spot_img
spot_img
Ana SayfaDepremAfet değil katliam

Afet değil katliam

11 Kasım 2022’de ülke çapında yapılan, “çök-kapan-tutun” adlı aklımızla alay eden tatbikatın üzerinden sadece üç ay geçti. Merkez üssü Maraş Pazarcık olan, ilki 04.17’de, ikincisi 13.24’te gerçekleşen iki büyük deprem 10 ilde 14 milyon insanın hayatını yerle bir etti. Depremin üçüncü gününde kent merkezlerine bile zar zor ulaşılırken sayısını bile bilmediğimiz birçok köyden haber alınamıyor. Deprem bölgelerinden gelen videolarda yerle yeksan olmuş onlarca yerleşim yeri görüyoruz. Daha önce sormuştuk: Binalar güvenli değilse, üzerimize çökecek ise nereye çöküp kapanacağız, nereye tutunacağız?

Senelerdir 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun doğrultusunda tüm kentleri şantiyeye çeviren sermaye evlerimizi deprem olmamışken bile acele kamulaştırma gibi araçlarla başımıza yıkıyor. 6 Şubat depremiyle görüyoruz ki ne kent merkezlerinde ne köylerde yaşadığımız binalar depreme dayanıklı. En şiddetli depremde halka hizmet etmek için ayakta kalması gereken hastaneler, AFAD merkezleri, belediyeler gibi binaların bile çöktüğü bir tablo karşısında soruyoruz: Senelerdir 6306 sayılı kanunla onlarca alanı ranta açıp, binlerce insanı yerinden ederken hangi afet riski altındaki alanı dönüştürdünüz? Cevap maalesef ortada. Birçok yerleşim yeri şu anda tuzla buz olmuş hâlde.  

Depremde 95. saate yaklaşırken deprem bölgesindeki halkın sesini yükseltiyoruz ve sorularını yineliyoruz: Devlet nerede? İlk 95 saat içinde aktif ve başarılı bir kurtarma operasyonu düzenlemeyen, diğer ülkelerden gelen kurtarma ekiplerini koordinasyon sorunu yüzünden sahaya geç çıkaran, depremden etkilenen bölgelere yeterli yardımı ulaştıramayan, yardımı ulaştıramadığı gibi de halkın kendi imkânları ile sağladığı yardımların ulaşmasına ket vuran, yardım malzemelerine el koyan bu devlet nerede? 

Acı bir şekilde biliyor ve görüyoruz ki devlet deprem coğrafyası olan bu topraklarda daha fazla kâr edebilmek adına en ucuz malzemeler kullanan inşaat şirketlerinin (müteahhitler) yanında. Devlet ve sermaye, denetimlerin en ağır olması gereken sektörlerden olan inşaat sektörünü denetimsiz bırakıyor, kendi cebini ve sermayenin çarklarını döndürüyor. Devlet ülkenin birden çok ilinde gerçekleşen bir deprem varken arama-kurtarmada en başarılı olacak madencileri deprem bölgesine yönlendirmeyip çalıştırmaya devam eden maden şirketlerinin yanında. 

İçinde hayatta kalmaya çalıştığımız kentlerin üretimi dev bir bütçeyle gerçekleşiyor. Bunların bir kısmı bakanlıklar eliyle, bir kısmı yerel yönetimler eliyle yürütülen projeler ama sonuçta kimin yetki alanında olduğundan, bağımsız olarak eklenen her bir taşı biz karşılıyoruz. Bu esnada bürokratlar bize kentin her bir taşını emeğiyle üretenlere, sürekli bizim paralarımızla yaptıkları şeylerin reklamını yapıyor, kentleri dev bir billboard panosuna çeviriyor, parasızlıktan sokağa çıkmaya korktuğumuz gerçekliğin içinde kendilerini mütemadiyen alkışlamamızı bekliyorlar. Mega projeleri, yolları, köprüleri dünyanın en yüksek vergileriyle yapıp minnettar olmamızı bekliyorlar.  Ama tüm bu yatırımlar evlerimizde güven içinde uyumamız söz konusu olduğunda yolda kalıyor, bize hiç ulaşmıyor. En büyük yıkımın yaşandığı yerlerden biri olan Maraş’ta belediye birçok mega proje için büyük bütçeler ayırıyor.  

2020’de Türkoğlu ilçesinde kurulan lojistik merkez, iktidarın örnek projelerinden biri olarak anlatılırken 2023’ün başında yaşanan depremin üçüncü gününde Türkoğlu ilçesi hakkında bilgi almaya çalıştığımızda, alabildiğimiz tek bilgi “buraya hââa hiçbir yardım ulaşmadı” bilgisi oluyor. Türkoğlu, toplam 25 lojistik merkezden oluşan bir mega projenin parçası, devlet bu ağı kurmak için kilometrelerce yol inşa ediyor, bunun reklamını yapıyor. Bu yollar sermayeyi birbirine bağlıyor, ülkeyi bir lojistik merkeze dönüştürüyor, hepimizi bu depoların, OSB’lerin kölesi yapıyor ama içinde zar zor geçindiğimiz evlerimiz başımıza yıkıldığında günlerce içecek bir su bile gelmiyor. 

Deprem bölgelerinde halkımız günlerdir çıplak elleriyle kazdıkları molozlardan yakınlarını çıkarıp sosyal medya üzerinden vinç bulmaya çalışıyor. Oysa yaşadığımız şehirlerde de gördüğümüz üzere, sermaye yürüdüğümüz her sokağı adım başı şantiyeye çevirmiş durumda. Nereye baksak bir inşaata denk geldiğimiz bu şehirlerde vinçten bol bir şey yok. Ama tam da kapitalizmin kendini yeniden üretmesi uğruna depreme dayanıklılığı gözetilmeden yapılan bu binalar, üstümüze çöktüğünde şehirlerimizde adım başı gördüğümüz bu vinçler enkazı kaldırabilmek için deprem bölgelerine ulaşmıyor, devlet 10 adet vinç kiraladığını duyuruyor. Bizler de bu esnada birbirimize sora sora vinç, birbirimize sora sora hilti buluyoruz. Vinç operatörü işçiler gönüllü oluyor. Dört bir yandan insanlar çöken yolları umursamadan deprem bölgelerine ulaşıyor. Maden işçileri seferber olup deprem bölgelerine gidiyor. Üstelik yetkililer bunca umursamaz davranırken madenciler ellerinden gelenle yetemedikleri için özür diliyorlar. 

Yürürlükte olan deprem yönetmelikleri, hazırlanan afet yönetim planları, toplanan deprem vergilerinin tümü kâğıt üzerinde kaldı. Deprem bölgelerinden gelen görüntülerde çoğu binanın zemin katından çöktüğünü görüyoruz. Bu görüntülere yakın zamanda gerçekleşen İzmir depreminden de aşinayız. Bu görüntüler bize denetimsizliği, rüşveti, yolsuzluğu gösteriyor. Göz göre göre, ilk depremde yıkılacağı bilindiği hâlde oturma izni verilmiş binaları izliyoruz gelen videoların hepsinde. Doğru hesaplamalarla sağlam olmasının önünde hiçbir engel olmayan betonarme yapıların tuzla buz olan enkazlarını gördükçe yeniden anlıyoruz canımızın ne kadar hiçe sayıldığını. Bunların hiçbiri münferit değil. Düzce’den, Van’dan, İzmir’den ve pek çok başka örnekten bildiğimiz gerçekler. Yeni deprem yönetmeliği sonrası inşa edilmiş binaların birkaç saniyede yerle yeksan olduğu görüntüler. Birçok insan sırf güvende olma ümidiyle kat kat pahalı daireler için ailelerinden, çevrelerinden ve üstüne bankalardan borçlar ekleye ekleye ev alırken bu binaları zaten müteahhitlerle ortak çalışan özel denetim firmaları denetliyor. Düzenin “güvenli yeni bina” vaadi daha ilk depremde çatlıyor, üstümüze çöküyor. İzmir depreminde acı bir şekilde öğrendiğimiz üzere, borçlanarak aldıkları “yeni binada” yaşayan insanlar güvende olmayabiliyor, kimisi daha ilk taksiti ödenmeden gerçek yüzünü gösteriyor. 

Bu afet değil, katliam. Bunu çok iyi biliyoruz. Bu yüzden daha önce de “biz tatbikat değil, yaşam istiyoruz” demiştik. Her seferinde haklı çıkıyoruz ve bunun bedelini de hayatlarımızla ödüyoruz. Bizim evlerimiz üstümüze çökerken siz lüks sitelerinizde, villalarınızda depremden, selden korkmadan bir hayat sürüyorsunuz.  İşyerlerinde, evlerde yapılan sözde güvenlik etkinliklerinin nesnesi olmanın bize bir hayrı yok. Çalışırken ölüyoruz, geçinemiyoruz, zar zor karşıladığımız evlerimizde bir sabaha karşı üstümüze çöken bir enkazla uyanıyoruz. Bu enkazı da kendimiz tırnaklarımızla kazıyoruz. 

2023 senesinde evlerimizin birer mezara dönüşmesi için teknik hiçbir sebep yok. Nasıl patronlar basit güvenlik önlemlerini almayıp üç kuruşlarını bile ayırmak istemediği, bizi harcanabilir gördükleri için iş cinayetlerinde her gün ölüyorsak, yerel yönetimler ve merkezi yönetim de bizim evlerimizin güvenliğini siyasi ilişkileri ve ceplerine dolduracakları rüşvetler için satılabilir gördüğü için ölüyoruz. Kimsenin bizi bu düzeyde aptal yerine koymasına tahammülümüz kalmadı. Sermayenin kârı hep artarken bizim yaşamlarımızı dört bir yandan kuşatan bu güvencesizliğe karşı kendi gücümüzden gelen bir politikaya ihtiyacımız var. Dört bir yandan yollara çıkan insanlar, birbirinden gelecek bir sesin peşine düşen irademiz, günler geçse de enkazın altından sağ çıkacak bir can için çabalamaktan hiç vazgeçmeyen inancımız bizim işaret fişeğimizdir.

Üreten biziz, yöneten de biz olacağız dediğimiz gibi, bu şehirleri kuran da biz olabiliriz. Her depremde üstümüze çöken bu binaları bize reva gören devlet ve sermaye, enkazın altında elimizi tutan ise yine birbirimizsek, deprem haberini alır almaz düşünmeden yollara düşen biz, günler sonra gösteri yapmak için enkazımızın önünde kameraları açan onlarsa hiçbir zaman çöküp kapanmak zorunda kalmayacağımız bir hayatı inşa edebiliriz. Ne zorluk çıkarılırsa çıkarılsın deprem bölgesine ulaşmaktan bir an vazgeçmeyen maden işçileri, inşaat işçileri, metal işçileri, iş yerinden veya evinden elinde ne imkân varsa bu dayanışmaya katan binler, bu ekonomik krizin ortasında elinde ne varsa hızla kolileyip, aracı dahi kendi bulup deprem bölgesine gönderen tüm insanlar…

Birbirimize tutunarak, örgütlenerek korkmadan uyuyacağımız bir dünyayı tahayyül edebiliriz. Devlet ve sermaye de bunu biliyor. Henüz devlet ortalıkta bile yokken hızla kurabildiğimiz örgütlenme gücünden korkuyorlar. Haklılar. Bize reva görülen her şeyin hesabını soracağız ve korkmadan uyuyacağımız bir hayatı biz inşa edeceğiz.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler