spot_img
spot_img
Ana SayfaAmazonTeslimiyet Ritüelleri: Amazon Neoliberal İşçiyi Yaratıyor - Panos Theodoropoulos

Teslimiyet Ritüelleri: Amazon Neoliberal İşçiyi Yaratıyor – Panos Theodoropoulos

 

Küresel sermaye, işçileri sadece zor kullanarak yönetemeyeceğini fark ettiği için rıza söylem ve mekanizmaları da üretiyor. İşçilere şirket değerlerine bağlı alternatif bir kimlik sunuyor. Panos Theodoropoulos, Amazon dağıtım merkezindeki çalışma deneyimlerinden yola çıkarak, küresel sermaye tekellerinin işçi sınıfını biçimlendirme çabalarına ışık tutuyor.

 Amazon, neoliberal ülkülere sıkı sıkıya bağlı, kolektif bir kimlik yaratıyor. Sendika ve toplumsal hareketlerin buna karşı çıkmak için ortaklıklar kurması gerekiyor.

Öğleden sonra üç civarı, Amazon’un Glasgow’daki ışıl ışıl deposundayız. Müdürler bizi çağırınca, görevimizi yerine getirmek için ortak alana doğru yürüyoruz. İçerideki bayram havası; hamburger, kızartma ve içecekler hemen dikkatimizi çekiyor. Amirlerimizin başarılarımızdan neşeyle bahsettiği ve ihlal ettiğimiz kurallara dair bizi dostça uyardığı, sıradan aylık toplantılardan biri sanıyorduk ama bu seferki çok daha iyi görünüyor.

Rahatlamamızı ve hemen her hareketimizi görüntüleyen portatif cihazlarımızı “yönetici” moduna almamızı söylüyorlar. Demek ki hareketsizliğimizin sorumluluğunu yönetim üstlenecek. Biz yemeğe başlayınca tesis müdürü, iş arkadaşlarımızdan birinin “Ayın Ortağı” ödülünü kazandığını duyuruyor. Ödülün getirisi 50 sterlinlik Amazon kuponu ve prestij. Ortak alanın duvarları önceki kazananların fotoğraflarıyla kaplı, biz geri kalanlara her gün onların başarısını hatırlatıyor.

Bu “ortak” (“çalışan” veya “meslektaş” değil), kadrolu bir çalışan olmaya layık olduğunu kanıtlamış oluyor böylece. Önümüzdeki aydan itibaren, herkesin gıptayla bakacağı “mavi rozet” ile ödüllendirilecek. Müdürlerin söylediğine göre bu ortağı seçme nedenleri; bitmez tükenmez iş ahlakı, samimiyeti, esnekliği ve diğer işçilere yardım etme isteğiymiş. Ürünleri paketlemeden önce son kullanma tarihlerini sürekli kontrol ettiği için müşteri memnuniyetine sarsılmaz bir bağlılık gösteriyormuş, öyle söylüyorlar.

Arkadaşımızın bu başarısını coşkuyla alkışlıyoruz. Bu arada müdürler, herkesin bu seviyeye yükselme şansı olduğunu hatırlatmayı da ihmal etmiyor. Gerçek potansiyelimize ulaşmak için ihtiyaç duyabileceğimiz her konuda bize yardımcı olacaklarına söz veriyorlar. Ne de olsa son derece yetenekli ve tutkulu bireylerden oluşan bir ekibiz. Gazımızı ve ilhamımızı almış hâlde işimizin başına dönüyoruz.

COVID-19 ve Normalliğe Mola

Yukarıdaki hikâye, Amazon depolarıyla ilgili toplumsal hareketlerde ve ilerici medya organlarında yer alan hâkim anlatılarla pek örtüşmüyor. Emek ve direniş meselelerini uzaktan yakından takip eden herkes; stres altında ezilen, karşılanması mümkün olmayan hedefler uğruna yaratılan amansız baskı yüzünden şişelere işeyen, aşırı çalıştırılan işçilerin –maksimum kâr için biteviye arayışta olan çokuluslu, devasa şirketlerin güçsüz dişlilerinin– anlattıklarını okumuştur.

Amazon’un sendikayı bastırmak için durmadan hamle yapması, dev şirketin işçilerin refahıyla uzaktan yakından ilgisi olmadığını gösteriyor. Bu durum en son, Bessemer’deki sendikalaşma hareketinin başarısız olmasıyla tamamen açığa çıkmıştı. 1800’lerin sonunda grevci işçileri öldürmesiyle ve ele geçirdiği her sektörü tekelleştirme arzusuyla ün salmış Pinkerton şirketiyle ortaklık kurması, Amazon’un post-modern distopik süper-gücü ete kemiğe büründüren imajını tamamlıyor.

Bu meseleler gayet iyi bir şekilde belgelenmiş durumda, yeni kampanyalarda ve sendikalaşma hareketlerinde de sürekli tecrübe ediliyor. Ancak Amazon’da çalışmak, şirketin öncelikli niyetini ve yarının işçilerinin zihinlerini nasıl şekillendirmeye çalıştığını gösteren çok daha karmaşık bir gerçeği açığa çıkarıyor. Apaçık saldırganlık, baskı ve kontrol; çok daha karanlık bir projenin son çıkar yolu. Bu proje, çalıştığım depoda pandemi yüzünden getirilen ek önlemlerle daha da görünür hâle geldi.

İngiltere’de Amazon Prime deposunda toplayıcı olmak basit bir işmiş gibi görünüyor. Yapman gereken şey; raflardan ürünleri toplayıp müşterilere teslim edilmek üzere uygun torbalara düzgünce yerleştirmek ve raflarda boşalan yerleri yeniden doldurmak. Portatif cihaz, her aşamada yapman gereken şeyi söylüyor: ürünün nerede olduğunu, ürünün ne olduğunu, ekstra paketleme gerekip gerekmediğini ve hangi torbayla paketlenmesi gerektiği gibi. Sistem o kadar düzenli ki işçiler birkaç hafta içinde işe dair bilmeleri gereken her şeyi öğreniyor; Amazon zebellahı da performans hedeflerine doğru tıkır tıkır ilerliyor.

Benim çalıştığım depo, Amazon’un Birleşik Krallık’taki depolarının en küçüğü. COVID-19 patlak verdiğinde daracık koridorlarda sosyal mesafeyi korumamız gerektiğinden, Amazon’un meşhur toplama oranları geçici süreliğine askıya alındı. Bir yandan siparişler yağıyor ve Amazon diğer tesislerinde baskı aygıtlarının tamamını kullanıyorken bize rahatlamamız, yavaş yürümemiz ve sosyal mesafeyi korumaya odaklanmamız söyleniyordu. Amirlerin performans istatiklerimize hâlâ erişimi vardı ama biz, hemen hemen diğer tüm tesislerin aksine, bir dinginlik dönemi yaşıyorduk.

İşimizi yaparken muhabbet etmeye ve müdürlerle şakalaşmaya başladık. Tüm bunlar saatine 9,50 (İngiltere’deki asgari ücretin bir pound fazlası) sterlinlik nispeten iyi bir maaş içindi. Gelgelelim, amansız hedefler yükseltilince, Amazon’un yaratmaya çalıştığı işçi öznelliğinin net görüntüsü açığa çıktı.

Yeni Kapitalist Özneyi Biçimlendirmek

Kapitalizm tarihi boyunca, emek yönetimi sistemleri epey değişti. Batıdaki işçilerin çoğu, genç yaştan emekliliğe kadar tek bir sendikalı endüstride kalıcı istihdamın ağır ve Fordist gerçekliği yerine istikrarsız istihdamın akışkanlığı ve güvencesizliğiyle yaşıyor artık. Bu emek rejimini ayakta tutansa; iş ve işçi bulma kurumlarının artması, işçi haklarının yetersizliği, geçici sözleşmeler ve neredeyse hiç sendika olmayışıdır.

Bu yapısal değişimlerin yanı sıra, işçiler birey olarak da odak noktası olmaya başladı: en uyumlu, en güçlü ve en itaatkârların sırf bir gün daha çalışabilmek için hayatta kaldığı bu dibe doğru yarışta hükümet, eğitim sistemi ve kültürel yapımlar aracılığıyla bireysellik, girişimcilik ve rekabet giderek daha fazla teşvik ediliyor. Amazon, bu yeni sistemin doruk noktasıdır.

Yukarıda anlatılan kutlama hikâyesi, Amazon’un patentli gülücüğünün ardındaki gerçek distopyanın bazı önemli unsurlarını açığa çıkarıyor. Bu gösteriler, Amazon’un kendisi, hedefi ve kimliği hakkındaki var olan inancı sağlamlaştırmak adına yapılıyor. Âdeta bir dini ritüeli ifa ediyor gibiler. Duvarlar ilham veren sloganlarla ve önceki “Ayın Ortakları”nın fotoğraflarıyla dolu. Patronumuz, işçilere verdiği ücretsiz yemek ve ıvır zıvır hediyelerle, çok çalışmamızı “takdir” ediyor.

İşçiler, sıkı çalıştığı, itaatkârlığı ve “müşteri memnuniyetine sarsılmaz bağlılığı” için biz geri kalanların üstüne yükseltildiğinde, işçinin işverenin kârına yaptığı katkılar kabul edilmiş olur. Amazon’da ise bu durum, işçinin üstün kişisel özelliklerinin takdir edilmesi olarak yansıtılıyor.

Bu işçilere alkış tuttuğumuzda, hem bu kutlamanın altındaki vaatleri hem de bir gün bizim de onların konumunda olabileceğimize dair inancı sağlamlaştırıyoruz.

Üstelik, onların konumunda olmamız şart. Çünkü Birleşik Krallık Amazon’unda yeni sözleşmeli bir işçiyseniz, haklarınız veya güvenceniz yok. Amazon; toplayıcı ve paketleyicileri özellikle iş ve işçi bulma kurumları aracılığıyla işe alıyor. Böylelikle, işçilere karşı tüm sorumluluklardan şirketi muaf tutup ne zaman isterse işçileri kovma hakkını koruyor. Bu güvencesizlik, Amazon’un işçi hakları ve refahı gibi dertleri düşünmeden işlerini yürütmesini sağlamanın yanı sıra; bir yığın birey arasından seçilmiş birkaç kişinin, gıptayla bakılan mavi rozeti, yani daimi sözleşmeyi elinde tutması için de mükemmel bir araç.

Daimi sözleşmeler iş ve işçi bulma kurumlarıyla değil, Amazon’la yapılır ve hastalık durumları gibi nispeten daha insani işçi haklarını kapsar. Yani, altı ay içinde birkaç defa hastalık izni alırsa işten kovulan taşeron işçilerin durumundan tamamen farklıdır. Amazon sözleşmeleri çeşitli imkânlar da sunuyor; mesela işçilerin mesleki hiyerarşide yükselmek için erişebilecekleri eğitimler var. En önemlisiyse, keyfi işten çıkarmalara karşı işçileri koruyan mavi rozet; yani bir kere “başardığınızda”, Amazon birdenbire sizden kurtulamıyor artık. Bu rozet, biz işçilerin güvencesidir ve hepimiz ona ulaşmak için uğraşıyoruz.

Bu manzara, Amazon’un çeşitlilik ve ruh sağlığı gibi olumlu ideallere sözde bağlılığıyla daha da güçleniyor. Duvarlar, “Çeşitlilik gücümüzdür” gibi sözlerle doluydu. Gerçekten de işyeri şimdiye kadar bulunduğum en çokkültürlü yerdi. Siyah Tarihi Ayı boyunca, “ilham veren” siyahların posterleri asıldı. Elbette Malcolm X’in posteri yoktu ama Martin Luther King, Serena Williams ve Oprah Winfrey’in posterleri asılıydı. Tuhaftır, Angela Davis’ten bir alıntı da vardı. Kapitalizm, bazı radikal simaları kendi projesine uydurmak için böyle kullanıyor işte.

LGBTİQ+ hakları konusunda da benzer bir bağlılık vardı. İşe giriş sırasında bize gösterdikleri eğitim videosu, şayet herhangi bir ruh sağlığı sorunu yaşarsak amirlerimizle paylaşmamız için bizi teşvik ediyor ve destek göreceğimizi temin ediyordu.

Amazon; klasik baskıcı şirketlerin ırkçı, cinsiyetçi ve LGBTİQ+fobik klişelerini yeniden üretmek şöyle dursun, modern bir kapsayıcılık ve hoşgörü imajı yaratmak için hem içeride hem dışarıda reklama yatırım yapıyor. Çok mantıklı: dünyanın en büyük çokuluslu şirketi, kârını asla etkilemeyecek özellikleri yüzünden neden üretken işçilerden mahrum kalsın ki? Yürüyebiliyor ve İngilizce konuşabiliyorsanız, işe hazırsınız.

Amazon’un işleyişi bir bütün hâlinde düşünüldüğünde, yukarıda anlatılan ritüel benzeri kutlamaların ardındaki niyet açığa çıkıyor. Tüm gösteri, işçi kendisine yabancılaşsın ve bu yabancılaşma fırsatı için minnet duysun diye yapılıyor. Amazon, bir yandan sendika ve işçi liderliğindeki diğer örgütlenmelere karşı kendisini savunmak için kullandığı çeşitlilik ve kolektif ruh imajını sürdürürken, öte yandan işçileri çok çabalayıp birbirleriyle rekabet etmeye zorluyor.

Bu gösteriye katılan müdür ve amirlerin çoğu, taşeron işçi olarak bu yollardan geçmiştir. Esasında kötü niyetli veya ters insanlar değiller. Sadece tamamen yontulmuşlar ve bu yüzden gösteride onlara yatırım yapılıyor. Çünkü bu gösteriye derinden inanıyorlar. Bu inanç, ille de “iyi işçi” klişesinin mutlu gösterisinde açığa çıkıyor denemez. Nitekim işçilerin çoğu Amazon’u ve Amazon’daki konumlarını eleştiriyor. Ancak daha kapsamlı bir eleştirel ve muhalif söylem olmadığı için, Amazon’un işçi rekabeti ve aşırı çalıştırma “idealleri” ve uygulamaları benimsenmiş oluyor.

Sonuç olarak baskıyla ve bizden talep edilen davranışlarla derin bir öznel bağ kuruyoruz. Zamanla herkes bu sirkte yer almaya başlıyor. Çevresinde neler olup bittiğinin farkında olan bir anarşist ve sendika örgütleyici olmama rağmen benim bile, ulaşılması neredeyse imkânsız bu takdir ve güvence uğruna çok çalıştığım zamanlar oldu.

İşçiler kendi aralarında mavi rozeti konuşurlar: Kim hak ediyor, kim iyi çalışıyor, kim çalışmıyor, kim yok sayıldığını düşünüyor ve kim şansı artsın diye şahsi ilişkilerini kullanıp “sistemi kandırıyor”. Amazon’daki işleyiş büyük ölçüde işbirliğine bağlıdır. Diyelim ki bir işçi ürünü yanlış yere yerleştirdi; bu hata doğrudan o ürünü alacak diğer işçiyi etkiliyor. Yani her bireysel hata, diğerlerinin iş güvencesine ulaşma şansını olumsuz etkiliyor.

Mutluluk ve destek maskesinin altında, ruhumuzun derinlerine inmek için tasarlanmış, herkesi kapsayan bir bireycilik ve rekabet sisteminde yer alıyoruz. Ne kadar dahil olursanız, çarkı o kadar döndürürsünüz, yüzünüzde bir gülümsemeyle.

Bu nedenle, işçilerin bu yeni kolektif kimlik formuna yaptıkları yatırımlar ile kolektif örgütlenmeyi düşünme olasılıkları ters orantılıdır. Nispeten ayrıcalıklı bir ücret, nispeten destekleyici bir iş ortamı ve bireysel özellikler üzerindeki odak; Amazon’daki işleyişin temelini oluşturan yapısal eşitsizlikleri maskeliyor. Zaman geçtikçe işçiler, bir zamanlar tartışmaya kapalı gördükleri haklarına layık olduklarını kanıtlamaları gerektiği fikrine inanıyorlar.

Bu süreçler, kolektif hayalleri yalnızca imkânsızlaştırmakla kalmayan, tasavvur bile edilemez bir hâle getiren neoliberal bireyciliğin kısır döngüsünü besliyor.

Radikal Hayalleri Beslemek

Ne yazık ki Birleşik Krallık’taki sendikaların çoğu, neoliberalizmin toplumsal ve ekonomik yaşamın tüm alanlarına yönelik saldırıları karşısında yetersiz olduklarını gösterdiler. Bu sendikaların temeli Fordist, erkek ve sanayi işçisi klişesine hitap eden bir örgütlenme modeline dayandığı için günümüzün güvencesiz işçilerinin ihtiyaçlarına cevap olamadılar. Amazon’un içinde veya çevresinde hiç varlık göstermemeleri bu başarısızlıklarının en sarsıcı göstergesi. Amazon depolarındaki küresel sendikalaşma hareketleri dikkate değer, ancak Birleşik Krallık’taki çoğu tesiste gerçekler iç karartıcı.

Avrupa’daki Amazon işçilerinin greve gittiği haftalarda bile bizim deponun önünde tek bir sendika broşürü veya temsilcisi görmedik. Çoğu işçinin grevden haberi bile yoktu. Hatta Amazon grevi kırmak için “prim” adı altında bir defaya mahsus kadrolu işçilere 300, taşeron işçilere 150 sterlin teklif edip kelimenin tam anlamıyla rüşvet verdiğinde, işçilerin çoğu bu paranın çabalarının takdiri olduğunu düşündü. Bu parayı neden verdiklerini işçilere açıklayacak bir sendika olmadığından, şirket kendi hegemonyasını güçlendirmek için grevi kullanmayı başardı.

Sendikaların işçileri, özellikle de işgücünün en çok sömürülen kesimlerini güçlendirmesi beklenir. Birleşik Krallık’ta ise durum tam tersi. İşçi ne kadar güvencesizse, işyerinde sendika bulma olasılığı o kadar az. Sendika güvencesiz işçileri örgütlemeye çalışsa bile taşeron işlerin geçiciliği ve devingenliğinden ötürü ciddi lojistik problemlerle karşılaşıyor. Geçici görevlendirme ve keyfi işten çıkarma tehditleri, işçilerde örgütlenmek için gereken güvenin oluşmasını zorlaştırıyor.

Topluluklarımızdaki radikal sendikaların ve diğer toplumsal hareketlerin kenetlenmiş ve güçlendirici varlığı, bu distopik cehenneme alternatif hayaller yaratmamız için elzemdir. İşçilere işyerlerinde ulaşmak hem zordur hem de geçimlerini tehlikeye atabilir. Bu yüzden deponun çevresindeki mahalleler önemli mücadele alanları olarak ortaya çıkıyor. Mesela şehir merkezleri yerine düzenli olarak işçi mahallelerinde stant açıp etkinlikler düzenlenebilir, çünkü şehir merkezindeki etkinliklere kâğıt üstünde katılım daha çok oluyor ama yorgun ve yoksul işçiler dahil olamıyor.

Amazon gibi yerlerde çalışanlara her gün aşılanan neoliberal hegemonyayı sorgulatmak ve işçilerle uzun süreli etkileşim kurmak, ancak bu mahallelerde toplumsal merkezler kurmakla sağlanabilir. Örneğin, Montreal’deki Göçmen İşçi Merkezi, şehirdeki güvencesiz ve göçmen işçilerin örgütlenmesini teşvik eden ağların önemli bir düğüm noktasıdır.

Bu tür radikal ve özerk toplumsal alanların örneklerini Güney Avrupa’da da görüyoruz. Toplumsal mücadeleler açısından bu alanların önemi paha biçilmezdir. Örneğin Atina’daki K-Box, özerk bir sağlık kliniği barındırıyor ve çeşitli toplumsal hareketlerin örgütlenmesine alan sağlıyor. Madrid’te ise, CNT (The Confederación Nacional del Trabajo) sendikasına bağlı Fundacion Anselmo Lorenzo (Anselmo Lorenzo Vakfı) ise, toplumsal belleğin korunmasına ve kitlelerin politik bilinçlenmesine kendisini adamış bir kurum. Bunlar, toplumsal merkezlerin somut ve muhalif hareketleri pratik ve yaratıcı güçlendirmeye nasıl bağladığının yalnızca iki örneği.

İşçi sınıfı topluluklarında radikal bir alan yaratmak, hem ekonomik hem de toplumsal düzeyde işçi sınıfını parçalamaya çalışan neoliberal politikaları zora sokar. Belli bir toplantı veya etkinliğe yetişmeye çalışmak yerine, işçilerin kendi zamanlarında alana gelmesine olanak sağlar. İnsanları soyut bir propagandaya bağlamak yerine, uzun vadede sürdürülebilir bir diyalog zemini yaratır. Ayrıca sendika ve toplumsal hareketlerin, işçi hakları konusunda düzenli çalıştaylar düzenleyerek güçlendirme adına gerçek fırsatlar sunmasını da sağlar.

Bu bilgi ve beceriler, aktivist olsun olmasın tüm işçilerde yer edecektir. İşçiler bunları aile ve arkadaşlarıyla paylaştıkça çarklar işçi sınıfı lehine dönmeye başlayacaktır. Kimileriyse daha aktif bir hâle gelip bu düşünce ve uygulamaları iş yerlerine de taşıyacaktır. Birleşik Krallık’ta küçük çapta da olsa topluluklara nüfuz etme girişimleri başlamış durumda.

Toplam işgücündeki istihdam payı giderek artan Amazon gibi şirketlerin tekeli genişledikçe, güçlendirme açısından bu tür radikal topluluk alanlarının önemi artıyor. Yalnızca kitlelerin daha da yoksullaştırılmasıyla değil, alternatif yolları tasavvur etme olasılıklarının yavaş yavaş ve tamamen ortadan kaldırılmasıyla da mücadele ettiğimizin farkında olmak gerekiyor. Bizimkine kıyasla sonsuz kaynakları olan bir canavarla boğuşuyoruz.

Bu yüzden mevcut kaynaklarımızı maksimum verim alarak kullanmak da önemli bir mesele. Zamanımız azalıyor çünkü Amazon her gün daha fazla işçiyi alternatif olmadığına ikna ediyor. Diğer hareketlerin bir yan projesi olarak değil, merkezi bir öncelik olarak somut bir ortaklık kurmak, kurtuluşumuz için kaçınılmaz bir zorunluluk.

Çeviren: Sergen Karşanbaş
Düzenleyen: İgno


Orijinal metin: Rituals of submission: Amazon’s creation of the neoliberal worker

Rituals of submission: Amazon’s creation of the neoliberal worker

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler