçilerin birtakım kentsel ve kırsal bölgelerde protesto eylemlerine angaje olduklarını iddia ediyorum. Araştırmacılar (Munck, 2018 ve Silver, 2003) işçi protestolarının ani artışının gerçekleşeceği ânı bekliyorlar. İşçilerin kitle hareketleri oluşturması gerekliliğine dair görüşlerin aksine neoliberalizmin son 50 yılı boyunca dünyadaki işçi sınıfı çarpıcı bir şekilde büyüdükçe emek protestoları da yaygınlaştı. 

Peki, işçiler hareket halindeyse eksik olan nedir? Toplumsal ve politik işçi sınıfı örgütlenmesinin yetersizliğinin hem kırsal ve hem de kentsel alanlardaki protestolar için belirleyici olduğunu düşünüyorum. Bu argüman yeni değil fakat çağdaş emek hareketleriyle ilgili literatürde genelde gözden kaçırılıyor. Mevcut sendikalar ve sol partiler gerilerken, çoğu biliminsanı ezici bir çoğunlukla yeni oluşumlara odaklandı. Bu, kısmen geçmişte ve günümüzde solda konumlanan birçok kişiyi hayal kırıklığına uğratmış sosyalist işçi sınıfı örgütlerine karşı duyulan hoşnutsuzluğun bir sonucu. Akademi, (Hardt ve Negri’nin işçi kontrolünün yeni biçimlerini tanımlamayı denedikleri Çokluk ve Meclis kitaplarıyla bağlantılı olarak) “çokluğun meclisi” aracılığıyla bir şekilde halk iktidarını somutlaştıran, aşkın özerk halk etkinliğinin yeni bir biçiminden hasıl olduğu söylenen amorf ve bulanık işçi sınıfı örgütlenmesinin yeni biçimlerini tanımlamaya çalışmıştır. 

İşçiler sömürücü ve baskıcı koşullara karşı direniyorsa, neden o zaman kendi koşullarında somut ve süreğen bir iyileşme olmuyor? Kitlesel toplumsal dönüşümün her bir örneğinde disiplinli sosyalist örgütler, siyasi protestonun bütüncül bir topluluğa ve harekete dönüşmesinin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Dolayısıyla işçilerin siyasi gücünü desteklerken, popüler mücadeleler üzerine çalışan teorisyenlerin sunduğu geniş literatürü dikkate almak gerekir. Ancak anti-sosyalist söz dağarcığı günümüzde benimsenen kavrayışın önde gelen formu olduğundan, mevcut sosyalizm veya komünizm analizleri genelde büyük başarılardan ziyade başarısızlıklara odaklanır. Bunun sonucunda ortaya çıkan ideolojik hayal kırıklığı da işçi sınıfının iktidara ulaşmasına engel olur. 

2020’lere girdiğimizde, gitgide daha fazla sayıda insan işgücü piyasasına girmeye zorlandıkça, emeğin ve işin doğası geri döndürülemez biçimde değişti. Küresel ölçekte maaşlar, çalışma koşullarının uygunluğu ve işçi sınıfı örgütlenmesi dramatik bir şekilde düşüşe geçti. Küresel Kuzey’in zengin ülkelerinde, sermayenin dış kaynak kullanımı ve imalatın kapatılması daha fazla işçiyi hizmet sektörüne ve ticarete itti. Küresel Güney’de ise yabancı yatırım ve dış kaynak kullanımı, öncelikli olarak Kuzey’e mal ve doğal kaynak sağlayan imalat sanayilerinde istihdam edilen işçilerin oranını arttırdı.

Politik ve ekonomik organizasyonun önemi

Neoliberalleşmiş kapitalizm, küresel işçi sınıfının örgütsel statüsünün hızla düştüğünün görüldüğü 1970’lerden bu yana geçen elli yıl boyunca, dünya genelinde hâkimiyeti ele geçirdi. Sol partilerin piyasa temelli politikalara, finansallaşmaya ve özelleştirmeye uyum sağlaması, üst sınıflara genel bir servet transferiyle sonuçlandı, artan yoksulluğa ve eşitsizliğe kamusal çözümler bulma fırsatları önemli ölçüde azaldı. Liberal ve sosyal demokrat partiler seçim desteğiyle hareket etseler bile, finans kapitalin ezici gücüden dolayı isteksizler ve rotayı değiştiremiyorlar. Küresel Kuzey’de neoliberal politikalar daha fazla eşitsizlik yarattı, fakat işçilerin tüketim oranları arttığından, çoğu işçi için yaşam standardını önemli ölçüde düşürmedi. 

Aşırı yoksulluğun sistemik olduğu Küresel Güney’de ise politik partiler ve hükümetler Küresel Kuzey’deki sermayenin ve finansın egemenliğine meydan okumaktan aciz. Birleşmiş Milletler’in (2019) verileri, 2000’den bu yana mutlak yoksulluk içinde yaşayan insan sayısının önemli ölçüde arttığını gösteriyor. Hiç şüphesiz Batı sermayesi sanayiyi kamulaştırarak ya da ulusal pazarları ve yatırımları düzenleyerek serveti yoksullara yeniden dağıtmak isteyen ülkeleri bunlardan alıkoyabilir, yaptırım uygulayabilir veya tecrit edebilir. 

Küresel eşitsizlik ve yoksulluk bugün en yüksek seviyelere ulaşırken, İsyanı Örgütlemek kıtalar ve bölgeler arasındaki emeğin tarihini, teorisini ve politik ekonomisini anlamaya yönelik oldukça erişilebilir düzeyde bir katkı sağlamak üzere Küresel Güney’deki emeğin karşılaştırmalı bir incelemesini sunuyor. 1980’lerden bu yana metropol ve yerleşimci-sömürge ülkelerde işçi sınıfının ulusal gelirlerdeki payları sermayeninkine nazaran azalmasına rağmen uluslararası değer aktarımı, durumun önemli bir proleterleşmeyle sonuçlanmamasını sağladı. 

Güney’deki sınıf mücadelelerini inceleyen çok sayıda çalışmadaki analizlere dayanarak, İsyanı Örgütlemek kapitalist dünya sisteminde kayıtdışı emeğin genişlemesi, çoğalması ve bunların küresel sınıf yapısının dinamikleri üzerindeki etkilerini inceliyor. Kitap, şu unsurların önemini tanımlıyor ve izah ediyor: (1) uluslararası iş bölümü, (2) ulusal ve bölgesel işgücü arzı ile istihdam ve işsizlik (yedek iş gücü ordusu), (3) küresel sistemdeki göçmen emeğin önemi ve büyüklüğü. Üç vaka çalışması da (Hindistan, Filipinler ve Güney Afrika) Küresel Güney’de, çünkü emperyalist sistemdeki sermaye birikiminin zayıf halkalarını oluşturuyorlar: Bunlar, değere el konulması en üst düzeyde olduğundan kapitalist birikimin de en savunmasız olduğu devletlerdir. Nihayetinde, bu devletlerin her birindeki kapitalist altyapı, toplumsal dönüşüme karşı en az güvenli ve en savunmasız olanıdır. 

 1Küresel Güney, metropolitan Avrupa dışındaki azgelişmiş ülkeleri, Avrupalı çoğunluğuna sahip yerleşimci ülkeleri ve Latin Amerika, Asya ve Okyanusya’daki göreli olarak yüksek GSYİH’ye sahip diğer gelişmiş ülkeleri ifade eden genel bir terimdir. Bu ülkeler toplamına Üçüncü Dünya ve Güney ülkeleri de denilmektedir. Küresel Güney, OECD (Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü) bölgesi dışındaki, 6,4 milyar nüfuslu, kişi başına düşük GSYİH ve yüksek eşitsizlik düzeylerinin hakim olduğu yoksul ülkeleri açıklamaktadır (veriler 2020 istatistiklerine dayanmaktadır). 

Çeviri: Enes Köse ve İzel Büyük
Edit: Cüneyt Bender

*Orijinal Metin: “Forging a new global workers’ movement

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler