spot_img
spot_img
Ana SayfaGüncelAtık kağıt işçilerine saldırıların arka planında ne var? - Göçmen Sendikası Girişimi

Atık kağıt işçilerine saldırıların arka planında ne var? – Göçmen Sendikası Girişimi

Göçmen Sendikası Girişimi’nden Burcu Arıkan Yenisahra atık kağıt deposunda yaşanan ırkçı saldırının iç yüzünü aktarıyor.

10 Haziran gecesi Yenisahra’da gerçekleşen bir olay üzerine sosyal medyada gerçeklikten uzak bir şekilde göçmenlerin hedef gösterilmesi üzerine bölgedeki kâğıt atık depolarına saldırılar oldu. Olayla ilgili Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ “3 Afgan 1 Türk çocuğu sıkıştırıyor, hırpalıyor. Çocuk ellerinden kurtulup kaçmak isterken bir araç altında kalıp ölüyor” şeklinde paylaşım yaptı. Bu paylaşımlar yapıldığında henüz olayın detayları ortada yoktu. Olay gecesi canlı yayın yapan gazeteci Baki Özışık bu olaylarla hiçbir alakası olmayan atık işçilerinin depolarının bu gerçek dışı haberler bahane edilerek basıldığını anlatıyordu. Özışık “Yarın bu olay başka türlü yansıtılacak, bu canlı yayını yapıyorum ki doğrusu bilinsin” diyerek şahit olduğu durumun yanlış yerlere çekilme ihtimaline karşı bir uyarı yapıyordu.Resmi bir açıklama, yürütülen bir hukuki süreç dahi olmadan yayılan bir bilgi üzerine kalabalık gruplar depolarda Afgan çalışan aramaya çıktı, kimlik kontrolleri yaptı, 17 yaşında bir çocuk bıçaklandı, iki depo yakıldı. Dün yakılan depolardan birinin enkazı kaldırılırken olan biteni anlatan atık kâğıt işçisi kimsenin gelip gitmediğini, kendilerine destek olmadığını, gerçeği basına anlatmaya çalıştıklarını ama seslerini duyuramadıklarını iletti. Diğer işçiler olaya dair video ve bilgileri twitter hesaplarından paylaştıklarını ama hesaplarının kapatıldığını anlattı. Yayılan yanlış bilgilere karşı gerçekleri duyurmaya dair çabaları da belli ki bilinçli bir şekilde engellenmişti.

Ataşehir’deki katı atık depolarını ilk defa duymuyoruz. Geçtiğimiz sene kâğıt toplayıcıların işinin tekelleştirilmesi, onlardan alınıp şirketlere ve yerel yönetimlere devredilmesi planı kapsamında depolara baskınlar olmuştu. Bu esnada atık işçileri örgütlenmiş, bir araya gelmiş ve işlerine, depolarına sahip çıkmışlardı. Yanan depodaki işçilerden birisi o günleri hatırlatıp “biz hakkımızı aradığımızda bizi hemen gözaltına aldılar ama saldırıya uğradığımızda olan biteni izlediler, müdahale etmediler” diyordu. Kendilerini savunurken de akıllarına gelen bu olmuş, biz canımızı kurtarmaya çalışırken bir şey olsa suçlu biz oluruz…

Göçmen işçiler çoğu zaman kayıt dışı sektörde çalışıyor. Çalışma izinleri patronlara bağlı olduğu ve yasal prosedürler yoluyla kayıtlı bir hayata erişimleri oldukça zorlaştırıldığı için hayata tutunmanın yegâne adresi güvencesiz işler oluyor. Bu alanlarda da güvencesizlikleri bir kere daha kullanılarak ücretleri en düşükten belirleniyor, çoğu zaman ödenmiyor. Bazı patronlar alırım, işimi gördürürüm, sonra ödeme yapmam diye bile düşünüyor. Yerli atık işçileri benzer bir güvencesizliği paylaştıkları için bu durumun farkındalar. Bu sömürünün kendilerini de olumsuz etkilediğini bildikleri için geçtiğimiz sene Valilik kayıtsız göçmen söylemi üzerinden depo baskınlarını kamuoyunda “meşrulaştırmak” istediğinde gerekli cevabı vermişlerdi.

Geçtiğimiz sene Eylül ayında iktidar ve belediyeler eliyle katı atık işçilerinin çekçekleri toplanmaya başlaması üzerine “Çekçeğime Dokunma” sloganı ile herkesin hatırlayacağı bir direnişe başlayan işçiler 4 Eylül 2021 tarihinde bir basın açıklaması yapmıştı. Bu açıklamada Valiliğin kendilerini Afgan çalışanlar üzerinden hedef gösterdiğini ancak göç politikalarından kendilerinin sorumlu olmadığını ve bu işte birlikte çalıştıkları göçmen işçileri aynı yoksulluktan, aynı emekçilikten anladıklarını ifade etmişlerdi.

Göçmenlerin geri dönüşüm sektöründe çalışması bizim de gelirlerimizi aşağıya çekiyor. Ama biz yoksul insanlarız, göçmenler de bizim gibi yoksul insanlar. Yoksulun halinden en iyi yoksul anlar. Göçmenlerin bu alanda çalışmasının sorumlusu biz değil, mevcut göç politikalarıdır. Ayrıca göçmen işçileri bahane edilirken çöpte çalışanların çoğunun bu ülkenin vatandaşları olduğu gerçeği gözden kaçılıyor. Biz bu ülkenin yoksullarıyız. Ne doğduğumuz yerleri ne milliyetimizi ne de yoksul ailelerin çocukları olmayı biz seçmedik. Dünyaya böyle geldik. Yaşadığımız tüm çilelere ve zorluklara rağmen doğduğumuz topraklarla da yoksul ama namuslu ailelerimizle de gurur duyuyoruz. Çalıp çırpmadan, kimseye avuç açmadan onurumuzla yaşamak için bulabildiğimiz tek şey olan bu işi yapıyoruz”

Bu açıklama çok önemli bir açıklamaydı çünkü işçilerin emeğini daha ucuza sömürebilmek adına yaratılan yerli/göçmen söylemi ve kayıt dışı çalışma ile gelen güvencesizlik karşısında birlikte bir mücadele iradesini temsil ediyordu. Eylül ve Ekim ayları boyunca pek çok depoya baskın düzenlendi, pek çok çekçek arabasına el konuldu ve işine, ekmeğine sahip çıkan işçiler gözaltına alındı. Bu esnada iyice güvencesizleşen Afgan işçilerin korktuğu, uzaklaştığı ifade ediliyordu. Baskınlardan birinden sonra görüştüğümüz işçiler Afgan bir işçiyi polisin dövdüğünü, onun da korkudan çekip gittiğini anlatıyordu. Biz yine birbirimizi biliyoruz, o çocuk yalnız, dil bilmez etmez, ulaşmaya çalıştık ama bir daha bulamadık diyorlardı. Pek çok göçmen işçi de polis tarafından “toplanıyor” ve başka şehirlere gönderiliyor ya da sınır dışı ediliyordu. Bu esnada sermaye hem merkezi iktidar hem de yerel yönetimler aracılığıyla geri dönüşüm işini katı atık işçilerinden almak ve şirketlerin işi haline getirmek üzerine kendi altyapısını kurmaya devam etti. Göçmen karşıtı söylemler de o zaman bu zamana çok daha yaygın olmaya başladı.

Sosyal medyada pek çok kez hedef gösterilen göçmen işçiler hem iktidarın da açıkça itiraf etmekten kaçınmadığı gibi güvencesiz ve ucuz emek olarak görülmeye ve sömürülmeye hem de sürekli bir can güvenliği sorunu ile yaşamaya devam etti. 11 Haziran itibariyle Afgan atık kâğıt işçilerinin 15 yaşındaki Selahattin Çelik’i kovalarken aracın altında kalıp ölümüne sebep olduğu iddiasıyla bir grup insan toplanıp depolara saldırdılar. İki depo yakıldı bir başka depoda ise 17 yaşında bir çocuk bıçaklandı ve darp edildi.

Mahallede, depolarda ise konuya dair başka bir hikaye anlatılıyor. Emniyet kayıtlarına göre ölen kişinin suç kaydı olduğu, Afgan olup olmadığı bile belli olmayan kişilerin telefonunu istediği ve bu esnada kaçarken araba çarpması sonucu hayatını kaybettiği iddia ediliyor. Dava dosyasını Zafer Partili avukatların üstlendiği belirtiliyor. Bu olayın, bu koşullarda doğru bir şekilde incelenip sonuca bağlanıp bağlanmayacağına dair bir güven duymamız için hiçbir sebep yok.

Anlatılanların mahallede yayılması üzerine saldırılan depoya destek olmak için giden Ekrem Yavaş taş atan bir kalabalıktan saklanmak için iki metrelik bir duvardan atlayıp düştüğü tır parkında bir tırın altına saklanıyor ve orada telefondan öğreniyor ki kendi deposuna da bir baskın olmuş ve oğlu bıçaklanmış. Bu haber üzerine ne olacaksa olsun diyerek çıkıp bir şekilde kalabalığa yakalanmadan oradan çıkıyor ve hastaneye gidiyor:

“Ben depoda değildim, yaklaşık 40-50 kişilik bir grup depomuzun kapısına dayanıyor. Biz atık kâğıt işçileri olarak burada çalışıyoruz, topladığımız kâğıtları biriktiriyoruz, ondan sonra bir şekilde satıyoruz, ekmeğimizi burada kazanmaya çalışıyoruz. Kapımıza dayanıyorlar, ondan sonra burada benim 17 yaşında çocuğum var, çocuğa diyor ki Afgan çalıştırıyor musunuz diyor. Çocuk da yok Afgan çalıştırmıyoruz diyor. Ondan sonra kimlik istiyorlar çocuktan, çocuk da kimliğini veriyor, bakıyorlar, biz Diyarbakırlıyız diyor benim oğlan, kimliklerini kontrol ediyorlar, ondan sonra ağza alınmadık küfürler ediyorlar bizim çocuğa. Çocuk da diyor niye küfür ediyorsunuz, bizim size ne zararımız dokundu, biz burada kendi ekmeğimizdeyiz, işimizdeyiz diyor. Bu çocuk böyle cevabını verince çocuğa saldırıyor, çocuğun kolunu bıçaklıyor, bir de burnundan darbe vuruyor.”

Kamera görüntülerinin olduğunu söyleyen işçi polislerin olayı izlediğini, diğerlerinin yerine çocuğunun üstüne gelmeye devam ettiklerini ifade ediyor. Saldıranların genel olarak 14-15 yaşlarında gençler olduğu anlaşılıyor.

“Madem içinizde o kadar çocuk sevgisi vardı o ölen 14-15 yaşındaki çocuğu o saatte sokakta gaspa uyuşturucuya bulaşmadan sahip çıksaydınız, ona baksaydınız, okutsaydınız. Ona da yazık, mahallelerde bir sürü genç var böyle.”

Genel kanı bu olayın organize edilen bir olay olduğu, bunun için olayın aslına uygun olmayan bir şekilde servis edilerek kamuoyu yaratıldığı yönünde. Yağma yapıyorlar diyor işçiler. Çoğunun giden çocuk da umurunda değil diyorlar. Defalarca Afgan çalıştırılmadığı söylenmesine rağmen bunu hiç umursamadıklarını anlatan işçiler zaten polisin aylar önce Afganların çoğunu götürdüğünü, kalanların da 18 yaş altında çocuklar olduğunu belirtiyor. Bunu herkes biliyormuş zaten çevrede. Mahalleli ile aralarında bir sorun olmadığını, bu olayın hiç alakaları olmadığı halde kendilerine döndüğünü ifade ediyorlar.

Olay esnasında “burayı yakıp yıkacağız, hepinizi göndereceğiz” gibi bağrış çağırışlar olmuş. Yanan iki depodan birisi kapatmaya ve oradan gitmeye karar vermiş:

“Cumartesi akşamı burada bir gerginlik olmuş. Biz tabi ki ne olduğunu bilmiyoruz. Biz akşam dükkana geldik, malımızı falan boşalttıktan sonra buradan 9.15 civarıydı, bir ayaklanma olmuştu ve biz tabi ki saclardan dolayı dışarıyı göremiyorduk, bir baktım köşeden bizim duvara yetişir yetişmez bizim duvara taşlarla vurmaya başladılar. Zaten o gerginlikte silah patladı. Silah patlayınca biz zaten savunmasız olduğumuz için evlerimize girdik, yani odalarımıza girdik. Ondan sonra bir baktık ki binden daha fazla kişi vardı. Vatandaşların dediklerine göre bir Afgan onlara saldırmış. Biz Afgan değiliz. Depoda hiç Afgan da çalıştırmadık. Biz gerçekten de Kürdüz. O esnada bunu Kürtlüğe de getirdiler. Bizi niye siyasete alet ediyorlar, biz burada sadece kendi emeğimizle kazanmanın derdindeyiz yani. Biz de sonuçta geri dönüşüm yapıyoruz. Afganla alakası yok, ben mi soktum Afganı, benimle bir alakası yok. Bunu söylememize rağmen polisle çıkabildik. Onlar bile sonra bize yüklendi. Biz 15 kişi çalışıyorduk burada, hep ailemiz. Ailelerimiz de Diyarbakır’da. Ne yapacağımızı bilmiyorum. İçeride malımız kaldı, iki üç gündür bu malımızı bile alamadık. Koğuşlarımızı yaktılar, içinde eşyalarımız vardı, kıyafetlerimiz vardı.”

Bunlar konuşulurken arkada depo, yani aslında işçilerin hem iş yeri hem evi olan yakılmış yapı sökülüyor. Onlar da geçinmek için çalışmaya İstanbul’a gelmiş, ailelerini Diyarbakır’da bırakmışlar ve şu anda ne yapacaklarını da bilmiyorlar. 15 kişi ve onların kazandığına bakan aileleri kendileriyle ilgisi dahi olmayan bir olay üzerinden evsiz, işsiz kaldı bir gecede. Cuma Kaya ne yapacaklarını bilmediklerini söylüyor ve desteksiz kaldıklarını anlatıyor:

“Milletvekiline gittik bir şey demedi, savcısı bile diyor ki yüz kızartıcı olay. Bu çok zor bir şey yani… Bize yapılan nankörlüktür. Bize niye bu oldu, bize bunun olmaması lazımdı. Biz neyiz yani? İnsanlık bunu gerektirmez. Yazıklar olsun. Başka hiçbir şey diyemiyorum.”

Bir başka depo daha yanmış. Bıçaklı saldırının olduğu depoda işçiler nöbet tutuyor. Geçtiğimiz sene belediye baskına geldiğinde “malımı size vereceğime yakarım” demişti işçiler. Saldırılar karşısında katı atık işçilerinin yanında olmak önemli çünkü can güvenlikleri olmadığını söylüyorlar. Şu anda kendi aralarında haberleşerek ve dayanışarak depolarını, çalışma ve yaşam alanlarına sahip çıkmak için direniyorlar. Bu mücadeleyi görmek, güçlendirmek pek çok açıdan çok önemli. Yeni Sahra mahallesi ve komşusu Barbaros mahallesi hem katı atık depolarının yoğun olduğu bir bölge hem de İnşaat-İş direnişlerinden tanıdığımız Finans Merkezinin çeperi ve bu iki mahalleye dair kentsel dönüşüm gündemi de uzun zamandır var. Bu alanlara dair projeler üst sınıfa hitap eden projeler ve bu ranta açma niyetleri de depoların oradaki varlığı açısından tehdit oluşturabilir. Bugün birbirine düşman edilmeye çalışılan mahallelilerin ve işçilerin yarın bir gün hep birlikte yerlerinden edilme ihtimalini de göz ardı etmemek lazım. Hem göçmen işçilerin çalışma hakkını savunmak, hem yayılan göçmen karşıtı söylemlerin başka biçimlerde düşmanlıklara evrilmesinin önüne geçmek hem de uzun zamandır yapılmaya çalışılan atık toplama işinin asıl sahiplerinden alınıp sermayeye verilmesinin önüne geçmek ve bu doğrultuda bir dayanışma inşa etmek gerekiyor.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler