spot_img
spot_img
Ana SayfaÇeviriÇEVİRİ | Stoksuz üretim tedarik zincirlerinden vazgeçmenin zamanı geldi – The Guardian

ÇEVİRİ | Stoksuz üretim tedarik zincirlerinden vazgeçmenin zamanı geldi – The Guardian

Tedarik zincirleri, 1980’lerden itibaren yaygınlaşan stoksuz üretim modeliyle küresel kapitalist ekonominin dolaşım sistemini oluşturuyorlar. Yüksek hızda sürekli hareket etmek üzere tasarlanmış bu uçsuz bucaksız altyapı, güvencesiz işlerin artmasına ve ekonomik eşitsizliklerin büyümesine yol açtı. Ancak patronların lehine çalışan bu devasa sistemin kırılganlığı artık saklanamıyor, pandemi sırasında olduğu gibi zincirin herhangi bir noktasındaki bağlantı koptuğunda etkisi dünya genelinde hissediliyor. Kim Moody’nin The Guardian’da yayımlanan ve Umut-Sen çeviri kolektifi tarafından çevrilen yazısı, sadece nasıl ürettiğimizi ve tükettiğimizi değil nasıl taşıdığımızı da düşünmeye çağırıyor.

Küresel doğalgaz piyasalarındaki fiyat şoku küçük enerji üreticilerine zarar vererek müşterileri ısınma sorunuyla ve artan yakıt fiyatlarıyla karşı karşıya bırakıyor. Fransa’dan İngiltere’ye elektrik ileten devasa kabloya zarar veren yangın, evleri karanlıkla tehdit ediyor ve elektrik faturalarını yükseltiyor. Malezya’dan Felixstowe’a giden Ever Given konteyner gemisi, altı gün boyunca Süveyş Kanalı’nda mahsur kalıyor, tahminen 730 milyon sterlinlik bir maliyetle gemi trafiğini durduruyor ve Amazon Prime’dan sipariş ettiğiniz elektronik aygıtın gecikmesine neden oluyor.

Tüm bunların ortak noktası, tekil bir olayın dünyayı kateden tedarik zincirlerini aksatma hızıdır. Neredeyse her online siparişiniz, birlikte küresel ekonominin dolaşım sistemini oluşturan fabrikalar, raylar, yollar, gemiler, depolar ve teslimat şoförleri ağıyla taşınır. Bu sıkıca düzenlenmiş altyapı sürekli hareket için tasarlanmıştır. Bir bağlantı koptuğunda ya da durduğunda, günümüzün stoksuz üretim tedarik zincirleri üzerindeki etkisi hemen hissedilebilir.


Stoksuz üretim, 1950’lerde Toyota’da mühendislik yapan ve Henry Ford’un işlerinden etkilenen Taiihi Ohno’nun fikriydi. Ohno, stoksuz üretimi malların üretimindeki ve dolaşımındaki “israfı” (stokları, ilave işgücünü ve kullanılmayan dakikaları kastediyordu) ortadan kaldırmanın bir yöntemi olarak tanımlamıştı. Ohno’nun fikri, (üreticilerin on yıllardır yaptığı gibi) malları depolayarak ya da montaj hattı boyunca istifleyerek zaman, emek ve para kaybetmek yerine tedarikçilerin bunları tam ihtiyaç duyulduğunda teslim edebilmesiydi. Nihayetinde, kâr oranları yükselecek, işletmelerin stokları muhafaza etmek ve ek işgücü için harcadığı tutar da azalacaktı.

Stoksuz üretim modeli, 1980’lerde Batı’da kullanılmasının ardından yavaş yavaş araba fabrikalarının ötesinde her türlü mal ve hizmet üretiminde egemen oldu. Büyük ya da küçük fark etmeksizin her tedarikçinin ürünleri hemen bir sonraki alıcıya teslim etmesi beklendiği için tüm tedarik zincirlerini dönüştürdü. Malları hızlıca teslim etmek üzere şirketler arasındaki rekabeti artırdı, bu da firmaların maliyetlerini (genellikle işgücü fiyatını) düşürmesi anlamına geliyordu. Tam zamanında teslimat, yalnızca ihtiyaç duyulduklarında işe alınan işçilerin yanı sıra düşük ücretli ve güvencesiz işlerin artmasına hizmet etti. İşçilerin sürekli olarak ezilmesi, 7/24 çalışma kültürümüzü ve onunla gelen akıl sağlığı sorunlarını beslerken, hükümette kim olduğuna bakmaksızın emeğin fiyatını düşürme girişimlerine, ekonomik eşitsizliğin büyümesine katkıda bulundu.

Malları hızlı bir biçimde teslim etmek altyapı sayesinde gerçekleşir. Değişimin hızına ayak uydurabilmek için 1980’lerden bu yana otoyollar genişledi, limanlar büyüdü, oraya buraya uçak pistleri eklendi. 21. yüzyıl depoları, malların depolandığı yerler olmaktan çıkararak uçsuz bucaksız dağıtım ve ikmal merkezlerine dönüştü. Ancak bir Formula 1 pilotunun size söyleyebileceği gibi, hız kendi risklerini de beraberinde getirir. Seller, elektrik kesintileri, iş ihtilafları ve elbette pandemiler bütün sistemi durdurabilir. Zira stoksuz üretim stokları ortadan kaldırdığı için öngörülemeyen bir kriz korkutucu kıtlıklara yol açabilir. Pandeminin başında hepsi stoksuz üretime dayanan veya az sayıda yedek stoku tutulan kişisel koruyucu donanım, önlük, maske ve plastik eldiven eksiği bulunuyordu. Stoksuz üreten dünyamız artık giderek daha fazla krize açık hale geliyor. 2020’nin ilk aylarında pandemi başladığından beri konteyner taşımacılığının tarifeleri güvenilmez hale geldi. Yakıt fiyatlarındaki artış da maliyetleri düşürmek için “slow steaming” olarak bilinen sevkiyat hızlarının düşürülmesine neden oldu. Bu esnada İngiliz Uluslararası Taşımacılık Birliği “kara taşımacılığı yetersizliği” konusunda uyarıda bulundu. Başka bir deyişle, liman ve depo işçileri COVID’e yakalandı, tır sürücüleri de pandemi ile Brexit’in yanı sıra yıllardır artmayan ücretleri, uzun çalışma saatleri ve eğitim yetersizlikleri sebebiyle yetersiz kalıyor. Karayolu Taşımacılığı Birliği, İngiltere’de 100 bin şoföre ihtiyaç duyulduğunu tahmin ediyor. Yeterli sürücünün olmaması da tıkanmış limanlar, duran gemiler boş raflar ve yüksek fiyatlar anlamına geliyor.

Tedarik zinciri yöneticileri ve lojistik uzmanları olası tüm problemlerin farkında, on yıl ya da daha uzun süredir “risk” ile “esneklik” (bir kesintiyi en aza indirme ya da ondan en hızlı biçimde kurtulma yeteneği) arasındaki dengeyi tartışıyorlar. Stoksuz üretim envanterleri, kriz gün yüzüne çıktığında kıtlık riskini artırır. Fakat “esneklik” daha büyük stoklar, daha çok işçi, birden fazla tedarikçi ve daha yüksek maliyet anlamına gelir. Bu da bir ikilem yaratır. Rekabet, esnekliğin kendisini bağımsız şirketler için riskli hale getirir. Kim yüksek fiyatlı ve yavaş hareket eden bir firmadan satın almak ister? Kârlılık itici güç olduğu sürece, içe dönme veya “kontrolü geri alma” yönündeki ulusal çabalar (ironik bir biçimde, Brexit’te olduğu gibi genelde hayali bir esneklik yaratmak için) işletmeler yaralarını sarmaya çalışırken daha fazla aksama, bozulmuş tedarik zincirleri ve daha yüksek fiyatlara yol açar. Ucuz tüketim malları rejiminin sürdürülmesi giderek daha zor hale gelir.

Aşırı tehlikeli kapitalizm rejimi için daha da büyük sonuçları da var. Bütün bu küresel gerçek zamanlı hareket, iklim çöküşüne sebep olan fosil yakıtlarla hareket ediyor. Tsunamiler, orman yangınları, seller ve diğer aşırı hava olaylarındaki artış tedarik zincirlerini ve tedarik edilen ihtiyaçları daha da savunmasız kılıyor. Londra’nın merkezindeki veya otoyollardaki protestocuların hakkı var. Öyle ya da böyle, büyük işletmeleri bayıldıkları ölümcül enerji kaynaklarından yoksun bırakırsanız işleri yeniden insan hızına indirebilir, belki gezegeni bile kurtarabilirsiniz.

Onlarca yıllık deregülasyon, özelleştirme ve piyasacılık, toplumu stoksuz üretim tedarik zincirlerinin tesadüfi gücüne karşı savunmasız bıraktı. Tedarik zincirlerinin çuvallamasına neden olan, pandemiden iklim çöküşüne kadar karşı karşıya olduğumuz krizlerin üzerine gitmek için devlet sübvansiyonları, düşük vergiler, iş eğitimleri veya diğer eskimiş politikalar yeterli olmayacak. Artık sadece nasıl ürettiğimizi ve tükettiğimizi değil onları nasıl taşıdığımızı da düşünmenin tam zamanı. 

Çeviri: Ahmet Çetin
Edit: Cüneyt Bender

*Orijinal metin: “Why it’s high time to move on from ‘just-in-time’ supply chains

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler