Mert Batur
Soma’nın ortasında bir millet bahçesi var. Yüz yirmi bin nüfuslu bu küçük sayılabilecek yerleşim yerine kuşbakışı bakan bir yabancı, geçtiğimiz hafta bu park ve etrafında olan biteni anlamakta zorlanırdı. Ben de, hangi dili konuştuğunu henüz kurgulamadığım bu yabancıya değilse de en azından Türkçe okur yazara; dilim döndüğünce neler olduğunu anlatmaya çalışacağım.
Son 21 gündür, Soma’nın en önemli gündemi şüphesiz Fernas madencilerinin direnişi. (Direnişle ilgili ayrıntılı bilgiye şuradan veya buradan ulaşabilirsiniz.) Bunu direnişin etrafındaki halkada oluşan ve insanı yanıltabilecek yoğunluğa bakarak söylemiyorum. Bildiğiniz anlamda çarşı, pazar, kahveden, bütün kamu kurum ve kuruluşlarının önemli toplantı odalarına; diğer madenlerdeki tertip binalarından, maden patronlarının çevrimiçi görüşmelerine kadar her yerde bu gündem konuşuluyor. İşte kentin ortasındaki parkta bu hafta yaşanan ilk önemli hadise Fernas madencileri ve ailelerinin direniş sırasında gözaltına alınanlar için 2 gün ve gece boyunca tuttuğu “madenciye adalet” nöbetiydi. Üstelik gözaltına alınan madenciler ve Bağımsız Maden-İş yöneticileri de parkın hemen yanındaki emniyet binasında tutuluyordu. Yani en azından nezarethaneden çıktıkları kısa anlarda attığımız sloganları duyuyorlardı.
Bir işçi direnişi neden adalet nöbetine dönüşür?
Oysa talepler çok basit: Sendikalı olduğu için işten atılan madenciler işe geri alınsın, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemleri tam uygulansın, ücretlere Soma havzasının ortalaması göz önüne alınarak zam yapılsın. İşte bu direnişin etrafında sağlı sollu bütün yaygara bu pirüpak talepleri boğmak için kopartılıyor. Bütün gözaltılar, dümenden yargılamalar, tehditler, teskinler, resmi ve gayriresmi uyarılar, yasaklar, yasalar… Tümü madenciye “Ne talep ediyorsun?” yerine “Nasıl hakkını ararsın?” demek için. Kimse de Fernas’ın ismiyle müsemma patronu ve aynı zamanda AKP Batman milletvekili Ferhat Nasıroğlu’na dönüp, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınması için, hele de 301’in hatırası üzerinde, işçilerin direnmesi mi gerekiyor, diye sormuyor.
Hoş, doğrudan 301’in katillerine de hala hiçbir soru sorulamıyor. Bu da bizi parkın hemen diğer yanındaki adliyede bir mahkeme salonuna götürüyor. Soma Katliamı’nda sorumluluğu bulunan kamu görevlilerinin yargılandığı davanın 2. duruşması da bu hafta görüldü. İlk duruşmada yaşananları yazmıştım, şimdi bakınca haksızlık etmişim, en azından iki sanık salondaydı. Bu duruşmaya hiçbir sanık gelmediği gibi, ailelerin avukatlarının dikkatiyle ortaya çıktı ki sanıklar talimat duruşmalarında esas mahkemeye geleceklerini söylemişler ve ifade vermemişler ancak bu mahkemeye de gelmediler. Avukatlar böyle sürerse sanıklara hiçbir soru sorulamayacağını, bu şekilde de gerçeğin ortaya çıkarılamayacağını söylediler ancak hakim, sanıkların mahkemeye getirilmesi talebini reddetti. Dava konusunun yalnızca görevi ihmal değil, görevi ihmal ederek insan ölümüne sebep olma suçu olduğundan ağır cezaya gönderilmesi gerektiği de söylendi, hakim onu da reddetti. Bütün talep ve itirazlar reddedilince aileler “Enercii diyen Dilan Polat’a zengin diye adalet var, enerjiyi çıkaran madenciye yoksul diye adalet yok” diyerek çıktı salondan. Bir de “Madem adalet olmayacak, neden 10 yıl sonra bu mahkemeyi açıp yaramızı deşiyorsunuz?” diye sordu aileler. 301 ailelerinden Çolakların küçük oğlu Can Çolak’ın Fernas eylemlerinde gözaltına alınan madencilerin ifadelerine avukat olarak katılması veya Fernas madencilerinin davayı takip etmek üzere bir heyetle adliyeye gelmesi gibi örneklerle beraber madencinin adalet arayışı da gözle görülür, elle tutulur bir hale gelip bu öfkeli sorularda somutlaştı.
Solundaki emniyette madencilerin gözaltında tutulduğu, sağındaki adliyede 301 ailelerinin feveran ettiği, önünde Fernas direnişçilerinin ve ailelerinin adalet nöbeti tuttuğu bu büyük parkın içinde ise bir şenlik havası vardı hafta boyunca. 13 Eylül, Soma’nın kurtuluş günü olarak kabul ediliyor ve hafta boyunca yapılan konserler, gösteriler, törenler ve etkinliklerle kutlanıyor. Oysa kutlamanın özü, yani temel iddianın kendisi çoktan yalan olmuş. İşgal edilmiş topraklarda boyunduruk altına alınarak değil de eşit ve özgür yurttaşlar olarak yaşama iddiası, kendisinin en rezil parodisine dönüştürülene kadar iğdiş edilmiş ve bu; bırakalım kutlamayı, biraz hale bakıp tefekkür eden için ancak ağlanacak bir mesele.
Kutlamanın ruhu
Bunu yine Soma’da geçen uzun haftamızdan üç örnekle açıklayayım. İlki malum adalet nöbetine sebep olan gözaltılardan hemen sonra tam olarak gözaltına alındığımız yere madenciler ve aileleriyle beraber tekrar gittiğimiz zamandan. Jandarma karakol komutanı; yolun kapalı olduğunu, bununla ilgili bir karar olmadığını, kararı birazdan göstereceğini, kararı göstermek zorunda olmadığını söyledi. (Evet, herhalde önden yeterli hazırlığı yapmadığı için bu üçünü de peş peşe söyledi.) Sonra önümüzü barikatla keserek yolu trafiğe kapattı. Ancak bu yol hem beş köye giden ana yol hem de Fernas’la beraber diğer maden ocaklarının da kamyon ve servislerinin giriş-çıkış noktası. Bu sebeple yolu bize kapalı tutup şirket araçlarına açmaya çalıştı. Tam bu noktada kendi barikatının önünde, geçemesin diye yolu kapattığı madencilere dönerek şu veciz sözleri söyledi: “Yolu açın da yurttaşlar geçsin!”
İkinci örnek de yine Soma Adliyesi’ndeki 2. Asliye Ceza Mahkemesi salonundan. Malum davanın duruşması görülürken, ailelerin avukat beyanlarıyla ortaya kondu ki; Anayasa Mahkemesi’nin konuyla ilgili kararından sonra dava 2 yıl sürüncemede bırakılmış. Bu 2 yılın 8 ayında dosyada Savcılık tarafından tek bir işlem yapılmamış, kalem oynatılmamış. İddianame hazırlandıktan sonra ise 301 aileleri ve avukatlar dosyadan çıkarılarak taraf sıfatları düşürülmüş. İşte bunun gerekçesi çok ilginç; aileler bu suçun mağduru değilmiş, bu suçun zarar göreni kamuymuş! Yani nasıl ki madenciler yurttaşlıktan jandarma komutanının beyanıyla atılabiliyorsa, 301 aileleri de kamuluktan yani halklıktan savcı kararıyla atılabiliyor. (Bu taraf meselesi ilginç, mesela Bağımsız Maden-İş’in Facebook sayfasının yine Fernas şikayetiyle kapatılması kararını içeren dosya da sendikamız avukatlarına “Siz bu dosyada taraf değilsiniz” diyerek günlerce gösterilmedi ama o da başka yazıya kalsın.)
Üçüncü örnek ise henüz gerçekleşmedi, ancak Fernas işçilerinin Çalışma Bakanlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Fernas Holding önünde gerçekleştireceği eylemleri takip edenler görebilecekler. Ama şimdiden söylenebilir ki; biz onlarca madenciyle beraber Ankara yolundayken eylemimizin bir diğer ayağını yürüttüğümüz Bodrum’da, Ferhat Nasıroğlu’na ait lüks otelin önünde, otel yönetiminin şikayetiyle defalarca kez gözaltına alınan madenciler durumu yeterince anlatıyor. Yeteri kadar paranız varsa yalnızca bir oteli değil, otelin karşısında kendi haklarını aramak için eylem yapan insanlara yönelik engelleme kararını da alabilirsiniz. Yeteri kadar güçlüyseniz, yalnızca Meclis’te yasa yapma yetkisine değil patronu olduğunuz işyerinde bu yasaları çiğneme yetkisine de erişebilirsiniz. Bunu da öyle kabaca rüşvet yedirme anlamında söylemiyorum. O da vardır, ama o ancak çıkabilecek küçük tatsızlıkları garanti altına almak içindir yoksa kimin yurttaş olup kimin olmadığına karar veren jandarma komutanı, kimin kamudan sayılıp kimin sayılmayacağına işaretleyen savcı veya kimin denetlenip kimin denetlenmeyeceğini bilen müfettiş gibi kaymakam da kimin şikayetinin işleme konulup kiminkinin konulmayacağını zaten bilir. Bu bilgi, onun sermaye tarafından biçimlendirilmiş kendi görevinin olağan bir parçasıdır. Biz burada hukuksuzluk değil, aksine hukuk görüyoruz. Ancak bunun iddia edildiği gibi yurttaşlık hukuku olmadığını söyleme hakkımızı da kimse elimizden alamaz. Her gün bu ilişkilerin karşısına dikildiği için yurttaşlıktan atılan madencilerle beraber direnirken üstelik.
Direnenler açısından yurttaş olarak kurtuluşumuzu kutlamak için kayda değer bir gösterge yok. (Ceylan Ertem ve Haluk Levent konserlerinde direnen Fernas işçilerine selam yollanmasını saymazsak…) Normal zamanlarda var gibi olan yasalar, yani yurttaşlığın özü, direnmeye başladığınız anda ancak aleyhininize kullanılabilecek yasaların varlığına daralıyor ve hak ya da özgürlük tanıyan kısımlar derhal askıya alınıyor. Yani lehinize olan bir yasa, ancak ona dayanarak bir şey yapmadığınız sürece var. Bir hakkı kullandığınızda ise ancak o hakkı kullanmanızı engelleyen yasalar yürürlükte oluyor. Buna da hiçbir yerde yurttaşlık denmez. Hatta böylece, yurttaşlık yalanı kendiliğinden faş olur, bu temelsiz iddiaya karşı gerçekte iki sınıfın sürekli karşı karşıya ve mücadele içinde olduğu gözler önüne serilir. Teklifimiz yasayla bulandırılmamış bu son derece hakiki zeminde ciddi bir karşılaşmadır. Öyleyse kutlamalar için de henüz erken, bize önce kurtuluş lazım.