17 Kasım Pazar günü “Sınıf Cephesi İçin İleri” başlığı ile gerçekleştirdiğimiz konferansımızda konuşan Umut-Sen Koordinatörü Başaran Aksu’nun “Bugünün devrimi geçmişin şiiriyle yapılmaz” başlıklı konuşmasını kamuoyuyla paylaşıyoruz.
Tarihin kitaplarda yazmayan, yani Lenin’de, Marx’ta, Mahir’de, İbrahim’de okuyamayacağımız, özgül bir dönemindeyiz. Büyük ustalardan tekil bir şekilde “şöyle yapacaksınız çocuklar” diye en fazla bir yön, doğru davranma, hata yapmama gibi uyarılar alabileceğimiz bir dönem… Büyük bir savaşın arifesindeyiz. Önümüzde bir işgal siyaseti sürüyor, dolayısıyla Türkiye’yi yöneten dünya egemenlerinin direktifleri doğrultusunda, bunu fırsata çevirecek değişik arayışlar içindeler. “Normalleşme” diyenler de, “vakit tamam” diyenler de esas olarak bu topluma, bu toplumun işçisine, emekçisine, yeni cendereler giydirmeyi, yeni kelepçeler takmayı; onları bildiğimiz, okuduğumuz anlamda köleliğe doğru taşıyacak ilişki biçimlerini inşa etmeye dönük siyasal, toplumsal, ideolojik düzeyde çok çeşitli arayışlar içinde olacaklar. Eğer biz bu hamleyi, egemenlerin savaş politikasını sömürü ve tahakküm hazırlıklarını geri püskürtecek bir yolu bulamazsak tüm bu yürüttüğümüz mücadeleler, örgütlenme çabalarının hepsi bu gürültü içerisinde kendi hak ettikleri değeri ne yazık ki alamayacak.
Buna dair sihirli bir yol yok. Buna dair basit, kolay bir yol yok. Ama insanlık tarih boyunca her zaman zalime, zulüm yapana karşı direnişle yol açmış, yordam yaratmış. Elbette biz dünyayı Marx’ın, Lenin’in gördüğü çerçeveden görüyoruz, anlıyoruz, algılıyoruz, yöntem olarak onlara başvuruyoruz. Ama bu özgül bir dönem, yani olağanüstü krizler dönemi. Bir sürü krizin üst üste bindiği, olağanüstü bir dönemdeyiz. Burada olağan davranışlara, “ama yasa var” diyecek bir muhalefet biçimi karşılık bulamıyor, bulamayacak, bunlar karşısında çareler üretemeyecektir.
Dolayısıyla 40-50 yıldır seçim takip edenler bilir ki işçinin, emekçinin hayatında tek bir değişim, dönüşüm olmamıştır. Genelde memleketi sağcılar yönetir, solcular etkin muhalefet konumunda kalmayı benimsemişlerdir. Çünkü devrimcilik bu topraklarda 90’lı yılların sonunda yenilince, organize saldırılarla devrimcilik kırılınca, devrimci siyaseti sınırlayınca, devrimcileri örgütsüz, dağınık bırakınca liberal bir programa herkesi yedekleyince; yani radikal demokrasi, liberalizmin değişik yüzleri gibi meseleler etrafında toplanınca öyle değilmiş gibi, işçi sınıfının partisiymiş, siyasetiymiş gibi yapıp doğrudan bu radikal programlar etrafında pratik olarak ver olmaya devam ettikçe, sanki muhalifmiş gibi, sanki düzene karşı dövüşüyormuş gibi, sanki bir şeyleri değiştirecekmiş gibi bir yanılsamayı beslemekten, dolayısıyla kitleleri, halkı aldatmaktan başka somut bir çıktısı olmayan sürekli zayıflayan bir döngüselliğin içindeyiz.
Ruh yok. Coşku yok. Kadavralaşmış ilişkiler, yalnızlaşmış, sinikleşmiş… Çünkü çabalamıyor değiştirmek için. Çünkü böyle bir mecali, gücü kendinde bulamıyor. Değersizleştirilmiş, inançsızlaştırılmış, kuşatılmış ilişkiler içinde öncü dediğimiz insanlar, oluşumlar aslında bu değersizleşmeyi, yalnızlığı ortadan kaldıracak cesareti ve cüreti ortaya koyarsa, ortaya atılırlarsa öncü olurlar. Bunlar sakınarak, mıy mıy konuşarak, üstünden atlanarak yapılacak, çözülecek işler değil.
