Eylül Şenses & Burcu Arıkan
Yeşil kapitalizm son dönemde artık hayatımızın asli bir parçası hâline geldi. Bu bağlamda sıklıkla yeşil dönüşüm hikâyelerine maruz kalıyoruz. Mehmet Şimşek’in açıkladığı Kamu Tasarruf Paketi kapsamında da bir kere daha yeşil dönüşüm vurgusunu gördük. Kamu emekçilerinin servis haklarını dahi ellerinden alacaklarını açıklayan bakan ısrarla vurguladı, yeşil dönüşüm ve OSB yatırımlarına kaynak aktarımının kendileri için vazgeçilmez olduğunu. Bu yeşil dönüşüm başlığı senelerdir hepimizin geleceği açısından önemli bir konumda anlatılıyor ve işçi sınıfına “az tüketin” doktrini ince ince işleniyor. Karbon ayak izi adı altında sermayenin, egemen sınıfların tükettiği bu dünyadan sorumlu da tutulduk. Daha önce yeşil kapitalizme dair yazdığımız yazılarda bu piyasayı çeşitli açılardan irdelemiştik. Holdinglerin yeşil dönüşümle ilişkilerinden ve devletin acele kamulaştırmalar gibi türlü araçla bu yeni sermaye birikimi için arazi ürettiğinden ve Anadolu’nun bir enerji havzasına dönüştürülmek istendiğinden bahsetmiştik. Bu yazımızda biraz daha geniş bir coğrafyada neler olduğuna değinmeye çalışacağız. Kalyon Holding’in Ankara OSB’de birleştirip üretip Konya’da toprağa çaktığı güneş tarlalarının biraz daha büyük hikayesini düşünmemiz gerekiyor. Böylece Hazine ve Maliye Bakanı’nın dilinden düşürmediği, OVP metninde onlarca kere tekrar edilen, bütün IMF, BM ve DB raporlarının ana konusu hâline gelen bu yeşil dönüşümün ne pahasına gerçekleştiğini daha iyi kavrayabiliriz.
Bugün üretilen neredeyse her akıllı telefon, tablet, dizüstü bilgisayar ve elektrikli aracın bataryası kobalt ile üretiliyor. Esas olarak bakır ve nikelin bir yan ürünü olarak üretilen kobalt, bugüne kadar hep daha çok talep gören bu minerallerin yanında göz ardı edildi. Günümüzde ise telefonlar, bilgisayarlar ve elektrikli araçlar için üretilen lityum-iyon pillerdeki rolü nedeniyle kobalta olan talep her geçen gün artıyor. Kobalt minerali, akıllı telefon, bilgisayar gibi cihazlar için vazgeçilmez olmakla birlikte şu an gerçekleşmekte olan yeşil enerji dönüşümü için de anahtar konumunda. Fosil yakıtlardan uzaklaşmayı amaçlayan “temiz enerji” uygulamaları için kobalt ve bakır mineralleri elzem.
Kritik mineral coğrafyalarında hayatın kritik eşikleri
Dünyadaki kobaltın tahmini olarak %70’ini Demokratik Kongo Cumhuriyeti sağlıyor ve bunun büyük bir kısmı da Kolwezi şehrinden geliyor. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin güneyinde, Lualaba Bölgesi’nde yer alan Kolwezi şehri, dünyanın en büyük, erişilebilir ve nitelikli kobalt yatağına sahip. Buradan çıkarılan kobalt, şarj edilebilir bataryaların maksimum stabilite ve enerji yoğunluğuna erişmesini sağlayarak, sarj tutma kapasitelerini artırıp daha uzun süre güvenle çalışmalarına olanak sağlıyor. Böylece örneğin, akıllı telefonlarımızı daha sık şarj etmek zorunda kalmıyor, bataryaların alev alma olasılığını düşünmek zorunda kalmıyoruz.
Kolwezi 1937 yılında Belçika’nın koloni bölgesi olan, o zamanki adıyla Belçika Kongosu’nun maden tekeli tarafından kuruldu. 1960 yılında Kongo’nun “bağımsızlaşması”ndan yedi yıl sonra IMF ve Dünya Bankası’nın da dahliyle “ulusallaşan” tekel, sonunda İsviçre, İngiltere, Amerika ortaklıkları bulunan Generale des Carrieres et des Mines ya da Gecamines adında bir dev hâline geldi. Onlarca yıllık kötü yönetimin ardından 1990’larda iflas eden Gecamines, tam teşekküllü emperyalizm hikayesine yakışır şekilde 2000’lerde özelleşiyor. Bu kadim maden şehrine en büyük darbeyi ise yükselen “temiz enerji” vuruyor[1].
Bu hava fotoğrafında Kolwezi’de bulunan maden alanını ve yerleşim alanına kıyasla ne kadar yer kapladığını görebiliyoruz. 1937 Belçika menşeili Union Minière du Haut-Katanga şirketi sonrasında 1960’larda Gécamines kurumunun açtığı maden alanı çizgili alan. Bugün Çin ve Kanada da bu alanda aktif.
Bugün alanda faaliyet gösteren Çinli şirketlerin maden sahaları her geçen gün şehrin içine doğru genişliyor. Madencilik izinlerinin şehrin yüzölçümünün büyük bölümünü kapsadığı Kolwezi’de, maden şirketleri şehir sakinlerine şehri terk etmeleri için cüzi miktarda paralar teklif ediyorlar. [2]Yaşlılar başka bir yere yerleşip yeni bir hayat kuramayacakları için nihayetinde yok olacağını düşündükleri şehirlerinde “ölmeyi bekliyorlar”. Madenlerinin genişletilmesi, toplulukların zorla yerinden edilmesinin yanında, cinsel saldırı, kundaklama ve dayak gibi ağır insan hakları ihlallerine yol açıyor.
Kobalt, Kongo’nun sahip olduğu ve dünyaca arzulanan tek mineral değil. Demokratik Kongo Cumhuriyeti, geç 19. yüzyıldan bugüne, dünyada yeni buluşlar ve endüstriyel gelişmelerin dünya için bir ihtiyaç hâline getirdiği hemen hemen her hammaddenin kaynaklarının önemli bir kısmına ev sahipliği yapıyor. 1880’lerde piyano tuşları, haçlar, takma dişler ve oymalar için fildişi, 1890’larda araba ve bisiklet lastikleri için kauçuk, 1900’lerde sabun üretimi için palmiye yağı, 1910’larda sanayi için bakır, kalay, çinko, gümüş ve nikel, 1940’larda nükleer bombalar için uranyum, 2000’lerde mikroişlemciler için tantal ve tungstenin elde edilmesi için yağmalanan coğrafya, 2010 yılından beri de şarj edilebilir bataryaların kobalt ihtiyacını karşılıyor. Kongo’nun elmas ve altın kaynağı olarak sömürüsünün ise spesifik bir zamanı yok. Bütün bu sömürü tarihi boyunca, Kongo halkı, bu kaynak zenginliğinden yararlanmak bir yana, bu kaynakların edinilmesi için köle işgücü olarak hizmet etmiş.[3]
Trilyonlarca dolarlık maden yataklarına ev sahipliği yapmasına rağmen Kongo nüfusunun dörtte üçünden fazlası yoksulluk sınırının altında, üçte biri gıda güvensizliği yaşıyor. Kongo çocuk ölümlerinde dünyada 11. sırada, temiz içme suyuna erişim yüzde 26, elektrik altyapısına erişim ise sadece yüzde 9. Kâğıt üzerinde devletin karşılamakla yükümlü olduğu ama fiiliyatta ücretli olan eğitim sistemine katılamayan çocuklar, özellikle madencilik bölgelerinde ailelerine destek olmak için çalışmak zorunda kalıyor. Büyük teknoloji ve otomobil şirketlerinin çok büyük servetler yaratmasını sağlıyor olmalarına rağmen, çoğu kobalt madencisi günde bir ya da iki dolar arasında bir gelir elde ediyor. Kongo’nun bugün içinde bulunduğu durumda sağlık ve eğitim haklarının kısıtlanmış olması tesadüf değil. IMF ve Dünya Bankası eliyle yapısal uyum programlarına tabii olmuş her coğrafyada bu tablo yaşanıyor.
1977 senesinde YUP ile tanışan Kongo’da en temel müdahale kamuya oluyor ve ikiyüzelli bin kamu çalışanı tazminatsız işten çıkarılıyor. Bugünlerde Türkiye’de önemli bir gündem olan kamu tasarruf paketi IMF ve Dünya Bankası’nın emperyalist politikalarının en temel unsurlarından. 1987 senesinde Kongo’da kamu masraflarının kısıtlanması doğrultusunda bir Yapısal Uyum Paketi daha uygulanıyor. Bu programlar 1980’lerde Latin Amerika’da da ilk olarak hıfzıssıhha ile içme suyu yatırımlarına saldırmıştı. Mike Davis bunu Meksika’da YUP uygulamaları sonrasında doğum esnasında ölüm oranlarının 1980’de 100.000’de 82 iken 1988’de 150’ye çıkması üzerinden örneklendiriyor. Sağlık hizmetlerine yapılan kamu yatırımlarının kesilmesi ile işçi sınıfının hastanede doğum imkânı elinden alınmış oluyor ve işçi sınıfının YUP’lar ile mahkûm edildiği kader çalışırken ölmenin de ötesine geçiyor[4].
Emperyalist şirketler ile Kongolu yolsuz ve çoğu bu vesile ile akıl almaz zenginlikler edinmiş siyasilerin işbirliği ile oluşturulan bu sömürü düzeninin en korkunç ve insanlık dışı tarafı ise enformel madencilik. Birçok Kongolu endüstriyel madenler ve büyük maden şirketleri için çalışırken, çok daha fazlası profesyonel ve büyük ölçekli ekipman olmadan en ilkel aletleri kullanarak, binlerce kişiyle birlikte gayri resmî çukurlarda kazı yaparak çalışıyor. Hükümetinin kendi tahminlerine göre, şu anda Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden ihraç edilen kobaltın %20’si ülkenin güney kesimindeki bu enformel madenciler tarafından çıkarılıyor. Amnesty International’ın raporuna göre bölgede büyük endüstriyel operasyonların yanında çalışan yaklaşık 110.000 ila 150.000 “zanaatkar” madenci bulunuyor. [5] Bir milyondan fazla kişinin de ticaret ve taşımacılık yoluyla dolaylı olarak bu sektöre dahil olduğu tahmin ediliyor. Endüstriyel madenlerin atık yan ürünleri içerisinde kobalt içeren kayaların toplayıcılığını yapan, kayaları yıkayıp, kobaltı ayıran küçük çocuklar da bu sektörün parçası. Ekim 2022’de ABD Çalışma Bakanlığı, Kongo’da kobalt madenciliğine katılan çocuklar nedeniyle, lityum iyon pilleri çocuk işçiliği ile üretilen ürünler listesine ekledi.[6]
Enformel madencilik son derece tehlikeli ve insan hakları ihlalleriyle dolu bir alan. Genellikle kaotik koşullarda, kişisel koruyucu ekipman olmadan yapılan madencilik sırasında yaşanan maden çökmeleri bugüne kadar yüzlerce ölüme ve yaralanmaya neden oldu. Bu koşullarda elde edilen kobalt, dünyanın en zengin elektronik şirketlerinden bazıları da dahil olmak üzere birçok çok uluslu şirketlerin tedarik zincirine giriyor.
“Temiz enerji” dönüşümüne bağlı olarak artan lityum madenciliği de aynı şekilde bir sömürü hikayesi. Lityum rezervleri yoğun olarak Güney Amerika’da “Lityum üçgeni” denilen alanda bulunuyor. Şili, Bolivya ve Arjantin sınırlarını kapsayan bu bölgede kuyulardan lityum tuzları çıkarılıyor ve sonrasında potasyum, magnezyum, boraks gibi maddeler içeren havuzlarda bekletiliyor[7]. 12-18 aylık bekleme süreleri yoğun bir su kullanımı gerektiriyor. Sektör, Şili’de bulunan Salar de Atacama bölgesinde su kaynaklarının yüzde 60’ını tüketmiş. Ne hikmetse bu rezervler hep kaynakları zengin; ama halkı yoksul olan bölgelerde bulunuyor. Konuya ilişkin çoğu rapor sermaye eksikliğinden bahsediyor. İş gücü eksikliği pek çekilmiyor; çünkü kendi geçim imkanları talan edilen halk doğrudan işçileşmiş oluyor. Örneğin, Bolivya’da Salar de Uyuni bölgesi halkları nesillerdir sürdürdükleri kinoa tarımını artık yapamaz duruma gelmiş. Alman, Çin ve Rusya menşeili şirketlerin rekabet alanına dönen bu topraklarda halk Lityum’a “beyaz altın” bu sermaye işgaline “beyaz altına hücum” diyor[8]. Bütün bu alanlar suyu su kaynaklarından Lityum havuzlarına taşıyan borularla kaplanıyor. Sermaye talan için girdiği her coğrafyayı, insan hayatını da kendisine kaynak gören bir gözle yeniden inşa ediyor.
BM raporlarında Kongo’nun detaylı şekilde araştırıldığını görüyoruz. Üçüncü dünya ülkelerine dair veri üretme pratiği emperyalizme içkin kadim bir pratik[9]. Gécamines başlı başına bir vaka. Hem sözüm ona “ulusal” dönemi, hem 1967 sonrasında IMF ve Dünya Bankası’nın dahil oluşu ve 2000’lerde geçirdiği özelleştirme ile tam teşekküllü bir emperyalizm hikayesi. DB ile yürüyen Zaire operasyonu birlikte iş yapma biçimlerine dair bir belge de mevcut[10].
Mike Davis’in Kongo’dan bahsettiği “İhtiyaç fazlası insanlık mı? ” bölümünde Yapısal Uyum Programlarının halkı hem maddi hem de manevi olarak ne duruma getirdiği çok iyi anlatılıyor. Burada emperyalist talan için Gécamines ve madencilik önemli bir rol oynuyor.
Yani başa dönersek, Kolwezi’den para vererek sürülmek istenen insanlar “ölmeyi bekliyoruz” diyor. Kinaşa’dan da “ölü bir şehir” diye bahsediyorlar. IMF ve DB’nın elini attığı her yer ölüyor. Dünya Bankası raporundaki Zaire Kongo’nun eski adı. Yani 1995’te hazırlanan Kongo operasyonu… Tüm bu raporlarda 1960’da Belçika’dan bağımsızlığını ilan ettikten sonra IMF ve DB’nin Kongo’ya sızma girişimleri kendi ağızlarından detaylı anlatılıyor. 1983’te ekonomi sonunda liberalleşti, özelleştirme hızlandı gibi ifadeler ile iyice açık bir hâle geliyor[11].
Kobalt ve Bakır yeşil dönüşüm ile önem kazandıkça sermayenin arayışları yaygınlaşıyor. Şili, Bolivya, Arjantin ile Kongo dışında yine Afrika’da Angola, Zambiya ve Kongo’yu içeren bakır ve kobalt çıkarma ve taşıma işi için Lobito Koridoru denilen eski bir emperyalist lojistik hattı hayata döndürülmek isteniyor. Lobito koridoru 1902-29 seneleri arasında Belçika ve Portekiz tarafından sanayi ve tarım ürünlerini Afrika’dan çıkarmak için inşa edilmiş. Bugün yeşil enerjinin yeşil emperyalizmi kobalt ve bakır taşımak için Dar es Salaam limanına ulaşacak hatta göz dikmiş. Bu bölgeye “bakır kemeri” de deniliyor ve Amerika ile Çin’in de yoğun rekabeti var bölgede. İkisi de ayrı ayrı 1 milyar doları aşan yatırımlar yapmış[12]. Bakır fiyatlarındaki artış bu piyasanın en önemli sorunu ve bunun için sadece rezerv alanı artışı ve lojistik hat inşası yetmiyor. İş gücünün terbiyesi en temel sorun olarak konuşuluyor ve üretimi durduran grevler yeşil dönüşümün önündeki hayati bir sorun olarak yazılıp çiziliyor[13]. Dolayısıyla Kongo’da yaratılmış olan türden güvencesiz bir sömürü düzeninin yeşil dönüşümün mümkün olması için en temel beklenti olduğu çok açık. Yeşil kapitalizm tarlaları yok ederek, kendi meta dolaşımı için yaşam alanlarına rayları, boruları döşeyerek ve çocuktan yaşlıya insanların hayatlarını sömürerek kendisini var ediyor. Bunu da sürdürülebilir bir gelecek adıyla pazarlıyor. Sermayenin sürdürülebilirliği açısından yeşil dönüşüm kaynaklı yeni bir sermaye birikiminin aciliyeti ortada. Mehmet Şimşek tarafından açıklanan kamuda tasarruf paketinin de sihirli kelimesi sürdürülebilirlik. Bütün bu tablonun içerisinde Türkiye güneş paneli ve rüzgâr tribünü tarlasına dönüşüyor. Jeotermal kaynak için sondaj kuyuları tarlaları delik değiş ediyor. Payımıza düşen OSB ve lojistik ağ için ucuz iş gücü olmanın yanı sıra enerji piyasasına güneşi, rüzgârı iyi arazi rezervi sağlıyoruz. Taşın, toprağın, güneşin, rüzgârın, insanın her miliminden kar etmenin mükemmel bir örneği olarak Bahadır Özgür’ün ortaya çıkardığı Cengiz Holding ve ülkedeki bakırdan İngiltere’de kobalt üreterek enerji baronu olmak hikâyesini hatırlamakta fayda var[14]. Anadolu coğrafyası “kritik mineraller” denilen kaynaklar açısından zengin değil; ama bakır, gümüş, nikel, kurşun ve demirden çıkarmak da bu üretimin bir parçası. Örneğin, Demirexport’un bu madenlere yönelimi takip edilebilir.
Burada yeşil dönüşümün nasıl bir coğrafya üzerinde hareket ettiğini, kendisine nasıl yeni bir kaynak ve lojistik ağı kurduğunu ve adım attığı her yerde halkı nasıl mülksüzleştirip işçileştirdiğini ve hatta bildiğimiz anlamda herhangi bir iş güvenliği önleminin izinin dahi görülemeyeceği düzeyde kötü çalışma koşulları dayattığını özetlemeye çalıştık. Türkiye’de gündem olan OVP, 12. Kalkınma planı ve kamuda tasarruf paketi gibi metin ve açıklamaların tamamında bahsi geçen yeşil dönüşüm, OSB, gıda arzı güvenliği başlıkları IMF ve Dünya Bankası’nın ve uluslararası sermayenin bu tarihsel akışındaki yerini buluyor. Burada en önemli nokta emperyalistlerin en büyük korkusunun üretimi durduracak işçiler olması. Yeni dönemin sürdürülebilirlik kavramı doğrudan sürdürülebilir iş yeri, çalışma gibi manipülasyon kavramları da icat ediyor ve bunları bazen kendi sendikalarını kurarak bazen de kavram ve politikalarını var olan sendikalara akıtarak sınıfı terbiye aracına çeviriyor. İşçi sınıfının karşısındaki tabloyu gözümüzde canlandırmamıza gerek yok, Kongo’da çamur dolu çukurlara sokulup eliyle maden çıkarmaya çalışan çocuklar kurtulamasın ve dünyanın “görece” daha iyi sömürü koşullarına sahip kesimleri de o dibe çekilsin istiyorlar. MESEM ile çocuk işçiliğin kurumsal ve meşru hâle gelmesi ile Kongo’daki çocuk kölelerin arasındaki ilişki dolaysızdır. Enerji bizim için üretilmiyor. Bizim hayatlarımız pahasına üretiliyor. Bizler de bu dolandırıcılığı sürdürmeyi reddetmeliyiz.
[1]https://www.taipeitimes.com/News/biz/archives/2022/11/20/2003789254
[2]https://www.taipeitimes.com/News/biz/archives/2022/11/20/2003789254
[3] Kara, Siddhart, Cobalt Red
[4] Davis, Mike. Gecekondu Gezegeni
[5]https://www.amnesty.org/en/documents/afr62/3183/2016/en/
[6]https://abcnews.go.com/International/cobalt-mining-transforms-city-democratic-republic-congo-satellite/story?id=96795773
[7]https://hir.harvard.edu/lithium-triangle/
[8]https://www.aljazeera.com/features/longform/2024/3/16/surviving-the-white-gold-rush-life-in-south-americas-lithium-triangle-2
[9]https://documents1.worldbank.org/curated/en/099027206242234922/pdf/IDU0e04324a0026800474a0b43c0d9dca0b42871.pdf
[10]https://documents1.worldbank.org/curated/en/839881468244558069/pdf/multi-page.pdf
[11]https://documents1.worldbank.org/curated/en/481111468025777429/pdf/357260ZR0Aid010reform0congo2.pdf
[12]https://maritime-executive.com/article/u-s-and-china-back-competing-rail-corridors-to-zambia-s-copper-belt
[13]https://oilprice.com/Metals/Commodities/Is-Copper-Heading-to-15000.html
[14]https://sendika.org/2023/08/komprador-cengiz-pisligi-bize-katma-degeri-ingilize-bahadir-ozgur-gazete-duvar-689763