Ortaya çıkışından beri kapitalizm daima krizlerle karşılaşmış, bu krizler kapitalizmin adeta değişmez parçası haline gelerek “işlevsel” bir rol almaya başlamıştır.1 Kapitalist dünya ekonomisinin daralma ve genişleme evreleri arasındaki geçişler açısından söz konusu krizler son derece önemlidir. Zira bir yandan üretilen malların niteliksel ve niceliksel bağlamda değişim ve dönüşüm sürecinin gerçekleşmesi diğer yandan emek-sermaye çelişkisinin neden olduğu uzlaşmazlıklar ve çatışmalar ancak “krizler” ve bu krizlere için geliştirilen yeni yöntemler, araçlar veya modellerle aşılabilmektedir. Örneğin, Büyük Buhran sonrasında Keynesçiliğin ve Yeni Düzen (New Deal) programının devreye sokulması veya Amerikan hegemonyasının 1970’li yıllarda çöküş evresine girmesinin ardından Bretton Woods’un çöküşüyle doların altına endekslenmesinin sona erdirilmesi, sabit kur politikasının terk edilmesi ve neoliberalizmin ortaya çıkışı bu kapsamda çarpıcı örneklerdir.
Ancak kapitalizmin bu kez yalnızca yapısal bir krizle (hâlâ etkilerini bertaraf edemediği 2008 küresel finansal krizi gibi) karşı karşıya olmadığını vurgulamak gerekiyor. Kapitalizmin mevcut krizi, aynı anda çoklu kriz türlerine maruz kalması nedeniyle varoluşsal bir tehdide dönüşmüş durumda. Bu bakımdan bir yandan yapısal krizler gerçekleşirken diğer yandan ise Amerikan hegemonyasının çöküş dönemine girmesi nedeniyle yaşanan hegemonik kriz de söz konusu. Bunlara ek olarak sonsuz sermaye birikiminin zaman-mekan mefhumunu aşmak konusunda yaşadığı zorluklar, kapitalizmin neden olduğu iklim krizi, hızla artan tekelleşme ve ABD ile Çin/Rusya arasındaki artan rekabetin mevcut durumda finans ve savaş ekonomisi ekseninde dönen dünya ekonomisini sınırlılıklarına ulaştırma eğilimi de göz önüne alınırsa, sistemik bir krizden2 de bahsetmek mümkün. Dolayısıyla burjuvazinin söz konusu yapısal, hegemonik ve sistemik krizi aşabilmesi için oldukça kapsamlı ve çok boyutlu bir düzeni inşa etmesi gerekiyor. Burjuvazi, bu kapsamda, neoliberalizmin çöküş dönemine girdiği anda düzenin yeniden inşası açısından işlevsel ve çok yönlü unsurları içinde barındıran, adeta “her derde deva” olarak gösterilen yeşil kapitalizmi devreye soktu.
Bu noktada öncelikle yeşil kapitalizmin ne olduğunu, burjuvazi tarafından nasıl araçsallaştırıldığını tartışmak gerekiyor. Ardından spesifik olarak yenilenebilir enerjiyi ve madenler meselesini ele almak uygun olacaktır. Burjuvazinin propagandasına ve liberal hezeyanlara bakıldığında, yeşil kapitalizmi kapitalizmin fosil yakıtlar yerine aşamalı şekilde çevre dostu (!) ve yenilenebilir (!) enerji kaynaklarına dayalı olarak yeniden yapılandırılmasını, karbon salımı gibi iklim krizi açısından can alıcı meselelerin de birtakım uluslararası anlaşmalar ve yasal düzenlemelerle şirketlerin enerji geçişi sürecinde adaptasyonunun sağlanmasını, bireylerin de “bilinçli tüketici” olarak “geridönüşüm” ve “tasarruf” konularında sorumluluklarını yerine getirmesini içeren kapsamlı bir model olarak tanımlamak mümkündür.
Ancak emekçiler ve doğa perspektifinden bakıldığında yeşil kapitalizm konusunda çizilen bu pembe tablonun hiç de iç açıcı olmadığı ortaya çıkmaktadır. Öncelikle, emekçilerin alacağı “tasarruf önlemleri” ya da “geridönüşüm” konusundaki çabaları şirketlerin bitmek bilmeyen sermaye birikimi arzusu ve kâr hırsı uğruna neden olduğu karbon salımının ve küresel ısınmanın azaltılması açısından sonucu değiştirecek düzeyde radikal bir etkiye neden olamayacağını ifade etmek gerekiyor. Bunun dışında rüzgar enerjisi, jeotermal enerji, güneş enerjisi ya da hidroelektrik enerji gibi alternatif olduğu iddia edilen yenilenebilir enerji kaynaklarının da son derece yıkıcı sonuçları bulunmaktadır. Örneğin, söz konusu enerji kaynaklarının tesisleri ve kullanımı için gerekli olan geniş arazileri elde edebilmek için köylülerin arazilerinin elinden alınarak yerlerinden edileceklerini hatırlatmakta fayda var. Ayrıca güneş enerjisinin üretim sürecinde aşırı kaynak ve su kullanımı sorununun söz konusu olabileceğini, güneş panellerinin nihayetinde atık sorununa neden olacağını, ışık ve ısı yansıması nedeniyle yerel sıcaklıkları artabileceğini ve güneş enerjisi santrallerinin ve hidroelektrik santrallerin3 bulundukları alandaki ekosistemi bozucu etkileri olduğunu eklemek gerekiyor. Keza, jeotermal santraller için birinci sınıf tarım arazilerinin yok edildiği ve rüzgar enerjisinin4 de ekosistemi olumsuz etkilediği biliniyor.
Öte yandan, buradaki “yenilenebilirlik” ve “sürdürülebilirlik” propagandasını da irdelemek gerekiyor. Sadece yüzeysel şekilde rüzgar ve güneş gibi faktörler nedeniyle gerçekten yenilenebilir bir enerji kaynağı olduğunu iddia etmek oldukça gülünç ve akıldışı bir hezeyandır. Fosil yakıtlara alternatif olduğu iddia edilen sözde yenilenebilir enerji kaynakları birçok destek unsuruna gereksinim duymaktadır. İşin ironik yanı, bu destek unsurları arasında fosil yakıtların dahi olmasıdır.5 Ayrıca ihtiyaç duyulan batarya, panel ve türbin gibi temel parçalar ise yoğun şekilde madencilik faaliyetlerini artırarak gerek insanlar gerekse doğa açısından olumsuz etkileri ortaya çıkarmaktadır. Dolayısıyla yenilenebilirlik durumu oldukça tartışmalıdır. Kapitalizmin ortaya koyduğu talan, yıkım ve sömürü pratiklerini ele aldığımızda zaten emekçiler ve doğa açısından yenilenebilir ve sürdürülebilir bir düzenin söz konusu olamayacağı aşikardır. Burada sürdürülebilirlikle kastedilen emeğin ve doğanın yok sayılarak her ne pahasına olursa olsun kapitalizmin varlığını sürdürebilmesidir. Bu bağlamda yeşil kapitalizm önemli bir araç olarak işlev görmektedir.
Kuşkusuz, “yenilenemeyen” enerjide olduğu üzere “yenilenebilir” enerjide de madenler kapitalizmin işleyişi ve “sürdürülebilirliği” açısından vazgeçilmez unsurlardır. Böylece daha önce olduğu gibi işçi sağlığının ve iş güvenliğinin yok sayıldığı, bunun sonucunda iş cinayetlerinin meydana geldiği birçok olayla karşı kaşıya gelmeye devam edeceğiz. Keza doğa açısından da yine geri dönüşü olmayan ekolojik felaketler meydana gelecektir. Çünkü maden faaliyetleri ilgili bölgedeki ekosistemin özellikleri değerlendirilmeden, herhangi bir denetim ve önleme tabi tutulmadan gerçekleştirildiği sürece doğanın tahribata maruz kalmaması mümkün değildir. Bu noktada söz konusu durumun somut olarak daha iyi anlaşılması adına burjuvazi tarafından petrol, doğal gaz ve kömür gibi fosil yakıtlara alternatif olarak önerilen güneş, rüzgar, hidroelektrik gibi alternatif “yenilenebilir” enerji kaynaklarının ve “elektrikli” araçlar gibi “çevre dostu” alternatiflerin ihtiyaç duyacağı madenlere yönelik bir değerlendirme yapmak uygun olacaktır.
Bu kapsamda öncelikle, lityum, kobalt, bakır ve nikel gibi madenlerin ve neodymium, dysprosium ve praseodymium nadir elementlerin6 söz konusu sözde yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılabilmesi/üretilebilmesi için vazgeçilmez önemde olduğunu vurgulamak gerekiyor (Bkz: Şekil-1). Böylece “fosil yakıtlara” hiç ihtiyaç duyulmadığını varsaysak bile (ki bu en azından mevcut durum açısından imkansız; örneğin iklim olayları nedeniyle sürekliliği sağlamak adına yenilenebilir enerji fosil yakıtlarla desteklenmek zorundadır), madenciliğe yönelik talebin artacağı ve bunun sonucunda gerek emekçilerin gerekse doğanın “ölümcül” ve “telafisi mümkün olmayan zararlara” maruz kalmaya devam edeceği aşikardır.
Şekil 1: Yenilenebilir Enerjide Madenlerin/Nadir Elementlerin Talep Projeksiyonu
Bu tabloya ek olarak kapitalizmin hegemonik/sistemik krizinin rekabeti ve emperyalist çatışmaları/savaşları artıracağını da göz önüne aldığımızda, durumun emekçiler ve doğa açısından hiç iç açıcı olmadığı ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bir yandan bir tür rıza mekanizması olarak işlev gören yeşil kapitalizmin aslında burjuvazi tarafından yeni bir baskı, zulüm, yerinden etme ve sömürü aracı olarak işlevselleştirilerek zor gücü rolü üstlenmesi de göz ardı edilmemelidir. Örneğin, sermayenin Kongo’da8 çocuk işçilikle kobalt madenciliğini yaptırması, Elon Musk’ın gizlemekte beis görmeden söylediği gibi “gerekirse” Bolivya’da olduğu üzere lityum için darbe gerçekleştirilmesi yeşil kapitalizmin de ihtiyaç duyduğunda zor gücüne başvurabileceğini gösteriyor.
Türkiye özelinde de yenilenebilir enerji ve yeşil kapitalizm bağlamında sermayenin saldırılarını gözlemliyoruz. Örneğin, Samsun/Havza’da Hacıdede, Şeyhkoyun ve Ağdırhasan köylerinin bulunduğu mera alanının 700 dönümlük kısmına rüzgar ve güneş enerjisi santralleri yapılarak köylülerin yerleşim yerleri ve geçim kaynakları hedef alınıyor.9 Ya da Kuzey Ormanları RES ve madencilik için talan ediliyor.10 Oldukça büyük miktarda verimli tarım arazilerine sahip olan Aydın’ın birçok ilçesi jeotermal enerji santralleriyle kuşatılmış durumda. Bu kapsamda Anadolu’nun dört bir yanından yenilenebilir enerji nedeniyle sermayenin gerçekleştirdiği talan ve gasp örneklerini çoğaltmak mümkün. Öte yandan Armutçuk, Soma ve İliç başta olmak üzere onlarca madencinin katledilmesiyle sonuçlanan maden facilarını da hatırlatmak gerekiyor. Zira yenilenebilir enerjiyle birlikte artan madencilik yeni maden facialarına da zemin hazırlıyor. Bu noktada Türkiye’nin kobalt ve nikel gibi “yenilenebilir” enerji için önde gelen maden rezervlerine sahip olduğunu belirtmekte fayda var. İşçi sağlığını ve iş güvenliğini yok sayan emek rejimi sürdüğü müddetçe, madencilerin artan madencilik talebini karşılamak için daha fazla sömürüye, hak gaspına ve katliama uğrama ihtimali bulunuyor. Dolayısıyla, bu hususlar Türkiye sermayesinin oldukça planlı ve organize şekilde yeşil kapitalizm sürecinde yer aldığını, bu nedenle emekçilere ve doğaya yönelik sistematik saldırıların süreceğine işaret ediyor.
Söz konusu örneklerden somut olarak anlaşıldığı üzere “yenilenemeyen” enerjide olduğu gibi “yenilenebilir” enerji bağlamında da farklı sonuçların ortaya çıkmayacağı aşikar. Dolayısıyla jeotermal enerji uğruna sermayenin birinci sınıf tarım arazilerini ve yaşam alanlarına yönelik saldırılarına karşı Ege’de direnen köylülerin ya da hidroelektrik santrali uğruna derelerin, ekosistemin ve yaşam alanlarının talan edilmesine karşı Doğu Karadeniz’de direnen köylülerin mücadeleleri oldukça hayati roller üstlenmektedir. Bu açıdan Sırbistan’da lityum talanına ve rantına karşı direnen halkın öncü figürlerinden olan Alexandar Matkovic’in ifade ettiği süreç yeşil kapitalizmin evrensel tahakküm ve sömürü mekanizmasını oldukça sarih bir şekilde özetlemektedir: a) bir şirketin ülkeye sinsice sızması; b) ulusal yasalara müdahale; c) yerel muhalefetin ve protestoların bastırılması; d) yerel bilgi olmadan yabancı güçlerin devreye sokulması; e) ölüm tehditleri ve f) tüm bunlara karşı sessizlik.
Sonuç olarak, yöntemleri ve araçları değişse de kapitalizmin temel pratikleri aynı kalmaktadır. Ancak bu dönemde hem hegemonik kriz (ABD ve Çin/Rusya rekabeti) hem de kapitalizmin finans-savaş ekonomisi11-tekelleşme-iklim krizi nedeniyle girdiği çıkmaz nedeniyle baskının, şiddetin ve sömürünün derecesi artmaktadır. Yenilenebilir bir kapitalizm ancak bu şekilde şimdilik varlığını sürdürebilmektedir. Yenilenebilir olan da alternatif olan da sürdürülebilir olan da emeğin ve doğanın/ekosistemin varlığı olmalıdır.12 Bunu sağlamak için ise daha önce olduğu gibi direnmek ve mücadele etmek dışında başka bir seçeneğimiz yok.
Kaynak: e-komite
- Bu kapsamda bkz: Giovanni Arrighi, The Long Twentieth Century Money, Power, and the Origins of Our Times, New York: Verso, 2010. ↩︎
- Sistemik kriz bağlamında bkz: Terence K. Hopkins and Immanuel Wallerstein, The Age of Transition: Trajectory of The World-System 1945–2025. London; Atlantic Highlands, N.J.; Leichhardt, NSW: Zed Books; Pluto Press., 1996. Ayrıca bkz: Giovanni Arrighi ve Beverly J. Silver, Chaos and Governance in the Modern World System. Minneapolis: University of Minnesota Press, 1999. ↩︎
- https://umutsen.org/index.php/2024/04/yesil-kapitalizm-diyarinda-hesler-ve-yenilenebilir-somuru-duzeni/ ↩︎
- https://umutsen.org/index.php/2024/04/yesil-kapitalizm-diyarinda-hesler-ve-yenilenebilir-somuru-duzeni/ ↩︎
- Alexander, Dunlap. “Does Renewable Energy Exist? Fossil Fuel+ Technologies And The Search For Renewable Energy”, A Critical Approach To The Social Acceptance Of Renewable Energy İnfrastructures: Going Beyond Green Growth And Sustainability (Ed. Susana Batel ve David Rudolph), 2021, Cham: Palgrave Macmillan, 83-102. ↩︎
- Bu kapsamda detaylı bilgi için bkz:
https://www.stanfordmaterials.com/blog/major-applications-of-rare-earth-elements-in-renewable energy.html#:~:text=The%20production%20of%20wind%20turbines,reliability%20over%20gear-driven%20alternatives. ↩︎ - Bkz: https://www.statista.com/chart/24936/clean-energy-transition-mineral-demand/ ↩︎
- Bu kapsamda ayrıca bkz: Burcu Arıkan, “Sürdürülebilir dolandırıcılığı parçalamak: Antep’ten Kongo’ya bir yeşil kapitalizm masalı”, https://umutsen.org/index.php/2024/03/surdurulebilir-dolandiriciligi-parcalamak-antepten-kongoya-bir-yesil-kapitalizm-masali/ ↩︎
- https://www.samsunsonhaber.com/haber/5501740/chp-samsun-milletvekili-can-yesil-enerji-maskeli-mera-talani ↩︎
- https://tele1.com.tr/kuzey-ormanlarinda-doga-talani-maden-sahasi-icin-genisletme-basvurusu-1063771/ ↩︎
- Sermaye yeşil kapitalizm propagandası yaparken savaş ekonomisini hiç mesele etmemektedir. Örneğin, İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği soykırım sırasında ayrıca ekolojik etkilerin de meydana geldiğini, bu durumun iklim krizi açısından son derece ciddi sonuçları olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Bkz: https://www.theguardian.com/world/2024/jan/09/emissions-gaza-israel-hamas-war-climate-change ↩︎
- Bu noktada ayrıca belirtmek gerekir ki gerek yenilenemeyen enerjinin gerekse yenilenebilir enerjinin doğaya etkilerinin minimize edilmesi ancak emekçilerin idaresi ve organizasyonu ile mümkün olabilir. Kâr marjları ve sonsuz sermaye birikimi yerine insanların ihtiyaç duyacağı düzeyde enerji üretilmesi bu açıdan en öncelikli meseledir. Bunun dışında işçi sağlığını ve güvenliğini esas alarak doğanın ve ekosistemin söz konusu enerji türleri açısından maruz kalacağı etkileri de hesaba katarak gerçekleştirilecek enerji üretimi de oldukça kritik önemdedir. Ancak bu şekilde “sürdürülebilir” bir düzenden bahsedebiliriz. ↩︎