Gerçekten ciddi bir sorunla karşı karşıyayız, bu meselelere bu olağanüstü dönemde olağanüstü cevaplar üretmemiz lazım. Bu meselelere hak ettiği sıklette cevaplar üretmemiz lazım. Türkiye’de devrimciliği sadece devlet baskısıyla değil tartışmalarla, süreçlerle, toplantılarla, ikna yöntemleriyle içeriden dağıttılar. Sadece yukarıdan devletin baskısı, zulmü, hapishanesi dağıtmadı. Aynı zamanda bu liberal ideolojiler, bu tarz bir siyaset etrafında toplaşmak, işçi sınıfından uzaklaşmak, sadece bir söyleme dönüştürmek, işçi sınıfının öncülüğünü sadece söylemsel olarak ifade etmek pratik olarak hiçbir şey yapmayan, hiçbir adım atmayan konformist “önderlere” insanları mahkum eden bir durumla karşı karşıyayız.
Marksizm’in, Leninizm’in, işçi sınıfının devrimci gelenekleri kıymetlidir. Kutbumuzdur; işaret ve uyarı levhalarımızdır. Ama mesele şudur: gelenekler insanları geriye doğru oturtan, hareketsiz kılan, günü kavramayı engelleyen, güne ait olmayan şiiri, güne ait olmayan sloganı, bayrağı insanlara dayatırsak mevcut statükonun, egemen sınıfın yeniden üretilmesinin temel aracı olur.
Biz şimdi aynen işçilere söylediğimizi söyleyelim; devrimcileşmezseniz bir hiçsiniz. Devrimci olmazsa işçi sınıfı bir hiçtir. İşçilerin devrimcileşmesine muhtacız. Bu olağanüstü dönemde daha fazla muhtacız. O yüzden bütün işçi arkadaşlar devrimcileşmenin yolunu bulacaklar. Tüm işçi arkadaşlar egemen bir sınıf olarak Türkiye’yi, Ortadoğu’yu, Balkanlar’ı, Kafkasya’yı yönetmeye talip olacaklar. Egemen bir sınıf olarak inşa edecekler. Bu fabrikayı, atölyeyi, tarlayı, bu muhtarlığı, belediyeyi, parlamentoyu, bu orduyu, emniyeti biz yönetebiliriz diyecek işçi sınıfı. Bunu diyemeyeceği sürece bir avuç asalak, alçak burjuva sınıfının etrafında topladığı yüzde yirmilik muhbir, işbirlikçi, yalaka işçi, sarı sendikacı, ocu bucu, parayla satın aldıkları ve bize karşı kullandıkları kesimi de yanlarına alarak yüzde seksenine bu tahakkümü, baskıyı, çocuk ölümünü, tacizi, her şeyi dayatıyorlar.
Sonra yasa diyorlar, bu yasaları tanımıyoruz. 12 Eylül’ün insanları katlederek, işkence ederek, idam ederek getirdiği yasaları tanımıyoruz. Bu yasaları işçiler, emekçiler yapmadı. İzin isteyerek, bildirimde bulunarak yapılan eylemlerin hepsi sahtekardır. Biz yurttaşlık istiyoruz. İşçi sınıfının taleplerini işçi sınıfının kendisiyle oturarak konuşacaksınız. Kanla, gözyaşıyla, işkenceyle getirdiğiniz yasaları tanımıyoruz. Yasalarla hareket etmiyoruz. İnsana, yurttaşlığa, onura, şerefe en değerli şey neyse onu yasa bilerek yürümek zorundayız. Başka bir yol yok. Ara bir yol yok. Sosyal devlet, sosyal demokrasi diye bir şey yok. Ya yıkacaksınız düzeni ya da gideceksiniz daha güçlü olan bir muhalafetin birine oy atacaksınız. “İmamoğlu bizi kurtarır” diyeceksiniz. Sonra orada bir şey çıkınca, biz ne yaptık diyeceksiniz. Tarihimiz böyle örneklerle dolu. Sosyalistlerin, devrimcilerin tarihi bu yanılgılarla dolu. Bu yanılgılara düşmeyeceğiz.
Fiilen direnen Polonez işçisinin, nakliyat işçisinin, maden işçisinin, kır emekçisinin, köy emekçisinin, direnişindeki devrimci programa, dönüşüm programına gözlerimizi, kulaklarımızı daha çok vereceğiz. Çalışmadan, emek etmeden, gecesini gündüzüne seferber etmeden bu memlekette devrimci bir siyaset üretilemez. Böyle devrim olmaz. Devrimci olmak için herkesin yedi gün yirmi dört saatini seferber etmesi gerekmiyor. Bu yoğun sömürü, baskı, çalışma koşulları altında ayda bir saatini veren herkes devrimci mücadeleyi ileri doğru taşımaya çok büyük katkı sağlamış anlamındadır. Tweet atan, yürüyüşe giden, direnişlere iki bardak çay, üç kutu şeker taşıyan herkes kıymetlidir. Yazan, çizen, anlatan, paylaşan herkesin birleşik mücadelesiyle ancak devrimci siyaset üretilebilir.
Toparlıyor ve önerimi sunuyorum. Biz hem Marx’tan beri bilimsel bir geleneğin devamcısıyız, aynı zamanda hem dünya da hem de bu ülkede isyan geleneğinin bir parçasıyız. Yani Celalileriz biz. Madenciler Celali’dir, devrimciler Celali’dir. Yani bu topraklarda direnen o eşkıyalar Çukurova’dan Ege’ye, Artvin’den Edirne’ye, Trakya’ya, Şırnak’tan Van’a burada insanlar o zamanın zalimlerine karşı kesintisiz bir şekilde direndiler, yüz binlerin, milyonların başları gitti bu kavgalar uğruna. Sanki biz bu kavgada gizlenebilir miyiz, düzenin sahiplerine şirin davranabilir miyiz halleriyle olabilecek şeyler değil. Onlar deli yürekliler.
O zaman ne yapacağız? Cevabı basit. Gelenekleri bir kenara bırakacağız, geleneklere gereken saygıyı göstereceğiz, geçmişe ait şeyler diyeceğiz. Geçmişin şiiriyle bugünün devrimi yapılmaz, geçmişin bayrağıyla da yapılmaz. Bugüne ait program, bugüne ait siyaset, bugüne ait analiz, bugüne ait dertler, bugüne ait yordamlarla olur. Konformist merkezleri terk edin, korkakları terk edin, insanlara tevazu vaat edenleri terk edin. Kendi geleneklerimize, atalarımızın, dedelerimizin isyan geleneklerine kendimizi yaslayalım. Bu olağanüstü süreç içinde biz kendi adımıza düşen bu sorumluluğu yeni yılda beraber ortaya atacağımız bir çağrı merkeziyle devrimciliğin, bu siyasetin, bu iddianın muhatabı olan herkese bir yılda tek tek ulaşıp, onları dinleyip bir yol inşa edeceğiz.
Geçmişte nasıl tartışmalarla, süreçlerle devrimciliği yendilerse hem mücadelenin hem de örgütlenmenin içinde devrimciliği bu kez inşa edelim. Devrimci, kurucu bir tartışmayı bütün memlekete yayacağız, çağrımız budur. Yoldaşlaşalım. Çağrımız budur, bu güçle gelen düşmanla baş etmenin başka yolu yok. Biz kendi şerefli, onurlu ölümümüzü geçmişe, tarihe, ölenlere olan borcumuzu ancak bir güç yaratarak ödeyebiliriz. Bir güç olmadan hiçsiniz. Her şeyimizle oynuyorlar, her şeyimizle alay ediyorlar. Buna müsaade etmeyeceğiz, buna müsaade etmemeliyiz. Çağrımız bizi duyan, bizimle beraber yol yürümek isteyen, bizimle konuşmak, fikrini tartışmak isteyen senede beş saatini, ayda bir saatini, hafta sonlarını, gecelerini ya da yedi yirmi dört emeğini koymak isteyen herkesle yoldaşlaşmaya açığız, açığız, açığız!