6 Şubat’ta başlayan ve 11 kenti etkileyen depremlerin yol açtığı yıkımın ve katliamın sorumlusunun, inşaat lobisi devleti olmak adına siyasal iktidarın imar politikaları olduğunu biliyoruz.
Depremin ardından acil arama ve kurtarma, ilk yardım, ambulans hizmeti ve hastanede tedavi gibi süreçlerin işletilebilmesi gerekirken hastanelerin de yıkıldığı, sağlık emekçilerinin ve yatışlı hastaların katledildiği, hasta kabulü ve tedavisinin mümkün olmadığı bir tablo ortaya çıktı.
Hastaneler güvenli sağlık hizmeti veremeyecekse, neden yapılmıştır?
Bugün Hatay’da Defne Devlet Hastanesi yapımının sağlık bakanı tarafından AKP’ye pay çıkarmak ve itibar edinmek için reklamla araçsallaştırıldığını görüyoruz. Onlarca yıldır yapımı için harekete geçilmeyen devlet hastanesinin bugün birkaç haftada yapılması üzerinden nemalanmaya çalışan siyasal iktidarın amacının sağlık hizmetini karşılamak değil, kendi politikalarıyla yıkımının mimarı olduğu kente makyaj yaparak içinde ne sağlık çalışanı kadrosu ne ekipmanı olan dört duvardan oluşan paravanla bir seçim propagandası örgütlemektir.
Hastanelerin yıkılmasını edilgen biçimde ifade edersek yapımında parmağı olanların edimini görünmez kılarız, şöyle dile getirelim: hastaneleri yapanlar ve yapımının her aşamasında da yıllar içindeki yıpranmaya karşı da denetleme, güçlendirme, gerekli olduğu hallerde yıkma ve yeniden inşa etme, ettirme yükümlülüğü olanlar, deprem gibi bir afet durumunda sağlık hakkı gibi yaşamsal ihtiyaçlardan birini sağlama işlevini yerine getirmesi gerekirken yıkılmasından da sorumlu oldukları için işledikleri suçu, asla gerçek ve nitelikli bir zemin etüdü süreci işletmeden enkazların üzerine yeniden güvenli olmayan hastaneler inşa ederek örtbas etmeye çalışıyor.
Söz konusu kamu kurumlarının ve makamlarının, taşeron gibi kullandığı alt birimler ve yetkiler yoluyla ticaret yaptığı; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın TOKİ Başkanlığı, Sağlık Bakanlığı’nın Sağlık Yatırımları Genel Müdürlüğü ve cumhurbaşkanlığının OHAL kararnameleriyle dayattığı, halkı mülksüzleştirerek değerli arazilere el koymanın yolunun yapıldığı, Rönesans, REC, Kuzu Grup, Altındağ, Sarıdağlar, YDA, Kalyon gibi şirketlere hastane ve konut inşasıyla çevre düzenlemesi ihalelerini verdiği döngü, Van depreminde, Bitlis’te yaptığı okul ağır hasar gören Kuzu Grup’a Antakya’da afet konut ve altyapı ihalesi; kullanılamaz durumda olan Hatay Devlet Hastanesi’nin müteahhidi Altındağ’a Adıyaman’da afet konut ihalesi hiçbir beis duymadan verilmiş olması şeklinde işliyor. Örnekler bu denklemde çoğalıp gidiyor.
Hatay’da dere yatağı kenarına inşa edilmiş olan Antakya Eğitim Araştırma Hastanesi Ek Hizmet Binasının 2006’da %40 oranında depreme dayanıksız raporuna karşı, Birlik Sağlık Sendikası 2010, 2011, 2012’de yaptığı basın açıklamaları ile, “Kampüs hastane projemiz ölüm projemiz olmasın!” çağrısıyla tehlikeye dikkat çekmeye çalıştığı halde dikkate alınmadığı için deprem sonrası enkazından onlarca sağlık emekçisinin günler sonra ve günler boyunca cansız bedeni çıkarıldı. 2016’da aynı zemine inşa edilen ana bina ise ayakta olsa da ağır hasarlı olduğu için kullanılamaz durumda olduğundan bahçesine kurulan sahra hastanesinde gönüllü sağlık emekçileriyle hizmet verilen bir hayalet bina olarak depremde adından söz ettirdi.
11 yıl önce çürük raporu almış olan İskenderun Devlet Hastanesi’nin hem sağlık emekçileri hem hastalar için riskli hizmet vermeye devam etmesi depremde yıkılmasıyla son buldu. Günlerce enkazdan çıkarılan 70’ten fazla sağlık emekçisinin hayatıyla oynandı.
Samandağ Devlet Hastanesi, Antakya Eski Devlet Hastanesi, Kırıkhan Devlet Hastanesi, MKÜ Tıp Fakültesi Hastanesi (acil servisi hariç), Özel Defne Hastanesi, Antakya Özel Akademi Hastanesi Hatay’da kullanılamaz durumda olan, kadrosuna, hastasına, ekipmanına mezar olan ya da kullanılamaz durumda olan diğer hastaneler.
Diyarbakır’da Lice Halis Toprak Vakfı Devlet Hastanesi’nin 2017’de özel bir mühendislik şirketine yaptırdığı deprem performans analizi raporunda binaların göçme riskine karşı güçlendirme gerekliliği belirtilmesine rağmen bugün hâlâ sağlık emekçilerinin ve hastaların hayatı tehlike altında.
Maraş’ta ayakta kalan tek hastanenin Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi olduğunu biliyoruz, Necip Fazıl Şehir Hastanesi ve sadece acil servisinde hizmet verilebilen Göksun Devlet Hastanesi de depremde kullanılamaz durumda olan hastanelerdi.
Antep’te İnayet Topçu Hastanesi ile Malatya’da Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi, sismik izolatörlerinin zemin hareketini binaya kontrollü aktarılması sonucu depremde hasar almadı.
11 ilde afet durumunda harekete geçirilebilecek yerel yönetim birimlerindeki insan gücünün ve ekipmanın depremde enkaz altında kalması ya da tüm kurtarma, hayata döndürme faaliyetlerine kanalize edilememesi sorunu; olağan zamanda afet durumuna istinaden çalışma yapılmaması, eğitim verilmemesi, bütçenin yerinde harcanmaması, acil durum envanteri yokluğu gibi sorunlarla beraber bunların var olsaydı dahi güvenli bir noktada depolanıp devreye sokulacak bir planlamadan yoksun olması, yıkım sonrası ihtiyaçları karşılama yetersizliğinde ikinci derece pay sahibidir. Depremle binlerce insanın bir anda ve günler içinde katledilmesinin ana kaynağının tüm bu sağlık hizmeti verebilmesi gereken hastaneler, il ve ilçe sağlık müdürlükleri, aile sağlığı merkezleri ile beraber kritik müdahaleyi yapabilecek kamu kurumlarının da yıkılmasına neden olan imar politikaları olduğunun altını çiziyoruz. Bu politikalar ki imara açma, özelleştirme ve satış, kamu yararı gözetilmeksizin kamulaştırma yoluyla yandaş şirketlere ihale verme, ihalelerin verildiği sermaye sahiplerinin uğraşsız düşük maliyetli, kaypak zeminler üzerine inşaat yapım süreciyle, bu süreçte inşaat işçilerinin İSİG önlemleri sorumluluğu alınmadan çalıştırılıp öldürülmesiyle, en kârlı ve kanlı sektörden biri olan inşaat lobisinden elde edilen rantın bölüşülmesiyle belirleniyor.
Deprem illeriyle beraber bu süreçte, İstanbul’da, Sağlık Bakanlığı ve İBB protokolüne göre inşa edilen Kağıthane Devlet Hastanesi’nin deprem güvenirliğini sağlamadığı için Şişli Hamidiye Etfal Hastanesi’ne taşınacağını öğreniyoruz. Hastanenin 2005’te, 1999 Marmara depremi sonrasında inşa edilip bugün deprem güvenirliğinden geçememiş olması, siyasi kaygılar ve hesaplarla alelacele inşa edilip insan hayatını reklama indirgeyen Defne Devlet Hastanesi’nin ne kadar güven verebileceğini ortaya koymak için yeterlidir.
Andığımız tüm bu ihaleler, sağlık hakkı yerine daha ziyade satın alınabilir bir muhtevası olan sağlık hizmeti gibi işleyiş ve anlayışları esastan reddederek herhangi bir yolla itiraz hakkı saklı bırakılmayan ve hatta kendisi de lağvedilmiş kamunun, halkın ve söz konusu hizmeti üreten emekçinin hastanelerini inşa etme görevi ve sorumluluğu taşımayan hiçbir kurum ve kişinin can güvenliğimizi ve yaşama hakkımızı koruma kaygısı yoktur. Meslek hastalıkları hastanelerinin özneleri olan işçilerin tedavi sürecinde çalışma sürecinde olduğundan daha hızlı biçimde güvencesizleştirilmesi gibi, deprem öncesinde yeterince güvencesizleştirilmiş koşullarda kağıttan evlerde, iş yerlerinde, okullarda, tüm kamusal alanlarda tehlike içinde yaşadığımızı ve tehlikenin eskisinin aynısı olan imar politikalarıyla hızla yeniden örüldüğünü görüyoruz.
Son olarak, İstanbul’da yüksek gerilim hattı altına kurulan Özel Doğa Hastanesi’nin kaçak katlarıyla beraber yüksek gerilim hattına tecavüz eden bina kısımlarının yıkılmamasından sorumlu olan dönemin Esenyurt Belediyesi başkanı ve ilgili çalışanlarının İçişleri Bakanlığı tarafından soruşturmadan kaçırılması, 31 Ekim 2013’te TDS Reklam’ın görevi dışında tabela tamirine gönderdiği 17 yaşındaki ofis çalışanı Eren Eroğlu’nun akıma kapılarak öldürülmesinin paydaşlarını gösteriyor. Hesap sorması gerekenlerin suçluları kolladığı yerde bizler hesap sormaya devam edeceğiz.