spot_img
spot_img
Ana SayfaAçıklama"Cesaretle Diren Holdingcilere Yüklen" Konferansı Sonuç Metni

“Cesaretle Diren Holdingcilere Yüklen” Konferansı Sonuç Metni

Umut-Sen kolektifi artık gelenekselleşen konferansını bu yıl 17 Kasım’da Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde dostları, direnişçi işçiler ve mücadeleci sendikalarla birlikte gerçekleştirdi. Son bir yılda işçi hareketinde gösterdikleri dirayetli tutumla öne çıkan ve kamuoyunda “mücadeleci sendikalar” diye bilinen sınıf örgütlerine bu yıl konferansta özellikle yer verildi.  Bu seneki konferansın ana teması “holdingci güçler” tanımı etrafında şekillendi. İşçi sınıfı hareketinin önümüzdeki dönemde yöneliminin bu tanımlamayla işaret edilen sınıf düşmanına daha fazla odaklanması gerektiğini düşünüyoruz. Dolayısıyla “holdingci güçler” ile birlikte “Anadolu’daki küresel fabrika” kavramını sıklıkla bir arada kullanıyor, mücadelemizi bu kavram seti üzeriden oluşturuyoruz.

Bugün “holdingcilere yüklen” biçiminde ortaya çıkan çağrımız, esasen bir önceki konferansımızdaki “Düşmanı tanı, dağıt ablukayı” çağrımızın bir sonucuydu. Karşımızdakini yenebilmek için onun ne olduğunu açık bir şekilde görmemiz gerekiyordu. Bu nedenle medyasından sendikasına, siyaset ağlarından diğer bağlantılarına kadar bu yapıyı bütünüyle görebilmeliyiz diyerek her direnişten düşmana dair yeni şeyler öğrenerek ilerledik, konferanslarımızı da bu amaçla kullandık.

Son on beş yılın işçi mücadelelerinden ve direnişlerinden çıkardığımız ders budur. 2010’da Tekel Direnişi, 2012’de Migros işçilerinin mücadelesi, 2013’te DGD-Sen’in taşeronlaşmaya karşı örgütlenme arayışı, 2014’te Soma Katliamı sonrasında madencilerin mevcut sendikalar ve siyasi ortamlarla bir yere varamayacaklarını düşünerek örgütlenme çabaları, 2015’te Metal Fırtına sürecinde işçilerin yeni bir örgütlenme imkanını arayışı, 2016’da AVON ve BOMİ direnişlerinde taşeron işçilerin mevcut durumlarını yeterli görmeyip kendi yollarını arama çabaları mevcut sendikal düzenin işçi sınıfının derdine derman olmadığının da teşhiri oldu. Tüm bunlar bugünkü gerçekliğe ulaşmamızda önemli dersler üretti, kritik dönemeçler oldu.

Benzer şekilde, 2018’de üçüncü havalimanında inşaat işçilerinin AKP’nin inşaat sermayesinin temelini oluşturan politikalar karşısında mevcut sendikal düzende örgütlenme olanağı bulamadığı ve öz-örgütlenmesini inşa ettiği bir örnekti. 2000’li yıllar boyunca farklı işkollarında pek çok benzer direnişin yaşandığı bir dönem görüldü. 2019’da Ankara’ya madencilerin tazminat için yaptığı yürüyüş, aynı yıl PTT işçilerinin taşeronlaşmaya karşı örgütlenme girişimleri ve 2022’de esnaf kuryelerin ortaya koyduğu mücadeleler, işçi sınıfının güncel durumunun ne kadar değiştiğini açıkça gözler önüne serdi. Mevcut konfederasyonlar ve sendikal yapılar ise bu dönüşüm sürecini ya anlamadı ya da anlayarak kasten holdingci güçlerin aparatı haline geldi. Dolayısıyla işçi sınıfı, kendi hakikatini tüm havzalarda iliklerine kadar hissedip yaşarken bu süreçlerde buralarda bulunanlar ve örgütlenmelerin gücünü deneyimleyenler, bu hakikatle birlikte bir tarihsel süreç yaşama imkanına sahip oldu.

Karşımızdaki tablo şudur: Artık eskiden olduğu gibi köylerden kentlere göç eden işçiler yok. Bugün 360’ı aşkın OSB var ve bu OSB’ler bulunduğumuz yerde bizi işçileştiriyor. Sermaye devleti, tarlamızın yanı başında veya üzerinde kurduğu OSB’lerle bizi olduğumuz yerde yerimizden edip köleleştiriyor. Agrobay şirketini Tarım-Sen direnişinden hatırlarsınız, açıkça kendi sitesinde şunu söylüyor: Bu bölgeyi seçtik çünkü hazır işgücü var. Yani buradakiler zaten bu işi yapıyor, ben bunların tarlasını alırım, malını mülkünü alırım, yoksullaştırır ve proleterleştiririm. Bu planlarını açıkça dile getirmekten çekinmiyorlar. “Tarlaları acele kamulaştırmayla gerekirse kolluk kuvvetleri ve zor gücüyle alırım. Bunlar zaten burada ekip biçemeyeceği için mecbur kalıp OSB’ye gelip çalışacaklar” diyor karşımıza çıkan her hukuki düzenleme. “Deprem olursa, OSB’nin yanına konteyner koyarım. Bu evsizleşen, işsizleşen ve hayatı başına yıkılan insanlar benim kölem olur.” Bu düzeyde bir açıklıkla, planlı, programlı ve örgütlü bir güç karşımızda duruyor. Bugün OSBÜK, yani OSB’lerin üst kuruluşu, siyasi iktidara her gün talimat verebilecek bir güce sahip. “Şunu şöyle yapın” diyebiliyorlar. “Acele kamulaştırmalar yeterince acele değil” gibi taleplerle bizim hayatlarımızı şekillendiriyorlar.

Bu holdingci güçler kendi maddi çıkarlarının, güçlerinin ve etki alanlarının pekâlâ farkında olarak emekçi halkımız karşısında giderek daha nobran ve zalimce davranmaktan çekinmiyorlar. Niye çekinsinler? Bütün bir emperyalist sisteme sırtlarını yaslamışlar, devlet onların devleti, yargı onların yargısı, kolluk onların kolluğu, siyasetçiler ceplerinde, seküler avukat da imam efendi de sofralarında… Emekçileri kırılmaz görünen bir ekonomik, politik, hukuki cenderenin içine almışlar; kafasını kaldıranı vurup öldürmekten çekinmediklerine de yakınlarda şahit olduk. Buna rağmen emekçi halkımızın anlatılan mavraları artık yemediğini görüyoruz, dolayısıyla bu zulme boyun eğmeyenlerin de sayısı artıyor. 

Emekçi halka karşı saldırılar genişlese de zulme boyun eğmeyenler her yerde. Geçen dönem Kürt halkını kayyum politikasıyla sindirmek isteyenler o zaman da başarısız olmalarına rağmen bugün kayyum saldırısını genişletiyor. Fakat hakkını “kayyumlar gidecek biz kalacağız” diyerek direnip alan Vanlılar, 25 Kasım’da “susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” diyerek sokakları dolduran kadınlar ve LGBTİ+’lar korkmuyor, 6284 sayılı yasanın hükümlerini aylarca uygulamayarak Migros direnişinden yoldaşımız Gülhan Albayrak’ı yasanın sağlayabileceği güvenceden mahrum bırakıp katledilmesine sebebiyet verenleri de, Agrobay’da olduğu gibi direnen işçilerden patronu korumak için bir günde aynı yasayı suiistimal ederek uzaklaştırma kararı çıkaranları da yenecek olan bu iradedir. Biz bu iradeye güveniyoruz.

Bu yüzden, direnen işçilerin ifade ettiği gibi, “direniş insanın iradesini yeniden bulduğu yerdir” diyoruz. Direndiğinde insan olduğunu anlarsın. Hayatta senden çalınan irade ancak sınıf mücadelesi içinde örgütlü bir şekilde ortaya çıkar. İşte bu şekilde düşmanın açık seçik planında etkisiz bir ayrıntı olmaktan çıkıyoruz, hayatı talep eden konumuna geçiyoruz. Tüm bu süreçlerin bize öğrettiği en önemli ders budur. Biz çocuklarımızın öldürülmesine, köleleştirilmesine ve yüzsüz açıklamalarla suratımıza tükürülmesine razı olmayacağız. Holdingci güçlere yükleneceğiz ve mutlaka kazanacağız.

İşçi sınıfının gücünü koruyacak, geliştirecek, siyasi yöneliminin belirgin olmasını sağlayacak mücadele, direniş, örgütlenme ve dayanışma için yurt çapında birlikte davranışı inşa edecek bir sınıf cephesi ihtiyaçtır. Sınıfın özgücüne dayalı hareket etme kapasitesini geliştirecek, her bir işçinin sınıfının bayrağı olarak gururla taşıyacağı, onu holdingci düşmandan ayrıştıran ve emekçilerle birleştiren bir bağımsız sınıf çizgisine dayalı siyasi cepheyi ilmek ilmek örmeye başlamanın zamanı artık gelmiştir.

Cesaretle Diren Holdingcilere Yüklen!
Sınıf Cephesi İçin İleri!

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler