Doğu Karadeniz yakın zamana kadar HES mücadeleleri ile, şimdi ise madene karşı direnişlerle gündeme geliyor. Çok değil 40 sene önce, bölge halkı temel olarak fındık, çay ve hayvancılık ile geçimini sağlarken devlet tarafından planlı ve kademeli bir şekilde tarım ve hayvancılık tasfiye edildi, bölge insanı göç etmeye başladı. Fındığın ve çayın alım fiyatının istikrarlı bir şekilde düşürülmesi, kooperatiflerin tasfiye edilmesi, devletin taban fiyat vermemesi, üreticinin bugününü ve emekliliğini güvenilir hale getiren çiftçi BAĞKUR’u ve sigorta teşviklerinin ortadan kaldırılması, uluslararası tekellere fındığın ve çayın peşkeş çekilmesi gibi birbiriyle bağlantılı nedenler, tarımdan kopuşu ve bölgeden göçü artırdı.
Bölge açısından tarım ek geçim kaynağı haline geldi. Üretim maliyeti karşılanamaz düzeye gelen hayvancılık ve bununla bağlantılı olarak yaylacılık kültürü de büyük oranda terk edildi. Aile ekonomisinin dağılmasıyla tarım arazileri de sürekli bölünmeye başladı. Göç eden insanların büyük çoğunluğu büyük şehirlerin OSB’lerinde ve hizmet sektöründe asgari ücret bandında çalışmaya mahkum edildi. Metropollere göç etmek zorunda bırakılanların büyük çoğunluğu hemşehri dernekleri eliyle proleterleşme sürecine katıldı. Sınıf bilincini teşvik etmeyen türdeki bu proleterleşme süreci, holdingci güçlerin yarattığı kölece çalışma koşullarının kabullenilmesine katkıda bulundu, rıza üretiminde rol oynadı. Metropollerde işçiye dönüşen halklar, köyden gelen gıda yardımları, fındık ve çaydan gelen ek gelirler ile ayakta kalmaya çalıştılar.
Bölgeden göç etmeyi tercih etmeyen/edemeyen, ancak tarım ve hayvancılığı bırakmaya zorlananlar ise zamanla Anadolu’nun tamamını küresel bir fabrika haline getiren holdingler tarafından işçileştirildi. Doğu Karadeniz’e inşaa edilen Organize Sanayi Bölgelerinde, hizmet sektöründe, inşaatlarda, daha az da olsa HES ve madenlerde çalışmaya başladılar. Bu durum köylerden ilçe merkezlerine doğru bir akışı beraberinde getirdi. Yeni imar alanlarını, altyapı çalışmalarını ve baraj gibi mega inşaat projelerini içeren inşaat sektörü; genişleyen hizmet sektörü; adliye-hapishane-üniversite gibi devlet binalarının inşaatının yerel taşeronlara havale edilmesi ile oluşan siyasi ve ekonomik ilişki ağları ile Karadeniz, emperyalizme entegre oldu.
Son yıllarda halkın emeğini ve toprağını çalmak için yeni yollar geliştiren, emperyalizmin ülkemizdeki temel yönlendirici kuvveti olan holdingler enflasyonist bir ortam yaratan en büyük güç oldu. Akabinde gelişen İMF programının parçası olan Orta Vadeli Program ile büyük şehirlerde barınma ve yaşam maliyetleri karşılanamayacak düzeye geldi. Holdingler tarafından yaratılan bu koşulların bir parçası da işçileşmiş halkın kısmi geri göçü oldu. Doğu Karadeniz’in neredeyse tüm il ve ilçelerinde, işçileri “en azından sigortası var” demeye mecbur bırakan iş koşulları ve uygulamalar yaygınlaştı; işçinin maaşının bir kısmını elden geri alan şirketler, asgari ücret uygulamasını dahi fiilen işlemez hale geldi.
Özetle, 40 yılı aşkın süredir uygulanan bu politikalarla Karadeniz insanı topraklarından koparıldı, doğayla ilişkisinden mahrum bırakıldı, mülksüzleştirildi ve proleterleştirildi. Eskiden yılın ortalama 3-4 ayı çalışarak geçinebilen Karadenizliler, artık yılın en az 11.5 ayı çalışmak zorunda. Düzenli göç sonucu artık Karadeniz’in nüfusunun büyük kısmını oluşturan ve iç ekonomisini var eden emekliler ise artan yaşam maliyeti ve emekli maaşlarının yağmalanması sonucunda ek işlerde çalışır hale geldi.
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız bu ahval içerisinde, Karadeniz’in holdinglere peşkeş çekilmesi saldırıları devam ediyor. Güncel olarak Ordu’nun en az %74’ü, Giresun’un en az %75’i ve Doğu Karadeniz’in neredeyse her ilçesi en az bir maden projesi içeriyor. Eko-turizm çerçevesi ile pazarlanan Yeşil Yol aslında maden projelerinin olduğu yerlerden geçen Doğu Karadeniz Maden Yolu. Artvin ve Yusufeli’nin barajlarla yağmalanması sonucu zeytincilik tasfiye edildi. Devlet, fındıkta kokarcaya karşı mücadelede üreticiyi yalnız bıraktı ve pek çok üretici bahçelerini satışa çıkardı. İtalyan fındık tekeli ve holdingi Ferreiro, Giresun fındığına alternatif olarak Kanada’da tam otomasyonla fındık üretimine geçti. Tepkiler sonucu şimdilik geri çekilmiş olan “Çay Kanunu” ile piyasacı bir anlayışla sözleşmeli tarım uygulanmaya çalışıldı. Tüm bunlarla beraber çayda kota-kontenjan sorunu devam ediyor. Çay üreticileri ya holdinglerin kölesi olmayı kabul etmek ya da çay arsalarını satarak toprağın el değiştirmesine göz yummak zorunda kalıyor.
Bu çok yönlü ve karmaşık gözüken, ancak aynen Yeşil Yol adı verilen maden yolu gibi tüm Doğu Karadeniz’i birbirine bağlayan holdingçi saldırılara karşı, Karadeniz’de cesaretle direnenler ile bir araya geliyoruz. Karadeniz’de holdingçi güçlerin planlı ve uzun vadeli saldırı dalgasına karşı birbirinden haberdar, kendi içinde dayanışmacı, bölgedeki tüm mücadelelerin ulusal çapta görünür olması ve kazanılması için öz gücüyle hareket eden ve her mücadelede Karadeniz’i holdinglere peşkeş çekme politikasının ifşa eden bir cephe yaratmak üzere yan yana geliyoruz.
Cerrattepe’de, Cankurtaran’da, Arhavi’de, Araklı’da, Uzungöl’de, Ünye Üçpınar’da, Fatsa’da, Aybastı-Korgan-Kumru’da madenlere karşı mücadele edenler, çay ve fındık üreticileri ve mücadeleci sendikalar ile 28 Aralık Cumartesi 14.00’da Hopa’da buluşuyoruz!
Trabzon Araklı’da madene karşı direnenlerin sözünü uyarlayarak bitiriyoruz: Nasıl olmayacaksa öyle olmayacak, holdingler bu topraklardan defolacak!