Bu fabrikada ki çalışmam planladığımdan uzun sürmüştü. Tam iki buçuk sene. Henüz açmayı düşündüğüm kitapçı için gereken paranın yarısını bile biriktirememiştim üstelik. Bu süre zarfında sendika temsilcilerinin neden hiç çalışmayıp, sürekli sendika binasında oturduğunu ve bu fabrikada neden eski fabrikama göre insan kaynaklarında çok daha az personel çalıştığını kavramıştım. İnsan kaynakları işini sendika temsilcileri yapıyordu çünkü. Yemeklerin kötü olmasından şikayet ettiğim baş temsilci; “Delikanlı, bu fabrikada çalışmak için kapıda bekleyen 2.000 kişi var. Sen şanslı azınlığın içindesin. Yemeği falan boş ver de, işine sahip çıkmaya bak! ” demişti şikayetime cevap olarak. Bir süre sonra çok fazla şikayetleri, itirazları olan işçilerin çalışma ömürlerinin kısa olduğunu anlamıştım.
Sektörün can damarı olan bir şehrin bir fabrikasında, işçiler isyan etmişti. Önce o şehirdeki diğer fabrikalara sonra da hemen hemen bütün ülkeye yayılmıştı isyan. Fırtına gibi esen bu isyan rüzgarından biz de etkilenmiştik. Bizim fabrikada, isminde devrimci kelimesi geçen bir başka sendikayı örgütlemek için küçük bir komite oluşmuştu. Dayım eski bir devrimcidir benim. O zamanlar fazla sık görüşmüyorduk ama cezaevinden çıktıktan sonra ki ilk altı ayı çok net hatırlıyorum. Bizde kalmıştı o altı ay çünkü. Çocukluğumun beni etkileyen en canlı anıları o altı aya dairdi. Küçük kara balığın hikayesini anlatan ve çocukluk arkadaşım Küçük Prens’i benimle tanıştıran da dayımdı. Ben de dahil oldum komiteye böylece. Kısa zamanda 500 işçinin 400’ü bizim sendikaya üye olmuştu bile. Bir öğle yemeğinde masanın üstüne çıktım ve arkadaşlara seslendim; “Bu fabrikada yeni bir sendika var artık.” Baş temsilcinin küfürler ederek üzerime geldiğini gördüm. Öfkeden kıpkırmızıydı yüzü. Artık çok geçti. İşi bitirmiş, onları devirmiştik çoktan. Masadan yere, ok gibi atladım. Temsilcinin çenesine bir sağ kroşe patlattım. Ne olduğunu anlamadı bile. Üç metre öteye savrulmuştu. Bütün işçiler tekme tokat kovaladılar temsilcileri. Bitmişti. Artık yeni, hem de isminde “devrimci” kelimesi olan, yeni bir sendikamız vardı.
İlk üç ay güzel geçti. Yemekler iyileşmiş, iş yoğunluğu eskiye göre azalmıştı. Umutluyduk. Ücretlerimiz de artacaktı elbet. Kadın bir arkadaşı iş yeri temsilcisi seçmiştik. İlk küçük komitemizdendi o. Bir sabah fabrikaya geldiğinde dehşet içinde, donup kaldım. “Bu ne hal! Ne oldu sana böyle?” diye sordum. ” Korkma bir şey yok” dedi. ” O yüzündeki ne öyle” dedim. Görür görmez tanımıştım. “Ha o mu? Merak etme, bu sabah uyandığımda yüzümdeydi. Önce ben de çok korktum. Panik içinde, hastanede aldım soluğu. Doktor beni görünce ‘Siz sendikacı mısınız?’ dedi. Evet dedim. Sendikacıyım. ‘Tamam, bu yüzünüzde ki, bütün sendikacılarda olur. Merak edecek bir şey yok!'” dedi. Sonra Şube Başkanına gittim. O da “Kaygılanma, normal bu! Hepimizde var. Alışırsın yakında. Yüzünde olduğunu sen bile fark etmezsin” dedi. Hiçbir şey söyleyemedim. Dehşet içindeydim. Sessizce çalışma bandıma döndüm.
Vardiya bitimine yarım saat kala haber yayılmıştı. İlk komiteden on arkadaşımızın işten çıkışı verilecekti. Bütün üretim durmuştu. Tek tek herkesin yüzünde aynı kararlılık vardı. İşi durdurmuştuk ve arkadaşlarımızın işine son verilmeyeceğinin garantisi verilmeden işbaşı yapmayacaktık. Diğer vardiyadaki işçiler de fabrikaya gelmişti. Kimse fabrikayı terk etmedi ve makinaları çalıştırmadı. İdari personel ortadan kaybolmuş adeta buharlaşmıştı. Şube başkanı, temsilci arkadaşımızla birlikte, telaş içinde, gözleri korkuyla büyümüş, fabrikadan içeri girdi. ” Ne yapıyorsunuz?! İşgal bu… Grev… Jandarma yolda… Herkesi hapse atarlar! Ortada bir şey yok. Provokasyona gelmeyelim! Haydi arkadaşlar, vardiyası biten evine! Diğerleri de iş başına. Burada biz varız! Kimi işten atabilirler?!”
Ertesi gün, fabrikaya geldiğimizde, temsilci dahil yüz kişinin, işine son verilmişti. Fabrika kapısı duvar, biz önünde, bir kısmımız sinirden ağlıyor… Sendikanın bağlı olduğu konfederasyonun yöneticileri de öğlene doğru, fabrikanın kapısına, yanımıza geldiler. Yanlarında coşkulu bir kalabalık. Oldukça görkemli görünüyorlardı doğrusu. Konfederasyon başkanı ateşli bir konuşma yaptı. Söylediklerinden fazla bir şey hatırlamıyorum ama bana nedense o kapalı spor salonunda dinlediğim konuşmayı hatırlattı. Aynı hitabet şekli aynı hamasi kelimeler. Gözüm önce bizim kadın temsilcinin yüzünde hala belirgince gözüken siluet maskeye, sonrada diğer yöneticilerin yüzlerindeki kenarları belli belirsiz fark edilen siluet maskelerin izlerine takıldı. Bir sigara yaktım. Sessizce fabrikanın önünden ayrıldım…
Otobüs durağı. Benim yorgun vücudumu evimde ki o değerli yatağıma götürecek otobüsü beklerken durağın içine yapıştırılmış kağıtları görüyorum. Aynı siyah beyaz fotokopi kağıtları. O güleç yüzlü arkadaş geliyor aklıma, bıkmadan her cuma o kağıtları dağıtan. İletişim numarası çarpıyor gözüme. Telefonumu çıkarıyorum. Belki o güleç yüzlü arkadaşla da karşılaşırım tekrar diye düşünürken numarayı çeviriyorum. Çalıyor…
Güvenlik-Sen İşçi Meclisi Üyesi, Sio Direnişçisi
Demir Işık Dahi