spot_img
spot_img
Ana SayfaEkolojiSermayenin ve Burjuva Devletin Gölgesinde Türkiye’de Afet Yönetimi - Burcu Arıkan &...

Sermayenin ve Burjuva Devletin Gölgesinde Türkiye’de Afet Yönetimi – Burcu Arıkan & Ege Demirel

Afetler Açısından Türkiye’nin Durumu

Türkiye birçok afet türünün meydana geldiği ülkelerden birisidir. Bu açıdan deprem, heyelan, sel ve çığ gibi doğal afetlerden söz etmek mümkündür. Ayrıca beşerî kaynaklı afetler (örn. sanayiden kaynaklanan hava kirliliği veya tarım alanlarının ve ormanlık alanların madencilik için kullanıma açılması) de gerçekleşmektedir. Afetler ve insani krizler konusundaki risklerin değerlendirildiği küresel risk endeksinde Türkiye 191 ülke arasında 45. sıradadır. 5.0 endeks puanı olan Türkiye yüksek risk grubu içerisindedir (AFAD, 2018: 3). Bu bakımdan Türkiye’nin afetler açısından hiç iç açıcı bir tablo ile karşı karşıya olmadığını söylemek mümkündür. Bu nedenle afet yönetimi meselesi oldukça büyük önem arz etmektedir.

Türkiye’de afet yönetiminin afet sonrasında gerçekleşen uygulamalar çerçevesinde organize edildiği görülmektedir. Ancak, afet konusunda öncelikle, risk ve kriz yönetimi olarak iki evreli bir planlamanın yapılması gerekmektedir. Maalesef, Türkiye’de kriz yönetimine odaklanılmaktadır. Bunun yerine, afet yönetimi afet öncesini, afetin yaşandığı evreyi ve afet sonrasını esas alacak şekilde organize edilmelidir (Şahin, 2019: 194).

Kriz yönetimi yerine risk yönetiminin öncelikli mesele hâline getirilmesi gerekmektedir. Çünkü afetlerin türü, büyüklüğü, ne zaman ve nerede ortaya çıkacağı ve nasıl etkileri olacağı konusunda gerekli önlemler alınırsa ve uygun planlar tasarlanırsa kayıpları azaltmak mümkündür. Bu bağlamda 1999 Gölcük-Düzce, 2003 Bingöl, 2011 Van ve 2016 Bodrum depremleri oldukça olumsuz somut örnekler olarak kayıtlara geçmiştir. Ayrıca, küresel ısınma nedeniyle ortaya çıkabilecek seller ve fırtınalar da aynı şekilde dikkat edilmesi gereken öncelikli meselelerdendir. Örneğin, 2018 yılında Bodrum’da iki hafta içerisinde 3 defa yaşanan sel felaketi sırasında ortaya çıkan tablo durumu çok açık şekilde ortaya koymaktadır. Burada plansız yapılaşma ve altyapı eksikliği öne çıkan başlıklar olmuştur. Bodrum’daki bu felaketle afet planının olmadığı bir kez daha gün yüzüne çıkmıştır (Şahin, 2019: 194).

Afet öncesinde yerleşim alanları özelinde afet yönetimi planlarının yapılması gerekmektedir. Afet haritaları, yerleşim planları, binaların durumu, binalarda oturan insanlara ait bilgiler gibi hususlar afet planında yer almalıdır. Böylece afet sırasında arama ve kurtarma ekiplerinin işleri de kolaylaşacaktır (Şahin, 2019: 194). Bu da can kaybının azalmasına katkı sunacak bir gelişmedir.

Afet türlerine yönelik bir inceleme yapıldığındaysa Türkiye’de en fazla kaybın depremler sırasında gerçekleştiği sonucuna ulaşılmaktadır. Bu bağlamda afetlerde gerçekleşen %60’lık can kaybının depremlerden kaynaklandığını belirtmek gerekir. Türkiye’nin en etkin deprem kuşaklarından biri olarak nitelendirilen Akdeniz-Alp-Himalaya kuşağında yer aldığını ayrıca vurgulamakta fayda var. Bu kuşakta dünyadaki depremlerin yaklaşık %20’sinin gerçekleştiğini dikkate alırsak oldukça ciddi bir durumla karşı karşıya olduğumuz aşikâr. Buna ek olarak, Türkiye’de yılda 5-6 arasında değişen büyüklükte en az bir deprem gerçekleştiği de göz ardı edilmemelidir. Türkiye’de ortalama 5 yılda bir geniş çapta can ve mal kaybının yaşandığı büyük depremlerin olması bu açıdan sürpriz bir gelişme değildir (AFAD 2011 Van Depremi Raporu’ndan aktaran AFAD, 2018: 42-43).

Deprem dışında Türkiye açısından üzerinde durulması gereken bir diğer afet türü heyelandır. Heyelan kayaç, moloz ve toprak malzemelerinin veya bunların karışımının yerçekimi etkisi nedeniyle aşağı yönlü hareketidir. Heyelanlar her ne kadar jeolojik, jeomorfolojik ve iklimsel etkenler nedeniyle gerçekleşse de bazen insan etkisi nedeniyle de ortaya çıkabilmektedir. Heyelanlar sadece can ve mal kaybına yol açmamakta; aynı zamanda ulaşım ve altyapıyı, tarımsal alanları ve ormanları da oldukça olumsuz etkileyebilmektedir. Türkiye’de başta Karadeniz olmak üzere, Doğu Anadolu ve Orta Anadolu bölgelerinde de heyelanların sıkça ortaya çıktığı gözlemlenmektedir (AFAD, 2018: 48).

Türkiye özelinde bir başka irdelenmesi gereken afet türü sel/su baskınlarıdır.  Genellikle 1 hafta veya daha uzun sürede gerçekleşen seller yavaş sel olarak nitelendirilmektedir. 1-2 gün içerisinde oluşan seller hızlı seller olarak değerlendirilmektedir. Saatlik süre içerisinde meydana gelen seller ise ani sellerdir (AFAD, 2018: 52). Türkiye’de özellikle altyapıların sorunlu olduğu yerleşim yerlerinde ya da doğal ve beşerî denge gözetilmeden kısa vadeli rantlar ve çıkarlar uğruna gerçekleşen yapılaşma/şehirleşme bu bakımdan oldukça ciddi bir tehdittir. Son yıllarda Bodrum başta olmak üzere İstanbul ve Ankara gibi metropollerde sel/su baskınları önemli kayıplara neden olmuştur.

Son olarak çığa değinmek gerekir. Eğimli bir kayma yüzeyinde oluşan ve oldukça hızlı kar akışı çığ olarak tanımlanmaktadır. Bazı çığ türlerinin (ıslak kar çığları) çığ harekete başladıktan sonraki 5 saniye içerisinde saatte 130 km hıza ulaştığı dikkate alınırsa durumun ciddiyeti anlaşılacaktır. Toz kardan oluşan çığ gibi bazıları ise zeminle temas ederek sürtünmenin az olmasından dolayı saatte 350 km hıza dahi ulaşabilmektedir. Örneğin, ortalama hızı saatte 100 km olan bir çığın ortalama 1 km uzunluğundaki bir çığ patikasını 18 saniyede kat ettiğini söylemek mümkündür. Bazı çığlar ise çatlama/çatırdama gibi sesler ile önceden işaret verseler de bazıları hiçbir işaret vermeden başlamaktadır (AFAD, 2018: 54).

Sömürü Düzeninde Afet Yönetimi Sorunsalı

Öncelikle belirtmek gerekir ki, afet yönetimi açısından her adım önem taşımaktadır ve bu adımlar belirli kurallar temelinde organize edilmektedir. Bu kuralların kamusallaştırılması ise afet yönetiminin başarı potansiyelini etkileyen oldukça önemli bir faktördür (Alkın, 2021: 24). Yani, afet yönetiminin sadece merkezi otorite, yerel otorite ve resmî uzmanlık kuruluşları ile sınırlandırılmaması gerekir. Halkın kolektif şekilde afet yönetiminde rol alması ve sorumluluk üstlenmesi de gerekmektedir. Dolayısıyla halkın afetler konusunda bilinç düzeyinin ve farkındalığının artırılması önemlidir.

Bu noktada doğa olaylarının ekonomi-politik süreçlerce bir afete dönüştürülmesi meselesi ayrıca üzerinde durulması gereken bir husustur. Yani, birtakım doğa olaylarından kaynaklanan afetler dışında “doğal olmayan” afet olgusu göz ardı edilmemelidir. Bu kapsamda tarım alanlarında sanayileşme olgusu, kentlerin aşırı nüfus sorunsalı, yerleşim yerlerinde organize sanayi bölgelerinin varlığı “doğal olmayan” afetlere zemin hazırlamaktadır. Türkiye’de Kocaeli ve İstanbul bu bakımdan somut örneklerdir. Bu durumda doğanın dengesini bozmadan yapılanan kentleşme olgusuyla afetlerin önlenmesi ya da etkilerinin azaltılması mümkün hâle gelecektir (Özuğurlu, 2012: 152).

Elbette, bu bağlamda kapitalizm-kentleşme ilişkisi afet yönetimi açısından oldukça kritik bir faktördür. Dolayısıyla, başarılı bir afet yönetimi oluşturabilmek için kapitalizmin kentleşme pratikleriyle ve yıkıcı etkileriyle afetlerde üstlendiği rolün tartışılması yerinde olacaktır. Zira David Harvey’in (Harvey, 2012: 5) de belirttiği üzere kentleşme kapitalizmin sürekli ürettiği ürünlerin emilimini sağlaması için gerekli bir faktördür.

Bu çerçevede kapitalizmin eşitsizlik kaynağı oluşunun mekânlara da tesir ettiğini belirtmek gerekir. Bu açıdan afetler ayrımcı bir nitelik taşır. Bu da afetlerin sonuçlarının herkesi eşit etkilemediğini ortaya koymaktadır. Yani afetlerin herkesin başına geleceği gibi bir önerme yanlıştır. Ayrıca öyle olsa bile herkesi eşit etkilemesi gibi bir durum söz konusu olamaz. Dolayısıyla, hem afetler hem de sonuçları toplumsal bir inşanın yansımalarıdır. Bu nedenle, afetlerden en çok etkilenecek olanlar; yoksullar, kadınlar ve dışlanmışlar olacaktır. Ayrıca yoksulların kaybı görece az olarak değerlendirilse dahi onlar açısından yıkıcı sonuçları olabileceği dikkate alınmalıdır. Böylece verili bir mekânda doğa olaylarının tesadüfi etkileri olmadığı; aksine toplumsal yapının eşitsiz ve ayrımcı özelliklerinden doğrudan etkilendiği görülmektedir (Özuğurlu, 2012: 152-153).

Bu çerçevede mekân algısının tarihsel süreçteki değişimi irdelenmelidir. Zira mekân ekonomik, sosyal, politik ve kültürel birçok etken ile karşılıklı bir üretim ve ilişkisel durum içerisinde hareket etmektedir. Dolayısıyla mekân edilgen ve sabit olmadığı için bütün toplumsal yapılarla etkileşerek değişimi bünyesinde barındırmaktadır. Bu bakımdan kapitalizmin yatırım aracına dönüşen ve tüketim nesnesi işlevi gören kent mekânı oldukça karmaşık süreçleri, süreklilikleri ve değişimi içeren bir yapıda şekillenmektedir. Mekânın değişimini anlayabilmek için ise tüketim, bireysel tercihler, gündelik yaşam ve bireyin bedeniyle mekân arasındaki ilişkilerin incelenmesi gerekmektedir (Arıkan, 2013: 19).

Dolayısıyla, kapitalizmin afetler aracılığıyla yeniden yaratma süreci; yani yeni kâr olanaklarını üretmesi göz ardı edilmemelidir (Özuğurlu, 2012: 153).  Bu bakımdan köyler başta olmak üzere kent dışındaki yerleşim birimlerinin de tıpkı kentler gibi kapitalizme uygun şekilde dizayn edilmesi sadece ekolojik bir yıkıma neden olmaz; aynı zamanda doğa ve insanlık açısından afetlere/felaketlere yol açar.

Bu kapsamda değinilmesi gereken önemli bir mesele ise 2012 yılında çıkarılan 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi hakkındaki kanundur. Bu kanunla iktidar deprem riski yüksek bölgeleri iyileştirmek gibi bir planlamayı amaçlamadı. Burada yine devreye rant hesabı girdi. Deprem riski düşük; ancak arsa değeri yüksek alanlar üzerinden rant sağlanarak kentlere yönelik saldırılara bir yenisi daha eklendi. Buna somut bir örnek olarak kentsel dönüşüm süreciyle gündeme gelen Beyoğlu’na bağlı olan Fetihtepe Mahallesi’nde yaşananlar verilebilir. Üstelik burada 6306 sayılı kanunun şartlarına dahi uyulmayarak evlerin tahliyesi için “riskli alanlardaki uygulamada aranan en az 3’te 2 çoğunluk maddesi” görmezden gelinerek yıkım kararı alınmıştı. Aslında mesele yaşam alanlarımızın ve doğanın talanı ve bundan rant elde edilmesi söz konusu olduğunda iktidarın “burjuva yasal düzenine” dahi ihtiyaç duymadığını vurgulamak gerekiyor. Bu bağlamda söz konusu yasa ile örneğin, İstanbul’da yoksul emekçi kitlelerin yaşadığı yerlerin üst-orta sınıflara tahsis edilmesi ve kira fiyatlarında yaşanan artışların önemli bir nedeninin de bu uygulamalardan ve bu yasadan kaynaklandığını eklemek gerekiyor.

Afet meselesi dahi diğer her şey gibi kâr ve rant üzerinden değerlendiriliyor. Emekçilerin yaşamı hiçe sayılıyor! Bu nedenle, “kâr” ve “rant” odaklı bir şehirleşme/mekân inşası yerine toplumu ve bilimsel esasları ele alarak doğanın dengesini koruyan bir şehirleşmeye/mekân inşasına ihtiyaç duymaktayız. Bu şekilde bir organizasyonun ortaya çıkması ekolojik yıkıma ve afetlere karşı başarı şansımızı kesinlikle artıracaktır.

Ne Yapmalı?

Afetler, doğanın dinamikleri gereği gerçekleşebileceği gibi beşerî faktörlerden dolayı da ortaya çıkabilmektedir. Ancak söz konusu beşerî faktörler özellikle kapitalizm açısından bir değerlendirme yapıldığında “kolektif” olarak tüm insanlığın sorumluluğundan kaynaklanmaz. Burjuvazinin kentleri ve mekânları sınırsız sermaye birikimi, kâr ve rant temelinde dizayn etmesi ve bu yönde doğaya ve insanlığa karşı durmadan saldırganlığını şiddetle sürdürmesi emekçileri ve işçi sınıfını varoluşsal bir krize sürüklemiştir. Güvenli ve sağlıklı koşullarda barınma hakkını elde edemeyen milyonlarca emekçi/işçi afetlere karşı oldukça savunmasız durumdadır. Zira emekçilerin deprem, heyelan ve çığ gibi afet durumlarını dikkate alarak yerleşim planları yapmaları mevcut ekonomik şartlarda mümkün değildir. Türkiye özelinde de durum hiç iç açıcı değildir. Bu nedenle çözüm olanaklarının tartışılması ve pratik düzlemde eylemselliğin ortaya koyulması acil bir ihtiyaçtır.

Bu noktada afet yönetimi konusunda emekçilerin/işçi sınıfının neler yapabileceği ve burjuvaziye karşı içerisinde bulundukları varoluşsal krizden nasıl çıkabileceği soruları gündeme gelmektedir. Öncelikle, emekçilerin afetler/afet yönetimi konusunda bilinçlenmeleri gerekmektedir. Bunun dışında, emekçilerin dayanışarak sistemli ve planlı bir afet yönetimini örgütlemesi gerekir. Bu bakımdan Umut-Sen de afet yönetimi konusunda halkın bu örgütlülük ihtiyacına cevap vermek adına çalışmalar yürütmeye başlamıştır. Devlet kurumlarının ve liberal ilkeler odağında hareket eden sivil toplum örgütlerinin emekçilerin afetler karşısında yaşadıkları sorunları çözmesi mümkün değildir. Zaten böyle bir amaçlarının olduğu da söylenemez. Malthusçu mantık (Malthus, 1983) burada da işlemektedir. “Fazla nüfusun” törpülenmesi afetlerde yaşanan yoksulların can kaybıyla da mümkün olmaktadır. Böylece kapasitesini aşan “yedek sanayi ordusu”/işsizler “doğal(!)” afetlerle bertaraf edilmektedir.

Kısacası, burjuvazi her alanda olduğu gibi kendi yarattığı ekoloji krizi ve afetler aracılığıyla da işçilere/emekçilere saldırmaktadır. Bu saldırıların durdurulması için işçilerin/emekçilerin bir araya gelerek örgütlenmesi ve dayanışması önem arz etmektedir. Afet yönetimi konusunda başarılı olabilmek için halkın kolektif bir örgütlenme modelini benimsemesi ve afet öncesinden sonrasına kadar uzanan geniş bir süreci planlaması gerekmektedir. Umut-Sen bu bağlamda katkı sunmak için tüm imkânlarıyla emekçilerle dayanışmaya azami gayret gösterecektir. Eğer kolektif bir örgütlenmeyi ve doğa ve insanlıktan yana bir afet yönetimini başarabilirsek başarılı bir afet yönetimini ortaya koymamız mümkün olacaktır.

Ekler

Ek-1: Afet Risk Haritaları

Kaynak: Afet İşleri Genel Müdürlüğü

Kaynak: AFAD

Kaynakça

AFAD. (2018). “Türkiye’de Afet Yönetimi ve Doğa Kaynaklı Afet İstatistikleri”.

Arıkan, Burcu. (2013). Kentsel Mekânın Değişimi ve Konut Dokusunda Katmanlaşma: Feneryolu Mahallesi Örneği, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü.

Harvey, David. (2012). Rebel Cities, From the Right to the City to the Urban

Revolution, New York: Verso Books.

Malthus, Thomas. K. (1983). An Essay on the Principle of Population, London:

Penguin.

Özmen, B., Nurlu, M., Kuterdem, K. ve Temiz, A., (2005). “Afet Yönetimi ve Afet

İşleri Genel Müdürlüğü Deprem Sempozyumu, 23-25, İzmit.

Özuğurlu, Aynur. (2012). “Afetler ve Kentleşmenin Neoliberal Dönüşümü”, Mülkiye, 36 (274): 149-158.

Şahin, Şakir. (2019). “Türkiye’de Afet Yönetimi ve 2023 Hedefleri”, Turkish Journal

of Earthquake Research, 1 (2): 180-196.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler