spot_img
spot_img
Ana SayfaÇeviriFransız sendikalar karşılık verirken - Fx Hutteau

Fransız sendikalar karşılık verirken – Fx Hutteau

FX Hutteau bu yazısında, Macron’un emeklilik reformunu, bu reforma karşı verilen örgütlü mücadeleyi bize en ön saflardan aktarıyor ve Sarı Yelekliler hareketinin doğuşunu, eylem süreci içinde uygulanan mücadele yöntemlerini bize anlatırken aynı zamanda reforma karşı yapılan atağın kendi içinde nasıl dönüştüğünü ve de eko politikayla nasıl ortak bir paydada birleşildiğini, gençlerinse harekete katılımının nasıl, ne zaman, ne şekilde gerçekleştiğini gözler önüne seriyor. Umut-Sen Çeviri Kolektifi olarak çevirdiğimiz metni sizlerle paylaşıyoruz.

Bu yılın ocak ayından beri Fransa, Macron’un emeklilik reformu ve buna karşı çıkan güçlü hareketin temposu içinde yaşıyor. Emeklilik sisteminin korunması, sendikaların ve Fransız solunun neoliberallere karşı tekrar eden mücadelelerinden biri. Toplumsal çatışmanın nasıl tekrar ettiğini anlamak için reformları listelemek yeterli: 1993,1995, 2003, 2010,2013 ve grevin mağlubiyete uğrattığı 2019’un başarısız reformu. Bu reform karşısındaki hareket de oldukça geniş: İşçilerin %93’ü reforma karşı ve oldukça geniş bir sendika koalisyonu tabanını oluşturuyor; ayrıca hareket, parlamentodaki son sol (NUPES) sendika tarafından da destekleniyor. Ancak, iki aylık düzenli örgütlenmenin ardından herhangi bir şey kazanamamış olmaktan dolayı, hareket sertleşti.

Fransa’daki emeklilik reformu karşısındaki güncel hareketi anlamak için, yirmi yıldan daha fazla bir süredir bu eylemin genel çerçevesi sayılan Fransız-tarzı toplumsal hareketi (mouvement social à la française) anlamak gerekli. İlk örnek, Juppé planı (kamu sektörü işçilerinin toplumsal haklarını, özellikle de emeklilik haklarını kısmayı amaçlayan politika) karşısındaki 1995 hareketi. Fransız-tarzı toplumsal hareket, neoliberal reformlar karşısındaki farklı ekonomik sektörlerin ve sendikaların ittifakı, böylece her zaman bir karşı atak. Fransız-tarzı toplumsal hareket, öncelikle 2016 yılı boyunca çalışma yasaları (loi travail) karşısında ve pek çok kez hareketliliğin bu biçiminin nihai sonu olarak yorumlanan Sarı Yelekliler (Gilets Jaunes) eylemleri olmak üzere ikili bir deneyime sahip. Bu hareket, eylemin bu formu için önemli bir sınav: Toplumsal hakları, maaş artışlarını ve toplumsal güvenliği kazanmaya hâlâ muktedir mi yoksa bu Fransız-tarzı toplumsal hareketin son performansı mı?

İlk olarak 2016, slogan ve taktiklerin radikalleşmesinin bir anıydı. Macron’un henüz Ekonomi Bakanı olduğu sırada, Macronizm’in politik çerçevesi içerisinde meydana gelen ilk toplumsal hareketti. Bu hareket, çalışma haklarını sınırlandırmayı amaçlayan loi travail adlı yeni bir yasanın karşısındaydı ve sendikalar için de hayati önem taşıyordu çünkü yasa, onların örgütlenme ve müzakerede bulunma becerilerini de ciddi bir şekilde kısıtlıyordu. Ancak sendikalar, mücadelelerini; Fransa’da alışılagelmiş olan Salı ya da Perşembe gösterileri ve ‘nadir grev’ (‘grève perlée’) şeklinde, yani grev günlerinde süreklilik arz etmeyen grevler gibi son derece ritüelleşmiş toplumsal çatışma biçimlerinin ötesine taşımadılar.[1] Önümüzdeki günlerde mevzubahis konulardan biri de sendika liderlerinin kesintisiz bir grevi etkili bir şekilde gerçekleştirip gerçekleştiremeyecekleri.

Fransız-tarzı toplumsal harekete yönelik ikinci meydan okuma, Sarı Yelekliler tarafından başlatıldı. Karbondioksit salınımı üzerine bir verginin neden olduğu yakıt ücretleri artışının reddedilmesiyle vergi karşıtı bir hareket olarak 2018’de ortaya çıktı Sarı Yelekliler. Şunu da belirtmek gerekir ki, bu talep temelde burjuva ekolojisinin yanıtlamayı reddettiği soruyu, yani Kyoto Sözleşmesi tarafından kurulan karbon piyasaları çerçevesinde karbon salınımlarındaki artışın bedelini kimin ödeyeceğini sorgulamıştı. Sarı Yelekliler hareketi, yalnızca sınırlı sayıda sendikayı kendine çekebildi. Bununla birlikte, 2018’deki toplumsal harekete yatırım yapan taban sendikalardan önemli bir destek gelmişti. Bu, Sarı Yelekliler’i ve hâlâ en mücadeleci sektörler arasında yer alan Sarı Yelekliler’e dönüşen sendikacıları bir araya getirdi.

Sarı Yelekliler aynı zamanda mücadele alanını büyük şehirlerden varoşlara, orta ölçekli şehirlere ve Fransa’da çoğu durumda nüfus yoğunluğu çok daha az olan kırsal bölgelere kadar genişletti. Sarı Yelekliler’in klasik eylem biçimi, Fransız varoşlarında her yerde bulunabilen ve küçük çimento girişimcilerinin bölge üzerindeki kontrolünün bir sembolü olan döner kavşaklarda gerçekleştirildi. Emeklilik reformuna karşı mevcut hareketin mekânsal yapısında, kavşaklar gibi yerleri toplumsal çatışma merkezlerine dönüştüren Sarı Yelekliler ile süreklilikler görüyoruz. Bu kez sendikalar tarafından düzenlenen eylemlerin birçoğunun döner kavşaklarda gerçekleşmesi tesadüf değil.

Sarı Yelekliler hareketi daha sonra 2019 sonunda Macron’un emeklilik reformunu açıklamasıyla bir dönüşüm yaşadı. Bu reform, birçok yönden şu anda önerilenden daha kötüydü çünkü piyasalaştırılmış bir sisteme doğru ilerlemeyi ve böylece şu anda sosyal dayanışmaya dayanan sistemi ortadan kaldırmayı amaçlıyordu ki aslında Fransa’daki emeklilik fonları 1944’ten ve Fransa’nın Nazi yönetiminden kurtuluşundan bu yana işçiler tarafından yönetiliyor ve dayanışma ilkesine dayanıyordu. Bu güçlü hareket, üç ayırt edici özelliği vurgulanabilecek olan grevin Sarı Yeleklileşmesinde [Gilet Jaun-isation] ilk adımı işaret ediyordu: hükümete karşı güçlü bir muhalefet, yerel inisiyatiflerin çoğalması ve abluka grevlerinin kullanılmasının zaferi garanti edebilecek tek taktik olacağı konusunda bir fikir birliği. Belli bir anlamda bu stratejik teşhisin doğru olduğu da ortaya çıktı, çünkü son yıllarda bir şeyler kazanabilen tek hareket bu oldu. Bugün, hükümetin pozisyonlarında radikalleşmesi, en ılımlı sendikalar için bile, Macronizm bağlamında yalnızca bu yöntemin etkili olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Hareketin, özellikle çok sayıda işçi ve mahalle meclisinde olağanüstü düzeyde militanlık ve kitlesel katılımla karakterize edilen yoğun bir siyasi faaliyet gösterdiği de mutlaka söylenmeli.

“Ya sosyalizm, ya barbarlık”‘ – 7 Mart (Fotoğraf: Francesco Brancaccio)

2019’da, iklim aktivistlerinin varlığı çok önemliydi. XR (Extinction Rebellion)ve daha radikal, anti-kapitalist akımların (kuir kolektifler vb.) Sarı Yelekliler ile örgütlendiği bir süreçten çıkıyorduk. XR tarafından düzenlenen uluslararası eylemlerin, iklim krizine ilişkin etkili bir sosyal güç oluşturamasa da mücadeleleri ortak paydada birleştirmeyi başardığı bir dönemdi. Bu meseleye dair bazı ekolog yoldaşlarımız, “Emeklilik reformuna karşı grev, bizim ekolojik mücadele olarak adlandırdığımız şeye tekabül etmiyor. Ancak, biz ekologlar da grev hattındayız; demiryolu işçilerinin, Sarı Yelekliler’in, öğretmenlerin, sağlık çalışanlarının ve reforma karşı mücadele eden herkesin toplumsal eylemlerini destekliyoruz. Peki, ekologlar neden grevi destekliyor?” şeklinde başlayan bir metinle konuya dahil oldular. Bu metnin ana argümanı; çalışma saatlerinin azaltılmasının bir ekolojik zorunluluk olduğuydu, çünkü toplam çalışma saatlerinin artmasıyla biyofiziksel kaynakların daha fazla çıkartılması ve CO2 emisyonlarının artması doğru orantılı. Bu ortak paydada buluşma ve söylem, mevcut siyasi ekolojinin birçok alanında artık karşımıza çıkıyor ki bu da, 2019’daki hareketinin öncüleri için yadsınamaz bir kazanım.

Sarı Yelekliler’in ardından 2019 hareketinin özel çerçevesi dışında, Fransa’daki emeklilik hareketleri, özellikle yöneticiler (kadrolar) arasındaki sendikal taleplerin tarihi göz önüne alındığında, oldukça sınıflar arası bir yapıya sahip. Mevcut hareket, Intersyndicale[2] adı verilen bir yapı içinde mümkün olan en geniş sendika koalisyonu tarafından yönetiliyor. Emekli maaşlarının savunulması 1930’lardan bu yana Fransız kadro hareketinin taleplerinin bir parçası: bu durum geçtiğimiz haftalarda ‘cortêge de tête‘ (anglofon dünyadaki siyah bloğa eşdeğer) kalıntılarının genel yöneticiler konfederasyonu CFE-CGC’nin hemen önünde yürümesi gibi oldukça şaşırtıcı bir görüntü ortaya çıkardı. Dolayısıyla bu hareketin hem muazzam popülaritesini hem de yakın zamana kadar karşıtlığını pekiştirmekte karşılaştığı güçlükleri açıklayan da bu sınıflar arası doğası.

Bu nedenle, artık 2016’da olmadığımızı anlamak önemli çünkü o zamanlar soru, gücünü kullanmak için mücadele eden bir işçi hareketinin nasıl radikalleştirileceğiydi. Mevcut hareket, CFDT gibi merkezci sendikaların gösterileri için insanları harekete geçirme becerisinin de gösterdiği gibi sınıflar arası bir hareket. Bu durum, sendika mitinglerinin tipik olarak cansız olduğu, sendika mitinginin önündeki öncü bloğun ise çok daha radikal ve yoğun nüfuslu olduğu 2019 hareketiyle tam bir tezat oluşturuyor.

7 Mart, grev ve abluka eylemlerinin yoğun olarak yaşandığı günlerden biriydi: Paris bölgesindeki okullar, liseler, otobüs ve tren istasyonları göstericiler tarafından kapatıldı. Enerji federasyonlarının çok iyi anladığı bu durumdan çıkarılması gereken çok önemli bir siyasi pay var: burjuvaziyi emeklilik konusunda bölmek gerekiyor. Aslında zaten bölünmüş olduğu için, şimdi mesele bu yarığa bir manivela eklemek. MEDEF (Fransız işverenler konfederasyonu) Macron’dan reformu yapmamasını istediği için bu kırılma bir yıl önce çok açık görünüyordu. Ancak CGT Energie, vergi kredileri ve vergi muafiyetlerinin kapitalistler açısından her ne pahasına olursa olsun Macron’un tarafında olmayı kabul etmeleri için yeterli olmadığını fark etti. Bu nedenle Amazon’un depolarında ve çeşitli stratejik yerlerde elektriği kesme eylemleri özellikle ilginç: görünüşe göre vergi kredileri tek başına bir fabrika işletmeyi mümkün kılmıyor.

Reform

Tam emeklilik yaşının 2031’de 65’e çıkarılacağını aylarca tekrarlayan hükümet nihayet 64’e çıkarılmasını öneriyor. Macron bu reformu geçen yıl yeniden seçilmesinin temalarından biri haline getirmişti. Gerçekten de yasal yaş, 1961 doğumlu kuşak için Eylül 2023’ten itibaren her yıl dörtte bir oranında artırılarak 64’e yükseltilecek. Gerçekte bu reform, Hollande döneminde oylanan Touraine reformunun bir uzantısı, tek farkıysa bu reformun hızını arttırması: aslında tam emeklilik için 43 yaşına 2035 yılında ulaşmak yerine, bu reformla 2027 yılında ulaşacağız. Dolayısıyla bu reform, her şeyden önce bir ömür boyu çalışma süresinin uzatılması anlamına geliyor. Bu aynı zamanda Fransız sosyal anayasası etrafında bir yorum çatışması. Sol kesim sosyal güvenlik sisteminin işçilere ait olduğu ve onlar tarafından yönetilmesi gerektiği yorumunu yaparken, sağ kesim 1950’lerden sonra bu fonların devlet ya da sermaye tarafından yönetilmesi gerektiği yorumunu yapıyor.

Ancak bu reformla ilgili mücadele, başta iş güvenliği ve sağlık riskleri (penibilité) olmak üzere genel olarak çalışma koşullarıyla da ilgili. Macron birkaç yıl önce pénibilité kelimesinden hoşlanmadığını söylemişti. Reform, ağır yük taşıma ya da mekanik titreşimlere maruz kalma gibi mesleki risklerin tanınmasını ortadan kaldıracağı için mesele gerçek bir tanınma sorunu. Dolayısıyla bu emeklilik reformu, sıkı çalışmanın var olmadığı fikrine dayanıyor. Macroncu Senatör Patriat televizyonda, Fransa’daki inşaat işçileri ve nakliyecilerin dış iskeletlerle donatılacağı fütüristik bir fanteziyi harekete geçirerek ağır işin artık var olmadığını açıkladı. Bu reform Macronist burjuvazinin işçilere karşı açık nefretini ortaya koyuyor. Örneğin, Macron’un partisinin bir sözcüsü; NUPES 62 yerine 60 yaşında tam emekliliği talep ederken, Geodis’te lojistik işçisi olan ve lojistik alanında çok ileri ve çoğu zaman zaferle sonuçlanan mücadelelerin liderlerinden biri olan Mouloud Sahraoui ile 50 yaşında tam emeklilik hakkı talep ettiği için alay etti.

Ancak bu yılki emeklilik reformu, Macron’un pandemiden hemen önce, 2019’un sonunda sunduğundan oldukça farklı. Bu reform, sadece çalışma hayatının süresini uzatmakla kalmayıp aynı zamanda emeklilik sistemini puana dayalı bir sisteme dönüştürecek yapısal bir reformdu. Bu yapısal değişiklik açıkça piyasalaştırılmış bir emeklilik sistemine geçişi hazırlıyordu. 2019’da güçlü bir hareket hükümeti zora sokmuş, önemli grevler ve Sarı Yelekliler liderliğindeki toplumsal hareket birleşerek Macronist emeklilik reformunun durduğu bir siyasi ortam yaratmıştı.

Buna karşılık olarak hükümet 2020’nin başlarında reformlarını hafifletti. Ancak pandemi daha fazla ilerleme kaydedilmesini tamamen engelledi ve hem sermaye hem de emek kesiminden direnç ortaya çıktı. Patronların sendikası MEDEF, emeklilik reformuna tam da karantina sonrasında çok kutuplaştırıcı olduğu ve sermayenin hala devlet pandemi önlemleriyle büyük ölçüde sübvanse edildiği için karşı çıktı. Hükümetin yaklaşımını sistemik bir dönüşümden daha kademeli bir reforma çevirmesine yol açan da bu muhalefet oldu. Mevcut önlemler, sistemin belirli bir parametresinde, yani yasal emeklilik yaşında bir değişiklik öneriyor, ancak sistemin kendisinde değil. Elbette, bu değişiklik, artık insanlar kamu sosyal güvenlik sisteminden iyi bir emekli maaşı alarak sağlıklı bir şekilde emekli olmayacakları için, giderek daha fazla kişinin özel ek emeklilik maaşlarına yatırım yapmasına yol açacak. Ancak Macron’un parametrik bir reforma yönelmesi, Fransız neoliberal bloğunun COVID salgını sonrasında sosyal bir proje önermekte yaşadığı güçlüğün bir belirtisi. Emeğin gücü, emeklilik sorununa tam bir neoliberal çözüm bulunmasını engelliyor.

Mevcut reform esasen 2010 reformu ile aynı türden. Ancak o reformda işçi yönetimi yaklaşımı, sosyal güvenlik yönetimini neo-liberal bütçe dengesi perspektifine entegre etmeyi amaçlayan bir dizi kurum tarafından tamamlanmıştı. Macron’un projesinin Avrupa bütçe istikrarı kuralıyla sınırlı olması nedeniyle gerçek bir siyasi inisiyatifin eksikliğine işaret eden bu reform, 2019’dakinden önemli ölçüde farklı.

2010 yılından bu yana hükümetler, COR’un (Conseil d’orientation des retraites) mevcut durumun sürdürülemez olduğunu açıklamasının ardından emeklilik reformunu haklı göstermek için defalarca bütçe dengesizliğini öne sürdüler.[3] Aslında mevcut emeklilerin maaşları mevcut işçiler tarafından ödeniyor. Bu durum burjuvazi için mevcut nüfusun emeklilere oranı azalırken emekli maaşlarının seviyesinin nasıl korunacağı sorununu ortaya çıkarıyor. Aslında, işçi-emekli oranındaki bu değişimin verimlilikteki kazanımları tam olarak yansıttığını da belirtmek gerekiyor: emeklilerin işçilere oranı üç katına çıkarken, emeğin verimliliği de artıyor.[4] Son yıllarda COR’un önceki emeklilik reformlarını motive eden raporlarda neredeyse her zaman yanıldığını da ayrıca belirtmek gerek. Aslında, Fransız burjuvazisi kamu sosyal güvenliğini tasfiye etme girişiminde ısrar ediyor, ancak bu kez, özellikle 2019 reformunun başarısızlığından sonra, onu açıkça tasfiye edecek siyasi kapasiteye sahip değil. Bu bağlamda parametrik reform, Macronistler için özel emeklilik planları büyürken kamu emekliliklerinin pasif bir şekilde yok olmasına izin vermenin bir yolu.

Bu kez COR raporu, sadece bir tanesi dengesiz olan dört senaryo öneriyor. Bu nedenle sol siyaset, reformu bir aldatmaca olarak nitelendiriyor. Aslında reform sosyal güvenlik hesaplarını dengelemek için hiçbir şey yapmıyor, aksine özel bir emeklilik sistemine geçişi hedefliyor. Fransız refah sistemi bir kez daha kapitalistlerin saldırısı altında. Bu reformun amacı, büyüme oranlarını arttırmak için çalışma saatlerini arttırmak ve aynı zamanda sigorta şirketleri için yeni pazarlar yaratmak.

Toplumsal Krizden Politik Krize

Emeklilik reformuna karşı mevcut hareketi sosyal bir krizden daha geniş bir siyasi krize dönüştüren faktör, hükümetin Fransız anayasasının 49.3 maddesini kullanma kararı oldu. Bu madde, hükümetin bir yasayı parlamentoda oylamaya sunmadan geçirmesine imkan tanıyor. Yasanın geçmesini engellemenin tek yolu ise gensoru önergesi vermek ve bu önergenin kabul edilmesi halinde hükümeti düşürmek. 2016 yılından bu yana anayasanın bu maddesi neoliberal otoriterliğin bir sembolü haline geldi. 16 Mart’ta bu maddenin kullanılacağının duyurulması Fransa’nın her yerinde gösterilere yol açtı. Paris’te hareket, Macronist rejimin otoriter yöntemlerini protesto etmek için geceleri Place de la Concorde’daki Assemblée Nationale önünde toplanmaya başladı. Parlamentodaki direniş çabaları başarısız oldu ve merkezci bir bağımsız milletvekili tarafından verilen kınama önergesi 9 oy eksiğiyle hükümeti düşürmeye yetmedi. Böylece karşı saldırı ancak demiryolu işçileri ya da çöp toplayıcıları gibi en militan işçi sektörlerinden gelebildi.

Bu kınama önergesinin başarısızlığı, parlamenter yollarla müzakerenin engellendiğini ve aynı zamanda Intersyndicale’in hükümetle müzakere çağrısının da çıkmaza girdiğini açıkça ortaya koydu. Bu toplumsal çatışmayı yatıştırabilecek tüm köprüleri yakanların Macronistlerin kendileri olduğunu da belirtmek gerek. Bunun sonucunda Fransa’nın dört bir yanında reform yanlısı milletvekillerinin ofislerine karşı eylemler düzenlendi. Örneğin CGT, bazı milletvekillerinin ofislerinin önünde ya da MEDEF’in yerel ofislerine karşı tuğla duvarlar örülmesini organize etmeye başladı.

CGT sendikası tarafından gensoru önergesine onay vermeyen sağcı bir milletvekilinin ofisi önüne örülen duvar. Sağdaki afiş: “Halk Haini!”

Bu akut siyasi krizin neticesi, spontane gösterilerin gerçekleşmesini engellemek için polis şiddetinin sistematik bir şekilde kullanılması oldu. Kınama önergesinin başarısızlığa uğramasının ardından 20 Mart’ta Ulusal Meclis yakınlarındaki tüm toplantılar engellendi ve çeşitli polis şiddeti eylemleri gerçekleştirildi. Devletin baskı stratejisi, gösteri yerlerinin çoğaltılmasına dayanan daha çok yönlü bir strateji benimsememizi sağladı. Toplanmalar, Place de la Concorde’da, Ulusal Meclis’in önünde başladı. Bu mitingler, gençlerin şimdiye kadar çok aktif olmadıkları harekete katılmaları için bir fırsattı. Bu toplanmalar, polis mekanı kilitleyene kadar iki akşam boyunca devam etti. O zamandan bu yana gençlerden oluşan gruplar, buluşma noktalarını yönetmek için çoğunlukla Telegram ya da Signal gibi şifreli mesajlaşma programları üzerinden örgütleniyorlar. Ancak bu isyankar gösteriler son derece spontane ve dağınık bir şekilde gerçekleşiyor, gösterici gruplar birbirlerini ‘Tout le monde déteste la police‘ gibi sloganlarla tanıyor. Örneğin geçtiğimiz Perşembe günü gösterilerin ardından Paris’te 400’e yakın çöp ateşe verildi. Gençlerin bu spontane hareketleri Paris’le de sınırlı değil; bu örgütlenme biçimi kentsel kalsa da daha küçük şehirlerde de gösteriler gerçekleşti. Polis şiddetine tepki olarak gençler giderek artan sayılarla harekete katıldılar ve hatta daha da fazla liseye barikat kuruldu (eylem günü olmayan pazartesi, bu sayı 200’de kaldı).

Ancak hareketteki son niteliksel sıçrama; enerji, ulaşım ve atık sektörlerindeki bazı çok ileri işçilerle derinden ilgili. 7 Mart’tan bu yana grevde olan bu sektörlerin tercih ettiği taktik abluka. Paris’teki atık sektörü örneğinde grev, Ivry’deki yakma tesisi gibi tıkanma noktalarında grev yapılmasına olanak tanıyan ve başkentte bulunan atık lojistik zinciri derinlemesine incelenerek örgütlendi. Buradaki fikir, lojistik zincirdeki stratejik noktaların bloke edilmesinin, devredeki başka bir noktada çalışmayı neredeyse imkânsız hale getirmesi; örneğin, günün sonunda çöp kamyonlarının boşaltılmasını imkânsız hale getirerek. Bu sayede, henüz greve çıkmamış olan işçilerle toplantılar yapmak ve sendikalaşma, çalışma koşulları ve emekli maaşlarını tartışmak için zaman kazanma fırsatı oluşuyor. Bu ablukalar ve grevler, çöplerin toplanmadan kalması anlamına geldiğinden ve aynı çöpler barikatlarda yakıt olarak kullanıldığından, Paris’te geceleri meydana gelen vahşi gösteriler için tam aranan koşullar.

Bu bağlamda hareketin önündeki en büyük engel, grev hakkına devlet tarafından getirilen sınırlamalar. Sarkozy’nin cumhurbaşkanlığından bu yana, grevdeki işçilerin eylemleri taktik yakıt ikmali gibi bazı stratejik varlıkları engelliyorsa, devletin polisi kullanarak grevdeki işçileri işe geri dönmeye zorlaması mümkün. Açıkçası, bu talepler çarpıtılmış bir şekilde, örneğin Paris havaalanlarının yakıt ikmalini zorlamak için kullanılıyor. İşçilerin ve öğrencilerin bu taleplere karşı harekete geçmesi, hareketin devamlılığı, grev hakkının korunması ve sınırsız polis gücüne karşı kolektif öz savunma için hayati önem taşıyor.

23 Mart Perşembe günü hareket, grevin genelleştirilmesi yönünde bir adım daha atarak 3,5 milyon kişinin sokaklara dökülmesi ve çok sayıda kişinin çeşitli sektörlerdeki grevlere katılmasıyla yeniden büyüdü. Bu gün, CGT-Roissy’nin yerel şubesi tarafından düzenlenen ve çok sayıda havaalanı çalışanının katıldığı Paris Charles-De-Gaulle Havaalanı’nın ablukaya alınması gibi eylemlerin çoğalmasıyla karakterize edildi. Paris’teki gösteride fiziksel çatışmalarda da bir artış yaşandı ve bu da oldukça sakin başlayan bir hareketin sonunu işaret ediyordu. Ulusal grevin 9. günü, bu hareketlerin temposunu çok iyi temsil ediyor: sabahları blokajlar ve eylemler, öğleden sonra gösteriler ve akşamları Paris bölgesinden yerel sendikalar tarafından düzenlenen bir gösteri de dahil olmak üzere vahşi gösteriler.

Bu hareket, eskidiği yönündeki tüm iddialara karşı, grevin bir eylem biçimi olarak etkinliğini her zamankinden daha fazla kanıtlanıyor. Elbette bu artık sadece büyük fabrikalardaki grevle ilgili değil, çünkü grev, isyan ve abluka kapitalizmin bir aşamasına değil, üretim ve yeniden üretime dair bir bilme ve eyleme biçimine karşılık geliyor. Çatışmanın sonucu belirsizliğini korusa da, çatışmanın uzun vadeli meydan okuması, bu hareketten yeni bir tabandan sendikacılar kuşağının çıkıp çıkamayacağını görmek; ki son birkaç gündür gençlerin kitlesel katılımı da bu yönde ilerliyor gibi görünüyor.


Çeviren: Bartu Şanlı

Düzenleyen: Hazar Bulanık

Orijinal metin:The French Unions Strike Back


[1] Grève Perlée: İşçilerin, iş faaliyetlerini tamamen durdurmadan, yalnızca bilinçli bir şekilde yavaşlatmasına denir. Fransa’da illegal olan bu grev türü, zorunlu bazı görevleri yerine getirmeyi reddetmekten oluşur.

[2] Intersyndicale : Bu koalisyon; CGT’yi, SUD-Solidaires’i, Force Ouvrière’i, CFDT’yi, FSU’yu, CFDT’yi, CFE-CGC’yi ve CFTC’yi kapsıyor.

[3] Başbakanlık bünyesinde faaliyette olan ve France Stratégie (düşünce kuruluşu) tarafından koordine edilen bir hizmettir.

[4] 1979’dan itibaren Fransa’da emeğin verimliliği üç katına çıkmıştır.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler