spot_img
spot_img
Ana SayfaYazıBedensel engelli işçiler ve sorunları - Mahmut Yılmaz

Bedensel engelli işçiler ve sorunları – Mahmut Yılmaz

Ordu Ünye’de, AKP’lilerin isteği doğrultusunda Sedat Peker tarafından tehdit edilen gazeteci Cihan Çakır ile ilgili yapılan ilk haberlerden birisinin başlığı, “Peker’in tehdit ettiği gazeteci bu!”ydu. “Bu!” ile özellikle altı çizilen Çakır’ın bedensel engelli oluşu ve mafyaya güya ahlak dersi verircesine “bir engelliyi tehdit etmiş” imasıydı. Engelli olmayı kişisel bir trajedi, acıma duygusu uyandırması gereken ve bireyin aşması lazım bir sorun olarak gören zihniyet tam da bu başlıkta kristalleşmiştir. AKP’li belediye başkanının cemaat ve Soylu ile ilişkileri yerine Çakır’ın fotoğrafına bakmaya yönelten haber dili engelli işçi ve çalışanlara dair sorunları konuşmaya da umarım vesile olur.

Kısa değiniler…

Geçerken vurgulamakta fayda var: Ülkemizde engellilerin başarı hikayeleri “engelsizlere” motivasyon malzemesi olarak kişisel gelişimci andavallar tarafından sıklıkla kullanılmaktadır. Özellikle siyasal İslamcı periyotta okullarda “şükür ve sebat” vurgusuyla sıklıkla karşımıza çıkmaktadır.

Osmanlı’dan günümüze engellilik sadaka kültürünün övülmesi vesilesi ve hatta özellikle “dilencilik” ve sadaka ilişkisi çerçevesinde yaygın bir kadercilik ile örülmüştür. Kaçak saraydan yapılan açıklamalarda Osmanlı medeniyetinin güzelliği olarak “sadaka taşları” gösterilmiştir. AKP Türkiye’sinde bedensel ya da zihinsel yetersizliği olanlar sosyal hayatın dışına, eve itilmek üzere bir aynı kültür yeniden üretilmektedir. Buna da “sosyal yardım” denilmektedir. Bu yardımlar Aile ve Sosyal Politikalar Yardımlarıİl İcraatları başlığında bir parti etkinliği olarak sunulmaktadır.

Tarihsel süreç içinde sakat, özürlü, engelli, bedensel yetersizliği olan birey, güçsüzlüğü olan birey vb tanımlar dinamik biçimde sosyal bilimler literatüründe ve sosyal hayatta değişim göstermektedir. Bedensel engelliliğin tanımının dinamik olduğu ve temel olarak sermaye birikiminin ihtiyaçlarıyla bağlantılı olduğu da açıktır. Sosyal devlet uygulamalarıyla toplumsal hayatta görünür hale gelen sorun ve ihtiyaçlar, sosyal devlet sermaye lehine yok edilip işçi sınıfının tarihsel kazanımları gasp edildiğinde ya da sosyal devlet “kriz”e girdiğinde, hükümetler “engellilik” tanımını daraltmaya ve hak düzeylerini düşürmeye çalıştılar. Engellileri depolayan, ancak bağımsız yaşamalarını sağlayacak yeterli kaynak ve hizmet tahsis edilmeden, kurumlar da yaygın olarak işlevsiz hale getirilmiş, çalışma yaşamından eğitime, gündelik hayattan siyasal alana görünür sosyal bir mesele olmaktan çıkarılmıştır. Türkiye’de sosyal yardım denilen siyasal müdahalelerle, birçok Batı ülkesinde ise devletin belirli yardım türlerinden çekilmesi, devletin engellilerin hayatlarına müdahalesinde herhangi bir kopukluk yaratmamıştır. Devletin müdahaleci rolü devam etmektedir, ancak neoliberal verimlilik adına engellilere yönelik hizmetler ve gelir destek programları da dâhil olmak üzere sosyal harcamaların acımasızca kesilmesine odaklanılmıştır.

Hâlihazırda ana akım işgücünde yer almayan bedensel engelli bireyler engellilik ödeneği vb. sistemler ile kapitalist sınıfın standart dışı işçileri işe almaktan veya tutmaktan kaçınabileceği ve onları destekleme maliyetini yoksulluğun hüküm sürdüğü hükümet programlarına “ahlaki olarakkaydırabileceği, böylece yoksulluklarını sürdürebileceği toplumsal olarak meşrulaştırılmış bir araç olarak hizmet etmektedir. Bununla birlikte, “engelli” olarak kategorize edilmek ve sosyal yardım ödeneğiyle hayatta kalmak için mücadele ederken birçoğunun karşılaştığı yoksullaşma, başka bir sınıf işlevine hizmet eder: İşçiler arasında yaralanma, iş kazası geçirme ve AKP yayınlarında bazen yer alan ifadeyle “sakat kalma konusunda çok gerçekçi bir korku yaratır. Türk çalışma ilişkileri, sermayedarlara kâr elde etmek için “sağlam”bir iş gücü sağlayan bir sosyal kontrol mekanizmasıdır. İşçilere işsizlik, hastalık, iş kazası ve yaşlılık vb. durumlarda onları yeterince koruyan bir sosyal güvenlik ağı var olduğundavar olanlar da işsizlik fonu, kıdem tazminatında olduğu her gün gaspa uğramakta ve sermayeye kaynak olarak kullanılmaktadır- işçiler ücret, istihdam koşullarını müzakere etmek için daha güçlü bir konumda olurlar. Sermaye, güçlü ve işçilerin tarihsel kazanımlarını ve güncel haklarını koruyan bir sosyal güvenlik sistemi olduğunda zayıflayacak olan bir yoksunluk korkusuyla işçi sınıfı üzerindeki denetimini yasal ve fiili olarak artırmaktadır.

Standart işçi bedeni

Kapitalizm tarihsel olarak işçi sınıfının yanında bir işçi bedeni de yaratmıştır. Bu beden standart işçinin bedenine uymayanların -engellilerin- emek gücünü fiilen ortadan kaldırmış ya da dışlamıştır. Engellilerin istihdamı “hayır hasenat” işleri olarak görülmüştür. Kapitalizm çağına özgü faşist rejimlerde ise aşağılanma, yok edilme, öjenik uygulamalar ile karşılaşılmıştır. Sadece faşist diktatörlüklerde değil, “demokrasi-özgürlükler ülkesi” Amerika’da 1938’de otuz üç Amerikan eyaleti kısırlaştırma yasalarına sahipti ve 1921 ile 1964 arasında 63.000’den fazla engelli, engelli çocukların doğumlarını önlemek ve sosyal maliyetleri düşürmek için sözde bilimsel bir çabayla zorla yasalara dayanarak kısırlaştırıldı. Yasalarca düzenlenmiş olsun ya da olmasın, yirminci yüzyılın ilk yarısında İngiltere, Danimarka, İsviçre, İsveç ve Kanada dâhil olmak üzere birçok ülkede engellilerin kısırlaştırılması yaygındı.

Ünlü Fransız psikolog Alfred Binet’in günümüzde revizyonlarla hala kullanılan zekâ testi dahi bu uygulamaların bir parçasıdır. Psikoloji disiplini bu konuda hiç masum değildir. Özellikle endüstriyel psikoloji, örgütsel psikoloji vb. çalışma alanları fordizmin ve her dönem sermaye birikim ve çalışma rejimlerinin payandası olmuştur. Öyle ki ekonomik modeller, sermaye birikim süreçleri ile psikoterapi yaklaşımları arasında da paralellikler bulmak mümkündür. Askeri diktatörlük dönemi çalışma ilişki ve rejimlerini siyasal müdahale biçimlerini görmezden gelerek meşrulaştırmaya ve yaygınlaştırmaya aracı olmuştur. Bunlar başka tartışma konusu. Şirketlere paket eğitimler veren nöropsikolog Acar Baltaş gibi bir isim de Haziran 2021’de pandemi koşullarında “hak eden” diye tabir kullanmıştır. Bu tabir hiç de tesadüf değildir. “Hak eden yoksullar, işsizler, engelliler tarihsel bilinçdışına atıftır. “Hak edenlerden” olarak ücretli emek sisteminde sömürüden dışlanma, modern yaşamın her alanında engellilere uygulanan dışlanma ve baskının özünde yatar.

Kapitalizm açısından engelliler aynı zamanda özel bir kar kaynağıdır. Tıp mühendisliğinin gelişimiyle engellilerin ihtiyaçları için medikal ürün ciddi bir piyasadır. Kapitalizm engelli bireyler için sorumluluktan kaçar, dışlar ve kar eder.

Bedensel engelli işçi olmak ya da işçi olamamak

Birçok bedensel engelli/yetersizliği olan insan için iş bulmak ve sürdürmek oldukça zorluklar barındırmaktadır. Bir işe sahip olmak her zaman daha iyi koşullarda yaşam anlamına gelmese de, engellilerin işgücünden tarihsel olarak dışlanması şüphesiz onların yoksulluklarına katkıda bulunmuştur. Çünkü kapitalizm için bedensel yetersizliği olan bireyler daha az sömürülebilme potansiyeli demektir ve ana akım işçi profilinden ayrılır. Dolayısıyla, kapitalizm ortaya çıkışından itibaren işçileri ücret ilişkisine nasıl zorluyorsa –mülksüzleşme ve proleterleşme dalgaları da önemli belirleyenlerdendir- aynı şekilde bedensel yetersizliği olan işçileri de zorla bu ilişkiden çıkmaya zorlamaktadır. Öte yandan “engellilik ya da bedensel yetersizlik”, kime iş teklif edilip edilmeyeceğini tanımlayan sosyal bir yaratımdır ve bunun ne anlama geldiği ekonomik faaliyet düzeyine göre değişmektedir. Şirketler, düşük ücret, vergi indirimi ve sübvansiyonlar yoluyla bedensel engelliliği olan işçi istihdam etmeye eğilimlidirler.

Engelli kişilerin mevcut yoksulluk sınırının altında yaşama olasılığı yaklaşık üç kat daha fazladır. Bu güçlükler sadece kapitalizmin kuralsız, sınırsız sorumsuz davranabilmesinin kolay olduğu “gelişmekte olan” ülkeler için geçerli değildir. Örneğin, Kanadalılar arasında çalışma çağındaki bedensel engelli bireylerin istihdam oranı % 49 iken, engelsiz bireyler için % 79 (Turcotte, 2014) ve AB’de bu rakamlar sırasıyla % 47,3 ve % 66,9’dur (Eurostat, 2019).

Genel olarak kanıtlar, işleyiş güçlüğü veya yetersizliği/engeli olan bireylerin ortalamaya göre daha fazla yoksulluk, daha az eğitim, daha düşük istihdam oranları, daha kötü sağlık ve genel olarak daha kötü yaşam koşullarına sahip hanelerde yaşamakta olduklarını göstermektedir. 2019 yılında, AB’de engelli (işleyiş güçlüğü/aktivite sınırlaması) olan yetişkinlerin (16 yaş ve üstü) % 26,1i, geçim sıkıntısı yaşadığını bildiren (yani mali kaynakları olağan gerekli masraflarını karşılamayan) hanelerde yaşamaktadır.

İstihdamı sadece iktisadi bir zorunluluk altında gelir elde etme olarak değerlendirmemek gerekmektedir. Bireyin, psikososyal gelişimi açısından önemli bir unsurdur. İstihdam engelli bireyin toplumla bütünleşmesi ve kişisel gelişimi için toplumdaki yeri ve benlik saygısı açısından önemli bir faktördür. İstihdam edilmeyen, gelir sahibi olmayan bireyin toplumdan dışlanması olası sonuçlardan biridir. Engellilerin iş gücü piyasasında istihdam edilmelerini etkileyen faktörlerin başında; eğitim hizmeti alamamaları, fiziksel erişimi zorlaştıran çevresel faktörler, işverenlerin engellilerle ilgili ön yargıları, toplumun engellilerle ilgili yanlış algıları ve tutumları, düşük kalkınma hızı, yüksek işsizlik oranları, kamu harcamalarının azlığı gibi birçok faktör engellilerin dışlanmasına ve muhtaç duruma düşmesine sebep olabilmektedir. Engelli bireyler yeterli niteliklere sahip değildir, üretken değildir, işyerine adapte olamazlar gibi gerçekle ilişkisi olmayan düşünceler ve ön yargılar engelli bireylerin iş sahibi olmasını zorlaştırmaktadır.

Engelli bireylerin istihdamı ile ilgili yaşanan sorunlara baktığımızda; engellileri koruyan sistemli bir iş analizi ve meslek tanımlamasının yapılmaması, eğitim ve rehabilitasyon merkezindeki yetersizlikler, işverenlerin olumsuz bakışı ve çalışamayacakları konusundaki ön yargıları, engelli istihdamını kolaylaştıran araçların yeteri kadar geliştirilmemesi ile uygulanmaması, engellilerin çalıştıkları yerdeki olumsuz iş yeri koşulları, sosyal güvenlik ile ilgili sorunlar, düşük ücret karşılığında çalıştırılmaları gibi sorunlar sıralanabilir. Bu sayfalarca sıralanabilecek sorunlar engelliliğin toplumsal olarak yeniden üretildiği anlamına gelmektedir. Bu engellilik ile ilgili çalışan Marksistlerin vurguladığı gibi, engelliliğin sabit, mutlak bir kategori olmadığı, tarih boyunca farklı tanımlandığı ve engellilerin içinde bulunduğu çağdaş konumu anlamak için engelliliği farklı bir bakış açısıyla analiz etmenin zorunlu olduğudur. Ayrıca, engelliliğin sosyo-politik bir inşa olduğu ve büyük ölçüde kültürel olarak üretildiğine dair öncüller göz önüne alındığında, Oliver vd. engellilik teorisyenleri, engellilik olgusunun “üretim tarzına” ve egemen ideolojik hegemonya atıfta bulunarak yeterince açıklanabileceğini iddia ediyorlar.

Oliver (1990)’a göre engelliğe dair sosyal politikanın birbiri ile ilişkili üç unsur üzerinden değerlendirilmelidir: Deneyimi tanımlamadaki yeterliliği; deneyimi açıklama yeteneği ve son olarak, deneyimi dönüştürme potansiyeli. Oliver (1990) deneyimi egemen “normalleştirme” söyleminden ziyade aşkın bir değerlendirmede bulunmaktadır. Normalleştirme ideolojisi, insanların “normalleştirilebilmeleri” veya daha sonraki varyantında normal (değerli) sosyal rollere atanabilmeleri için topluluğa geri döndürülmesine izin veren ideoloji (veya ideolojilerden biri) olduğu tartışılabilir. Ne de olsa, farklı, sapkın ve hatta tehlikeli olanın topluluklarımıza geri dönmesini istemiyoruzdur.

Engellilik kategorisinin kapitalist toplum tarafından belirli bir biçimde üretildiğini söylemek, belirli bir dünya görüşünü ima eder. Bu dünya görüşü içinde engelli kategorisinin üretiminin otomobil veya hamburger üretiminden farkı yoktur. İster araba, ister fast food veya insani hizmet endüstrisi olsun, her birinin bir endüstrisi vardır. Her endüstrinin, ürünlerini belirli şekillerde üretmede ve üretim süreci üzerinde mümkün olduğu kadar fazla kontrol uygulamaktan çıkarı olan bir iş gücü vardır. Oliver (1990) engelli terimini kullanır ve grubu tıbbi durumlar, işlevsel sınırlamalar veya bozulmanın şiddeti açısından ayırmayı reddeder. Ona göre engelliler üç kritere göre tanımlanır; (i) bir değer düşüklüğüne sahip olmaları; (ii) bunun sonucunda baskıya maruz kalırlar ve (c) kendilerini engelli olarak tanıtırlar. Genel terimi kullanmak, grup içindeki deneyim farklılıklarını tanımadığı anlamına gelmez, ancak bunu keşfederken, farklı bozuklukları olan bireyler arasındaki deneyim farklılıklarından ziyade, baskının farklı insan grupları üzerindeki farklı etkilerinden başlamak gerektiği anlamına gelir.

Türkiye’de engellilerin iş hayatına katılımının artırılması ve engellilerin sosyal hayata katılımının sağlanması amacıyla kamu ve özel sektörü engelli istihdamına zorlayan yasal düzenlemeler mevcuttur. Bunlardan biri 4857 Sayılı İşKanunu’nun 30. maddesi ile 5763 Sayılı İş Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 2. maddesinde değişikliğe gidilmiş ve 50 ve üzeri işçi çalıştırılan özel sektöre ait iş yerlerinde yüzde 3 engelli çalıştırma zorunluluğu getirilmiştir. Kamuya ait iş yerlerinde ise yüzde 4 engelli işçi çalıştırılma yükümlüğü getirilmesi engellilerin bir nebzede olsa istihdam edilmesini sağlamaya yöneliktir ancak sonuçları itibariyle başarısı tartışmalıdır.

Öyleyse…

İşin değerimizi belirlemediği bir toplumsal ilişki mümkün müdür? İstihdam edilebilirlik, çalışma ve para kazanma yeteneği ve hatta kişinin boş zamanlarında seçtiği işler bile yaşamanın, insan türünün bir parçası olmanın ne anlama geldiğinin ölçüsü değildir. Ancak bunu söylemek şimdiki halde çözüm önermek de değildir. Sermaye engelli işçi çalıştırmaktan imtina ederken bir yandan da her yıl iş kazalarında organ ve yeti kaybı nedeniyle işçileri ekonomik, sosyal ve gündelik yaşamlarında derin bir sorunlar kümesiyle baş başa bırakmaktadır.

Bedenin engeli örgütlenmenin engeli değildir. Oliver (1990)’ın vurguladığı dönüştürücü potansiyel, örgütlü güç ve sosyal haklar mücadele ekseni ile vücut bulacaktır. Bu anlamda, sendikal hareketler, bekâr ya da tek ebeveyn olan annelerle, bedensel yetersizliği olan işçilerle, yarı zamanlı çalışanlarla örgütlenme ve eylem birliktelikleri üzerine düşünmelidir. Engelli hakları hareketinin büyütücüsü olmalı, bu kesimlerin hâlihazırdaki dernekleri ile sınıf eksenli gündem ve oluşumları gözetmelidir.

KAYNAKLAR

Eurostat. (2019). Disability statistics. Retrieved from http://ec.europa.eu/eurostat/statistics-explained/index.php?title=Disability_statistics. Accessed 23 May 2021.

Oliver, M.J. (1999). “Capitalism, disability and ideology: A materialist critique of the Normalization principle.” First published in Flynn, Robert J. and Raymond A. Lemay, A Quarter-Century of Normalization and Social Role Valorization:Evolution and Impact, 1999. Internet publication URL: http://www.independentliving.org/docs3/oliver99.pdf

Oliver, M., & Barnes, C. (1993). Discrimination, disability and welfare: From needs to rights. In J. Swain, V. Finkelstein, S. French, & M. Oliver (Eds.), Disabling barriers, enabling environments (pp. 267–277). London, UK: Sage

Turcotte, M. (2014). Persons with disabilities and employment(Statistics Canada Cat. No. 75-006-X). Ottawa: Statistics Canada.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler