Amerika’nın en kanlı sınıf mücadelelerinden biri esnasında yazılan, “Hangi Taraftasın” adlı meşhur halk şarkısının bir dizesi şöyledir: “Burada Harlan vilayetinde tarafsız diye bir şey yoktur, ya J. H. Blair’in köpeğisindir ya da örgütlü biri.”
Umut-Sen, son yıllarda konferanslarında ışığı “Anadolu’daki Küresel Fabrika” diye kodladığı, küresel tedarik zincirlerinin coğrafyamızın yirmi otuz yıl önce “kırsal” diye bildiğimiz yöreler başta olmak üzere bütün ülkeyi nasıl dönüştürdüğüne ve emekçi halkın bu dönüşüme karşı direnme eğilimine çevirdi. Bu dönüşüm ilk tetiklendiğinde yıkıcı etkileri kamuoyu tarafından pek bilinmediği gibi bir tür kalkınma gibi de algılandı. Buna rağmen geleneksel sendikal yapılarımızın pek çoğu bu bölgelere gidip oralarda örgütlenmeyi harcanan çabaya değmeyecek bir girişim olarak değerlendirdi. Sonuçta buralarda kendi başına bir işçileşme yaşandı. Bu yeni ücretli kesim, Küresel Fabrika’nın yerel uzantıları onları yoksulluğa, güvencesizliğe, geleceksizliğe, iş cinayetlerine, (hele de bir deprem ülkesinde) sağlıksız kentleşmeye mahkum ettikçe, bağları, bahçeleri, ormanları, zeytinlikleri ve dereleri kapitalist sömürüye, talana açıldıkça ve bu dönüşümün yaşanması için temel yurttaşlık haklarından dışlandıkça emekçiler arasında direnme eğilimi yayıldı.
Umut-Sen konferansları bu direniş eğilimini öne çıkarma, kamuoyunda görünür kılma, cesaretlendirme ve cüret kazandırma gayesiyle gerçekleştirildi. Direnenlere söz vererek bölük pörçük, birbirinden ayrık olmadıklarını göstermek istedik, bir yandan kendi kuvvetlerinin farkına varmalarını, kendileri gibi insanlarla bir araya gelmelerini, bir yandan da mücadelelerini büyütmek için ihtiyaç duydukları bilgi ve dayanışmayla teçhiz edilmelerini hedefledik. Artık “bu amaca ulaştık” diyebilecek noktadayız.
Anadolu’daki Küresel Fabrika’nın yerel uzantılarının yıkıcı etkileri ortaya çıktıkça, tıpkı eskimeyen Amerikan halk şarkısında olduğu gibi, küresel fabrikanın art alanındaki mücadele coğrafyalarında tarafsız kalmak imkânsızlaşmıştır. İşçisinden kamu görevlisine, avukatından servisçisine, eczacısından büfecisine bu coğrafyada ya holdingci güçlerin tarafındasındır ya da emekçi halkın. Holdingci güçler, neoliberal küreselleşme döneminde emperyalizmin dolaşım sistemini oluşturan küresel tedarik zincirlerindeki en küçük taşeron işletmeden AKP’nin arka bahçesi olan KOBİ’lere, oradan TÜSİAD baronlarına ve onların uluslararası ortaklarına uzanan bir heyuladır. Fakat holdingci güçler bununla sınırlı değildir, tarafsız kalmanın mümkün olmadığı bu ortamda grev kırıcı ya da muhbir işçi, hayat tarzı üzerinden kendini şirketin yöneticisine yakın hisseden beyaz yakalı, şirketlerin finanse ettiği yerel siyasetçi, patron avukatı, büyük işletmelerden iş kapmaya çalışan küçük girişimci, kapitalist bir devlette esas amirinin şirket olduğunu bilen vali, kaymakam, jandarma komutanı, patronların himmetiyle tekkesini döndüren ve cebini dolduran şeyh, hoca, patronların sponsor olduğu taraftar grubu ve tabii ki şirketin insan kaynakları birimine dönüşmüş sendika… Hepsi holdingci güçlerin birer parçasıdır. Bugün, Anadolu’daki Küresel Fabrika’nın sahnesi olduğu büyük sınıf savaşında hepsi karşımızda yer almaktadır.
Bu holdingci güçler kendi maddi çıkarlarının, güçlerinin ve etki alanlarının pekâlâ farkında olarak emekçi halkımız karşısında giderek daha nobran ve zalimce davranmaktan çekinmiyorlar. Niye çekinsinler? Bütün bir emperyalist sisteme sırtlarını yaslamışlar, devlet onların devleti, yargı onların yargısı, kolluk onların kolluğu, siyasetçiler ceplerinde, seküler avukat da imam efendi de sofralarında… Kırılmaz görünen bir ekonomik, politik, hukuki cenderenin içine almışlar emekçileri, kafasını kaldıranı vurup öldürmekten de çekinmediklerine yakınlarda şahit olduk. Buna rağmen emekçi halkımızın anlatılan mavraları artık yemediğini görüyoruz, dolayısıyla bu zulme boyun eğmeyenlerin de sayısı artıyor. 17 Kasım 2024’te toplayacağımız Umut-Sen konferansı başkaldıranları bir araya getirmeyi, direnenlerin sayısını daha da artırmayı hedefliyor.
“Proletaryanın fiziki coğrafyasında somut, ilişkisel biçimlerde yerleşerek, yerelleşerek, geleceğe dair stratejik bir gerçeklik kazanmak ve bütünlüklü bir sınıf savaşı hazırlığı yapmak için bugünün hakikatinin inşa olduğu sanayi ve maden havzalarında, kanserli hücreler gibi yayılan kentlerin sokaklarında, mahallelerinde, AVM’lerinde, inşaat şantiyeleri ve plazalarında, yani gerçeğin çölünde sınıfın siyasi cephesini yaratmak görevi önümüzdedir. İç içe geçmiş, devasa ölçüde kuvvetlenmiş, kompleks bir düşmanı yenebilmemiz için güç biriktirmek, direnmek, örgütlenmek dışında seçeneğimiz yok. İşçi sınıfının gücünü koruyacak, geliştirecek doğru hareketini garanti edecek mücadele, direniş, örgütlenme ve dayanışma için yurt çapında birlikte davranışı inşa edecek sınıfın özgücüne dayalı kapasiteler geliştirecek her bir işçinin sınıfının bayrağı olarak gururla taşıyacağı onu holdingci düşmandan ayrıştıran, emekçilerle birleştiren bir bağımsız sınıf çizgisine dayalı politik bir zemin olarak bir siyasi cepheyi aciliyetle yaratmalıyız,” diyerek geçen seneki konferansımızı bitirmiştik.
Bu ihtiyaç bugün daha da yakıcı hale gelmiştir. Bu çağrıyı sahiplenen herkesi, bu mücadeleye omuz vermeye cüret edecek olanları 17 Kasım Pazar günü İstanbul’da Türkan Saylan Kültür Merkezi’ne davet ediyoruz. Birlikte konuşalım, birlikte karar verelim, birlikte kavga edelim.
Cesaretle Diren Holdingcilere Yüklen!
Sınıf Cephesi İçin İleri!