spot_img
spot_img
Ana SayfaGüncelZor yazı - Başaran Aksu

Zor yazı – Başaran Aksu

Başaran Aksunun yazdığı “Zor Yazı,” Bağımsız Maden-İş’in hiçbir zaman unutulmayacak ilk Genel Başkanı Tahir Çetin ve babasının mücadelesini sırtlanan işçi önderi Ali Faik İnteri kaybettiğimiz yazmevsiminin ardından yazıldı. Soma Havzası madencilerinin tazminat mücadelesine liderlik ederken madencilerle birlikte sayısız kez Ankaraya gidip meclis görüşmeleri gerçekleştirdiler. 9 Temmuz 2021de sabaha karşı, Uyar Madencilikin gasp ettiği tazminatlar için yapılan görüşmelerin birinden dönerken yorgunluk ve uykusuzlukla trafik kazası’ geçirdiler. 13 Mayıs 2014te katledilen 301 madencinin, öncesinde ve sonrasında iş cinayetleriyle aramızdan ayrılan sayısız madenci ve işçinin arasına katıldılar. Bugün büyük kaybımızın birinci yılını geride bıraktık. UMUT-SEN Örgütlenme Koordinatörü, Bağımsız Maden İşçileri Sendikası’nın Örgütlenme Uzmanı, Tahir Çetin ve Ali Faik İnterin can dostu Başaran Aksunun yazdığı yaklaşık 60 sayfalık metnin içinden seçkilerle, kısa bir kolaj paylaşıyoruz. Bu hem bir yas ve anma yazısı hem de Tahir ve Ali Faikin madencilerle birlikte açtığı yolda hep birlikte yoldaşlık eylemek için bir çağrı.

Zor yazı - Başaran Aksu (PDF indir)

Bir vefa, kardeşlik, yoldaşlık görevi bu. İşçi sınıfı mücadelesi vermiş ama şimdi aramızda olmayanlar için bir ferahlık, şimdi sınıf mücadelesi verenler için bir kılavuz, gelecekte bu mücadele içinde yer alacaklar için küçük bir uyarı olsun diye yazıyorum Tahir ve Ali Faik’in hikâyelerini.

Onlarınki 301 madencinin yaşanmışlıklarının ve trajik sonlarının yanında mücadele ile kurulan bir gücün imkânına dair bir hikâye, bir güç hikâyesidir. Bütün işçi sınıfı ve ezilenler için, 301 maden işçisinin çığlık ve feryatlarının diyetini sorumlulukla üstlenmiş iki sıradan varoluşun, iki yoksulluk hikâyesinin inşa eden, yaratan, kuran, yıkan, yeni bir anlatı geliştiren ufuk açıcı, umut verici ve derin gücünü anlatır bu hikâye. Tahir ve Ali Faikin devrimci ve devindirici yaşamları, ezilmişliklerin, sömürülmüşlüğün, imkânsızlıklarının en merkezinden göğe doğru yürüyen bir silkelenme, uyanma, arınma, yenilenme, cesaret ve erdem manifestosudur.

301 madencinin ölümü, öncesinden beri birikmiş ölüm, çaresizlik, yetersizlik, yalnızlık, bilemezlik cenderelerinden gelen her türlü bilginin, tekrar eden deneyimlerin, deneyimin küçük aynasını aşan, bazen parçalayan daha büyük bir hakikat manzarasını birçok madencinin önüne serdi. Tahir ve Ali Faik de varoluşlarının önüne serilen hakikatle tanıştı. Bazı olaylar herkese hakikatin daha önce bilmedikleri kimi yanlarını gösterebilir. Soma kömür havzasında çok sayıda insan benim için o tarihten öncesi ve sonrası var” der. “Öncesinde başka bakıyordum, sonrasında bambaşka bakıyorum,” der. Ancak yine de bu idrak bütünlükten, büyük harfle yazılan Hakikatten oldukça uzak konumları imler çoğu zaman. Köklü bir ayılma, fark edişin önünde sınıfsal çitler; kişinin etrafını kuşatmış ideolojik duvarlar ve sosyal, kültürel mecburiyet engelleri söz konusudur. Bu duvarların ötesini görebilmek için kendini ve içinde yaşadığı tüm ilişki evrenini sürekli bir biçimde değiştirme, dönüştürme arzusu şarttır. O da yetmez. Geçindirmek zorunda olduğu insanlar, her türlü sorumluluğunu omuzlarında hissettiği çocuklar, kardeşler, eşler, anneler, babalar söz konusudur. Çalışma mecburiyeti ve mücadele mecburiyeti birlikte ve iç içe nasıl var olabilir? Koşulların yarattığı ve koşulları değiştiren bir dönüşüm, devrimcilik pratiği ile. Evet, bir işçi bütün geleneksel ve güncel kuşatılmışlıklarına, yoksunluklarına, yetersizliklerine, mecburiyetlerine rağmen silkelenip doğrularak kendi hayatıyla birlikte ailesinin, arkadaşlarının, köyünün, ilçesinin, havzasının ve de ülkesinin gidişatına etki edebilir, pek çok şeyi değiştirebilir. Önderleşebilir. Bunu mümkün kılan yolda kararlar, kararlılıklar, doğru düşünüş ve hissedişler, mücadeleden türeyen etik, mücadeleyle inşa edilen iklim, mücadeleyle oluşan kardeşlik, yoldaşlık, paylaşma, güven testlerinden geçme ve geçirme, dertleşme düzlemleri, olumsuz deneyimler, sorgulama, ders alma süreçleri vardır.  İşçinin kendi yordamı ve emeğiyle öne çıkmasını, inisiyatif almasını, önderleşmesini, yönetmesini kesintisiz teşvik eden doğru, içten devrimcilik tarzı, yine işçilerin yordamından, mücadelesinden, sömürü ve tahakküm cenderelerini değerlendirme biçimlerinden, gerçek düşmanın kim olduğunu ve yok edici kudretlerini anlayış halinden doğmuştur. Tahir ve Ali Faik, bu farkındalıkların ve tarzın inşasına da büyük katkılar sunmuş iki insandır.

13 Mayıs 2014 günü 301 maden işçisi kardeşimin üretim zorlamasıyla, yani hadi hadi”lerle çalıştırılarak katledilmesinin ertesi günü Somaya indim. Büyük bir yas, karmaşa hakimdi havzaya. Katliamın olduğu ocak ağzında ağıtlar, çığlıklar, hedefi belirsiz öfke yüklü feryatlar, Allah’ın takdiri karşısında düşülen büyük şaşkınlığın içinden çıkmak için tekrar edilen duaların eşliğinde, yer altından yeryüzüne madenci bedenleri çıkıyordu. Madenci ölüme yakın çalıştırılmaya alıştırılmış insandır bu topraklarda. Bunun eğitimini almıştır her ortamda. Kader, fıtrat kabulü olmazsa bir avuç kömürden edineceği üç kuruş için içine düşürüldüğü bu tezgâhı sorgulayabilirdi. Ancak tarım bitmişti, hayvancılığın gideri gelirinden fazlaydı. Bir gelecek kurmak isteyen emekçiler, bir dayıbaşının yanına varıp ölümü göze alarak, köleliği kabul ederek çoluğuna çocuğuna kendisinin teslim olduğu kölelik koşullarını bırakmamak arzusuyla çalışmaya mecbur kaldı. Ona emre sorgusuz itaat telkin edilmişti. Okulda, kışlada, evde, camide, cemaatte, partide, kuyruğa girdiği devlet kurumlarında haddini bil, aza tamah et, ayağını denk al, haline şükret, her şeye burunu sokma, ekmek aslanın ağzında, her koyun nihayetinde kendi bacağından asılır denmişti. Konuştuğu, dinlediği herkes, gördüğü, izlediği her şey ona itaat vaaz ediyordu. Eğer dinlemez ve sorgular ise sadece kendi mağdur olmazdı; çoluğu çocuğu, akrabaları, hatta torunları bile bozulan sicilinin diyetini öderdi. Somadan Kırkaağaç’a, Akhisara, Savaştepeye, İvrindiye, Kınıka, Bergamaya varan ve üç ili içeren havzanın sakinleri yoksullaştırılmış, mazlum hale getirilmiş emekçilerdi.

Yoz ilişkiler, tüketilmiş madenciler

90 yıllara kadar Türkiye Kömür İşletmelerinde (TKİ) dönemin benzer sendikaları gibi mücadele içinde olmuş Türkiye Maden-İş Sendikası diye bir sendika vardı. Bu sendika zamanla sararmıştı. Peki nasıl olmuştu bu sararma? Özelleştirmeler sonucu, maden sektöründe bu özelleştirmeleri pratikleştirmek için uydurulmuş Hizmet Alımı ve Rödovans sözleşmeleriyle TKİ’ye ait sahalar özel şirketlere peşkeş çekilmiş; Ciner, Soma Holding, İmbat Madencilik, Koç Holding vb. dev şirketler devasa ocaklar açarak binlerce yeni işçiye ihtiyaç duymuşlardı. Zonguldak, Bartın, Çorum, Ordu, Aşkale, Erzincan, Dersim, Kütahyadan, dedesinden atasından madencilik geleneği olan ve olmayan binlerce yoksul insan işçilik için havzaya akın etti. Bu göçler işçi ihtiyacını karşılayamadı; havzanın Çepni, Yörük, Pomak, Klaz, Tahtacı, Çerkez, Roman, Manav, Anadolu Alevisi, Kürt işçileri de ocaklara sürüldü. Kamuda uzun mücadelelerle kazanılmış olan çalışma, ücret, İSİG ve emeklilik hakları, sermaye devleti ve siyasi iktidarlar tarafından esnekleştirme, güvencesizleştirme yollarıyla özel sektör için tırpanlandı. Madenciler dünyanın en ağır, en ölümcül işini asgari ücretle, denetimsiz koşullarda, işverenler ve işçilerden kişi başına komisyon alan dayıbaşlarının/köle kahyalarının kırbaçları altında çalışmaya mahkûm edildi. Her şey vatan millet içindi, her şey din iman içindi, hepimiz aynı gemideydik, alimallah gemi batarsa hepimiz batardık! Sabah akşam, gece gündüz, işte, serviste, sokakta, düğünde, cenazede söylenen ve duyulan buydu.

Her gün onlarca kazalanma olur; kol, bacak, parmak ayak kopar. İşçi susar. Gözü çıkar, yüzü çizilir, ciğeri çürür. İşçi susar. Ölür, ardından çocuğu ya da yakını madene alınır. İşçiler susar. Kendi içine ağlar, küfreder. Lanet eder sessizce kaderine. Susar. Mahkemeye başvuramaz. Binde bir işçinin annesi, babası, yakınları sus, işine bak” uyarılarına aldırmayıp delilikle mahkemeye başvursa ve şirketlerle, sarı sendikayla bağlantısız avukat bulabilse bile, anında patronların, devletin kurumlarıyla birlikte kurduğu oligarşinin sac ayakları olan cemaatin, yöre dernek başkanının, mahalle muhtarının, siyasi parti ilçe başkanlarının vazgeç, işten atılırsın, yakınlarını da işten çıkarırlar” telkin ve tehditleriyle karşılaşır. Dayıbaşı ya da patronların çıkarları için her daim hazır olan mafyaların, sarı sendikacılar ve adamlarının buralarda dolaşamaz, yaşayamazsın,” tehdidiyle yüzleşir. İşçi veya ailesi yalnız hisseder, susar. İktidara,muhalif partilere ve kesimlere giderse onlar da vazgeçmesini söyler.

İşçiler ya anlamaz ya da anlar ama çoğunlukla bu ilişki dünyasının derinliğini bilemez. Nereden bilsinler sarı Türkiye Maden-İş’in üç yöneticisinin sosyalist,’ iki yöneticisinin sosyal demokratolduğunu; genel başkanın MHPli, diğerlerinin AKPli olduğunu. En solundan en sağına, dinlisinden dinsizine bütün bu yöneticiler ve adamları, işçinin, ailesinin, çocuklarının başlarına ayaklarını basarak sömürü ve zulüm koşullarından büyük ya da küçük nemalanırlar. Şirket ve sarı sendika yöneticileri valiyle, emniyet müdürüyle, kaymakamla, jandarma komutanıyla, hakimle, savcıyla, sözde denetim için gelen müfettişle yemekte, içmekte, gezmektedir. İşçiler görür, duyar. Bu işleyişin hepsini bütünüyle göremez: O yoğun ve ağır çalışma düzeni ile, sekiz saatin üstüne mesai yapar ve kolunda takat kalmaz. Soluğu, ciğeri yanar. Ayağında, kolunda platinlerle,ancak ertesi gün işe gidecek feri dilenir Allahtan. Güçsüzlükten ona sarılan eşine dokunmaktan bile kaçınır çünkü sahiden dermanı yoktur. Ve içine sürüklendiği aciz kalma ihtimallerinden endişe duyar. İşte bu iklim içinde katledildi 301 madenci. Öncesinde birer, ikişer, üçer, onar ölünce sesi, derdi duyulmazdı madencinin.  

Canciğer arkadaşın yanında öldürülür, kazmanı elinden bırakıp onun için ağlayamazsın, başını bacaklarının üzerine alıp saçlarını okşayamazsın, alır götürürler. Hadi hadi çalışın!” diyen o kirli sesi işitirsin, dudaklarını ısır, kömürlü yüzüne gözünden yaşları bırakır, ortak anılar zihninde canlıyken vurursun kömüre kazmayı öfkeyle. Cenazesi için izin yoktur. Yas biçimin budur. Ali Faikin babası Ramazan İnter de böyle öldürülmüştü 2002de, Soma Holdinge bağlı ocakta. Ali Faik altı yaşında henüz, kardeşi Ekber iki. Oligarşinin zoruyla, iş cinayetine şahit arkadaşları ilk ifadelerinin değiştirmişler. Satmışlar kardeşlerini, belki utançla, belki ödülle… Ama belki bir ilk yaşanmış, Ali Faikin dedesinin ağırına gitmiş ve şirkete dava açmış. Tehdide, telkine boyun eğmemiş. Ne var ki dava yargıda dolanıp durmuş. Ali Faik büyüyüp kendi de madenci olunca mücadeleyi dedesinden devral. Babasının benzer haksızlıklara uğramış arkadaşlarıyla mücadeleye tutuştu, yasa yapan, yasalar değiştiren mücadeleyle 4500e yakın işçinin hakkını almasına şahitlik etti. Babası adına da mutlu oldu, babasının davasını kazanacağına dair umutlu oldu. Daha sıkı sarıldı mücadeleye, daha çok okumaya başladı. Yeniden yüksek okula kayıt olup dışarıdan Adalet okumaya başladı. İki yılını bitirmek üzereydi,

Capcanlı Tahir Çetin

Tahirle Ali Faik tanışana kadar neler oldu? Kazma ustası Tahir Çetin nasıl madencilerin önderi oldu?

301 madencinin katledilmesi bütün ülkede ve dünyada hem acıya hem de büyük bir öfkeye yol açtı. İnsanlar madencilerin üzerine kurulmuş bu korkunç sömürü çarkını gördüler. Tepkiler yurt çapında büyüdü, kamuoyu haftalarca bu gündeme odaklandı. Olayın ertesi günü vardığım Somada, madenciler arasında ilk günün şaşkınlığı sürse de gruplar halinde öfke pratikleri yaşanmaya başlanmıştı bile. Binin üzerinde işçi AKPnin Soma ilçe binasını bastı, yöneticileri tartakladı, eşyaları sokağa savurdu. Ocaklardan dönen işçiler binler halinde Soma girişinde yolları kestiler; polisle, jandarmayla çatıştılar. Bir yandan ocak ağzında, içeride yakınları olan aileler ilegazeteciler, bakanlar, siyasi parti liderleri, dayanışma için gelen yurttaşlar beklemedeydi. Sağda solda yürüyüşler yapılmaya başlandı. Bin küsur madenci “İstifa! İstifa!” sloganlarıyla sarı sendikayı bastı. Sendikanın şu an genel sekreteri, o vakit şube başkanı olan Tamer Küçükgenceri, Soma Meydanı’nda basına açıklama yaparak istifa etmeye mecbur bıraktılar (Meydanda, kamuoyunun ve binlerce madenci önünde yapılan istifanın gerçeği yansıtmadığı ancak bir yıl sonra anlaşılabildi). Dönemin Başbakanı sıcağı sıcağına Soma ziyarete geldi. İlçede sarı sendika ve yukarıda bahsettiğim ipliği pazara çıkmış oligarşinin güçleri provakatörler var” benzeri iddialarla yaygara yaratıyordu. Tayyip Erdoğan ve beraberindeki heyete herkes öfkeyle bağırıyordu. Tepki gösterdi diye yere düşürülmüş madenciye Yusuf Yerkelin attığı tekmeye, attıktan sonra yüzüne yansıyan o pis sırıtışa şahitlik ettim. Polis müdahalesi sonucu kalabalık dağıtıldı.

O gün Tahirin kardeşi Öncü’nün de aralarında olduğu bir grup madenciyle tanıştım. Ocak ağzında beklediğim süre içinde de yüze yakın madenciyle tanışmış, önemli bir kısmıyla telefon alışverişi yapmıştım. Yanılmıyorsam dördüncü gün, ocak ağzındayken Umut-Sen ve Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) avukatlarından hukuki dayanışma için ilçede olan Ceren Uysal aradı. Eğitim-Sen önünde avukatlara çok sert polis saldırısı olduğunu söyledi. Bir gece önce de avukatların kaldığı Öğretmen Evini linççi bir güruh kuşatmış, işletmecilerin soğuk kanlı müdahaleleri sonucu grup dağıtılmıştı. Yanımdaki iki arkadaşla ocak ağzından ayrılıp apar topar Soma merkeze yöneldik. Soma girişinde, Savaştepe yol çatında duran polis, giriş çıkışları kesmişti. Aracı bir madenci ailesinin oğlu kullanıyordu, tedirgin olmuştu. Yolun karşısında Somaya sokulmayıp geri gönderilen birkaç otobüs insan vardı. Israrcı oldum, ilçeye girişimi engelleyemezsiniz, emri tanımıyorum, emri vereni ara, tanımadığımı söyle ve gözaltı işlemi yapın” dedim. Amir sertliğini düşürmeden bir yerleri aradı, on dakika sonra üçümüzü gözaltına aldı. Emniyet yerine bir spor salonuna götürüldük. Yığınla polisin oluşturduğu bir küfür ve tekme koridorundan geçtik. Salona girdiğimizde elliye yakın insan perişan haldeydi. Selçuk Kozağaçlı’nın kolu kırıktı; Mürsel Ünderin burnu yarılmış, kaşı patlamıştı. Çoğu kişi ters kelepçeliydi, kelepçeleri açmaya yardımcı olduk. Hatırladığım kadarıyla Özgür Özel, Şafak Pavey gibi CHP vekilleri bu gözaltı alanına geldi. Vekiller gelince polisin sert, vahşi tavrı tersine döndü ve hastaneye götürüldük. Basın oradaydı. Orada ben de Selçuk Kozağaçlı da saldırıyı ve Soma Katliamınınarkasındaki ilişkileri kınayan açıklamalar yaptık. Dayanışmaya gelen ya da durumu merak eden çok sayıda yurttaş hastaneye doluşmuştu.

Tahir de Ali Faikde oradaymış, birbirimizi tanımadan ilk karşılamamız orada yaşanmış. Akşam serbest kaldık. İki gün daha işçilerle görüşüp İstanbula geçtim. Öncü Çetin de bir sebepten İstanbula geçmişti, bir avukat arkadaşın yönlendirmesiyle Taksimde görüştük. Aynı gün Taksimde Kamil Kartalla da görüştüm. Ertesi gün tekrar Somaya geçtik. Kamil Kartal daha önce sarı Türkiye Maden-İş Sendikası’nın yöneticileriyle tanıştığını, o vakitler henüz bu kadar bozulmuş olmadıklarını, birkaç kez eğitimlerine katıldığını, epeyce işçi ile ilişkileri olduğunu anlattı. Nasıl bir ortak anlayışla çalışacağımızı, ilkelerimizin neler olacağını konuşmaya başladık.  Somaya varınca Kamil Kartal’ın ilişkileriyle görüşelim dedik önce. İlişki içinde olduğu kişiler, daha çok TKİ’de çalışan, emekliliğe yakın solcu, aşınmış tiplerdi. Şimdi adını anmaya değmeyecek biriyle görüştük. Hem DİSK yöneticileriyle birlikte fotoğraflar veren hem de hâlâ üyesi olduğu Türkiye Maden-İş’te yöneticilik kovalayan, o dönem sosyalist bir partinin üyesi olan, sonradan CHPye geçen, koltuk kovalayan biriydi. Diğer tiplerle görüşmekten vazgeçtik. Bu tür kişilerle Komite-Konsey-Meclis anlayışını geliştirmek imkânsızdı. DİSK yönetimi yas sürecinin geleneksel kırk gününü beklemeden üyeliğe başlamıştı bile. Bu durum yerel halkça hoş karşılanmıyordu.

Havzada işçi komiteleri, konseyleri ve meclisleri kurulması konusunda ilk adım olarak patlamanın olduğu ocak ağzında tanıştığım işçileri aramaya başladım. Vardiya amiri Kara Murat, mekanikçi Abdullah gibi madenci arkadaşları arayıp onlardan üçer beşer kişilik sohbet toplantıları organize etmelerini rica ettik. Kahvelerde, köy meydanlarında gerçekleşen her sohbette üç beş yeni toplantı organize ettik. İlk komiteleri tanımlamaya, oluşturmaya çalışıyorduk. Öncü’yü aradım, Kınık Anadolu Erenler Derneğinde toplantı var, siz de gidin. Ben vardiyada olacağım ama abim Tahir orada, Ercan orada, onlar sizi işçilerle buluşturur,” dedi. Ardından İstanbuldan avukat arkadaşımın tanıdığı olan madenci Ertan Avaz’ı ve eşim Sevinç’in akrabasının yakını olan madenci Zaferi aradım. Kınıka vardık, dernekte 20 civarında madenci vardı. DİSKliler yeni çıkmıştı. Bir gün önce Dev-Maden-Senin genel başkanı olan Tayfun Görgünle bir görüşme yapmıştık. Bizim toplantıların yoğun katılımlarla geçtiğinden haberdar olmuş, pragmatik bir anlayışla Köy toplantılarını ortak, birlikte yapalım,” demişti. Ben bağımsız sendika fikrini savunuyordum ama o vakitler bağımsız sendikalar için ülke barajı yüzde üçtü ve toplu iş sözleşmesi yetkisi alabilmek için yaklaşık 6000 işçinin üyeliği gerekiyordu. Konfederasyon üyesi sendikaların ülke barajı yüzde bir olduğu için Dev-Maden-Sen o günün koşullarında makul ve somut bir seçenekti, bunu değerlendirelim ve Dev-Maden-Sene barajı aşırtalım” diye karar aldık.

Ve Anadolu Erenler Derneğinde Tahirle tanıştık. Bıyığının altından hiç eksiltmediği tebessümle elimi sıktı. Orada bir saate yakın Tahir ve diğer işçilerle konuştuk. Dernek orada yaşayan Çepniveya Aşiret olarak anılan halkın gidip geldiği, Çepni madenci çocuklarının iş bulma süreçlerini kolaylaştıran bir işlevdeydi. Tahir dikkatle diniyor, süzüyordu bizi. Bu dikkatimi çekti. Fakat sonraları bunun Tahirin genel bir özelliği olduğunu fark ettim. Büyük küçük, madenci veya değil, dost düşman herkesi dikkatle dinler, inceler;fikrini, yargısını öyle iletirdi. Dostluğunu kazanmak için onun zihninde durmadan ürettiği yeni sorulara doğru yanıtlar verebilmen, ölçütlerine uygun davranışlar sergilemen gerekirdi. Kolayca herkesle samimi ilişki kurardı ama güven duygusu inşa etmesi, kendi aklını, kalbini tümüyle ortaya sermesi için çok testten geçmesi gerekirdi insanın.

O akşam Somanın iki Çepni köyünden biri olan Ularcanın köy meydanında, DİSKliler ve kalabalık bir madenci grubuyla ilk toplantımızı yaptık. Gökay, Cenan, Ulaş gibi madenci arkadaşlarla o gün tanıştık. Tayfun Görgün’ün sarhoş olduğu izlenimi veren konuşma tarzı, işçilerin ve Tahirin hoşuna gitmemişti. Çepni toplumunun genelinin, zaman zaman çarpık da olsa solculuk, devrimcilik duyarlılıkları vardı. Tahirle konuşmaları birlikte dinledik. Konuşmalar bitip herkes ikili üçlü gruplar halinde muhabbet faslına geçince Tahire, Olur mu bu iş?” diye sordum. Olacak,” dedi. Ne demek olacak,” dedim. 301 madenci kardeşimin seslerini duyuyorum sürekli,” dedi, O günden beridir aynı insan değilim sanki. Onlar için olacak ne olacaksa.” Somaya gelen bütün sol grup mensuplarıyla tanışmış, herkesle ilişkisini sürdürme gayretindeydi. Herkesi tartıyordu. Herkesin bir şekilde oralarda kalacağını düşünüyordu. Tahir, eğer bu iş olacak diyorsan elbette solcularla mesaini sürdür ama mesainin ana kısmını madencilerle muhabbete, dertleşmeye, onların iyi kötü günlerinde yanlarında olmaya ayır. Zaman artarsa da o zaman diğerleriyle de ilişkini sürdür. Çünkü bu grupların çoğu, 301 madencinin kamuoyunda konuşulur olmasının etkisi azalırsa çekileceklerdir,” dedim. Neden çekilsinler, hepsi iddialı konuşuyor,” dedi. Yaşayıp göreceğiz,” diye cevap verdim.

Ertesi gün Somanın bir diğer Çepni köyü olan Karaçamda toplantı yaptık. Engin, Şahin, Ergin, Atmacanın da aralarında olduğu madencilerle tanıştık ve bir komite oluşturduk. Sonraki günler Kınık ve Bergamanın madenci köy ve beldelerinde, mesai saatlerine ayarlı olarak günde bazen yedi toplantıyı bulan yoğun bir çaba içine girdik. Tahir mesaisine denk gelmedikçe bu toplantıların çoğuna katılıyor; konuşanları izliyor, dinliyor, bazen birkaç cümleyle fikrini söylüyor, diğerlerini komiteye katılmaya ve DİSKe üye olmaya ikna etmeye başlıyordu. İlk günkü Ularca toplantısından sonra, Dev-Maden-Sen yöneticileri Kamil Abi ve benimle iletişimi kesmişlerdi ama Tahirle görüşüyorlardı. DİSKe üye yaptığımız her işçinin telefon numarasına, ellerinde olan e-devlet sistemi üzerinden ulaşarak şu lafları tekrar ediyorlardı: Kamili tanıyoruz, DİSKin sendikalarında başkanlık, yöneticilik yapmıştı ama Başaran Aksu kim bilmiyoruz. İkisinin de DİSKle herhangi bir ilişkisi yok.” Tahire de bizimle komite çalışmalarına önderlik eden işçilere de sık sık bunları söylüyorlardı. Bu tür anlatımlar bir gizem ve merak da uyandırıyordu işçi arkadaşlarda. Bu olumsuz propaganda iki tür sonuç veriyordu: Ya merakla, sorularla bizim meramımızı dinleme ve derdimizin ne olduğunun anlama isteği duyuyorlar ya da milliyetçi-muhafazakâr bir coğrafyanın şekillendirdiği zihinlerinde Ya bu adamlar DİSK yöneticisi değiller ama DİSKe üyeliği her yerde bunlar yapıyorlar. Misyonerler mi? Ajanlar mı? Teröristler mi? Provokatör mü bunlar acaba?” soruları türüyordu. İkinci gruptaki işçiler bizimle ya türlü davranışlar sergileyerek görüşmeye devam ediyor ya da telefonlarımızı artık hiç açmayıp görüşmekten kaçınmaya başlıyorlardı. Tahir ilk grupta olanlardandı. İşçilere bu propagandayı yapanların içinde polis de sarı sendika da işverenler de vardı ama doğrudan sosyalist, devrimcisıfatlı DİSK yönetici ve uzmanlarının bunu yapması, özellikle sol duyarlığı olan Tahir gibi işçi arkadaşları DİSKi ve bizi merak etmeye, soruşturmaya itiyordu.

Soma Maden İşçi Meclisinin ilk toplantısını Temmuz (2014) ayında, yaklaşık 90 işçiyle Öğretmenevinin salonunda gerçekleştirdik. O güne kadarki örgütlenme çabaları için ileri bir adımdı. Av. Mürsel Ünder işçilerin hukuki hakları hakkında sunuşlar yaptı. Her bir komitenin temsilcisi bilgilendirme ve konuşmalar yaptı. Kamil Abi ve ben konuştuk. Tahir ve başka madenciler de görüşlerini paylaştılar. Tüm bölgeyi kapsayan bir örgütlenmeye ulaşmış, aşağı yukarı işçiler arası kültürel, kimliksel, yöresel, siyasal farklılıkları aşan bir birlik zeminine yaklaşmıştık. Toplantı DİSK yöneticilerini rahatsız etti. Kısaca, işçiler kendi sendikalarını da ülkeyi de yönetir,” diyorduk. Toplantıya katılan işçileri defalarca arayıp görüşmeler yaptılar ve bizden uzaklaştırmaya çalıştılar. İşçiler sendikayla köprüleri tümüyle atmasalar bile bizimle ilişkilerini güçlendirmeye devam ettiler. Komiteler içindeki işçiler arasında önderlik anlamında birkaç işçi öne çıkıyordu. Tahir, Cenan, Gökay, Ali, Sarıbeylerli Engin, Abdullah, Engin, Rıza gibi arkadaşlar biraz daha öne çıkıyordu. Sorumluklar alıyor, toplantılar organize ediyor ve yönetiyorlardı. DİSKlilerin, sarı sendikacıların, işverenin karşısında ve eylemlerde daha disiplinli, korkusuz hareket ediyorlardı. Türkiye Maden-İş’i değiştirme derdiyle hareket eden çok sayıda madenci vardı. Onlar da işçileri sık sık görüşmeye, toplantıya çağırıyordu. Vatan Partisi ve bir sosyalist parti, DİSKe geçişi engellemek için bu tür muhalefet çabalarını destekleyerek sarı sendikanın kurtarıcısı oluyorlardı. Onlara da bu yol yanlış, sadece madencinin DİSKe geçişini engellemek için sizi tuzağa çekiyorlar;vazgeçin, sarı sendikadan kurtuluş imkanını kaybetmeyin,” diyorduk. Tahir, Vatan Partisinin yaptıklarını anlıyordu ama sosyalist partinin tavrını anlamakta zorluk çekiyordu.

Aynı dönemde Tahir birkaç arkadaşıyla birlikte Nakliyat-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza Abiyle birlikte Dünya Sendikalar Federasyonunun toplantısına katılmak için Yunanistana gitmişti. Dönüşte birkaç hafta bu toplantılarda yaşadıklarını anlattı. Etkilenmişti çok. Yalnız değiliz, bu iş olacak, diyordu. Enternasyonalizme doğrudan şahitlik etmiş, neler olabileceğini sezinlemişti. Başka ülkelerde de işçiler sermaye devletine ve sarı sendikalara, siyaset cenderelerine karşı mücadele ediyorlardı. Zihnindeki dünya da soruları da giderek farklılaşmıştı. Okuma alışkanlığı konusunda sürekli teşvik ediyordum onu. Zorlanıyordu. Kafam almıyor, mesailer, toplantılar, görüşmeler sonrasında yoruluyorum, iki sayfa okuyunca sızıyorum,” diyordu.

Çocuklarının okumasını daha çok istiyordu şahit olduklarından sonra. Büyük oğlu Ahmetin okuldan uzaklaşmış olmasına üzülüyordu. Asil ve Hikmetin okuması için her şeyi yapacağım,”diyordu. Tahir ömrünce kimseyle kavga etmemiş biriydi. Birine tokat, yumruk attığına, küfrettiğine kimse şahitlik etmemişti. Tahirle birlikte evlerine gidip geldikçe, babası Ahmet Amcadan yaşadıkları yoksulluğun, uğradıkları haksızlıkların, ayrımcılıkların derinliğini çokça dinledim. Çepni toplumu belirli bir güven kazanmadan kimseyi evinde misafir etmez.  Bunun Alevi kimliği nedeniyle yaşadıkları ayrımcılıkların deneyimiyle, dışarıya karşı kendi toplumlarını koruma yöntemi olduğunu görüyordum. Dışarıdan kız alınıp verilmez;akraba evlilikleri, başlık parası, genç evlilikler, çocuk yaşta kızların kaçırılması vakaları yaygın ve hâlâ çok büyük sorunlardır.

Tahirin kendi toplumu için verdiği mücadelede bu olgular önemli ağırlıklara sahipti. Sömürüye, haksızlıklara karşı dövüşme bilinci geliştikçe kendi toplumunu içine sürüklendiği halden çıkarmaya dair sorumluluklarının arttığını hissediyordu. Çepni çocukları arasında uyuşturucu kullanımının, kara para, tefecilik ve pavyon pratiklerinin yaygınlaştırılmasıyla toplumu çürüterek bölen ilişkilere isyan ediyordu. Bir gün bunları çözeceğiz,” diyordu. İki kişi kavga edince, her iki tarafın sözünü dileyip çatışmayı çözecek bir otoritenin yokluğundan şikâyet ediyordu. Alevilerde olan “düşkün” ilan etme mekanizmasının artık unutulduğunu, Dedelerin sadece cenazelerde ve cemlerde işlevi olduğunu anlatıyordu. O zaman da çok sayıda kan davalı Çepni aile vardı. Genç insanlar sokak ortasında birbirlerini vuruyorlardı. Bunlar hâlâ belli ölçüde devam eden, kanıksanmış olaylar. Tahir birkaç arkadaşıyla birlikte, tüm bu tabloyu değiştirmenin bir adımı olarak Bergama Pir Sultan Abdal Derneğine üye olmuştu. Bergama Cemevinin inşaat süreciyle dayanışma içindeydi. Bergama Cemevi ve Pir Sultan Abdal Bergama şubesine önderlik eden sevgili Aytaç’la, Tahiri kaybetmeden on beş gün önce Kınıkta benzer bir Cem ve Kültür Merkezi” kurma planını konuşmuş, somut adımlar atmayı kararlaştırmıştık.

Tahir bir yer altı madeni işçisiydi. Kazmacı ustasıydı. On dört buçuk yıl aralıksız çalışmıştı. İş başvurusuna kimseyi aracı koymadan, torpil aramadan, doğrudan kendisi gitmiş; çelimsiz yapısını görünce yönetici önce istememiş. Tahir ısrar etmiş, “önce bir gör sonra karar ver,” demiş. O gün işe girmiş ve durmamış emekli olana kadar. Tahir yıllar boyu derin bir kardeşliği, aynı yoksulluk silsilesinin tercümesi mümkün olmayan ortaklığını paylaştığı Gökay Çakırla, emekli olana kadar birlikte kazma salladı. Gökay Çakır bu ortaklığın vefa duygusuyla, Tahirden sonra Bağımsız Maden İşçileri Sendikası’nın genel başkanlığı görevini üstlendi. Her ikisi de sendikal çalışmalara daha çok vakit ayırmak üzere emekli olmayakarar verdiler. Bu karar işçi aileleri için kolay verilecek bir karar değil. Emekli olunca aldığın ücret üçte iki oranında azalır, geçim zorlaşır. Her madenci ailesi gibi Tahir ve Gökay’ın eşleri ve çocukları da ovaya, dayıbaşları aracılığıyla tarım işçisi olarak yevmiyeciliğe giderler. Başka türlü evin geçimi mümkün olmaz. Bir işçi için emekli olup çalışmamak, tüm vaktini mücadeleye vermek demek, eşinin ve çocuklarının yevmiyelerine olan ihtiyacın artması demek. Bu da evde tartışma demek; yer yer gerilimli bir ilişkiyi yönetmek, sık sık tekrarlanan ikna etme süreçleri demek. Ev içindeki işlerin bir kısmını devralmak demek. Ev içinde bir dava için iş bölümü ve ‘ideolojik birlik demek. İşte yoksulluk içinde olan bir işçinin, çalışmaktan vazgeçerek veya başka fedakarlıklar yaparak daha da yoksullaşacağı koşullar altında mücadeleye yararlı olma isteği Prometheusun Sönmeyen Ateşini böyle harlar.

Maden işçileri 13 Mayıs 2014ten sonraki dört beş ay içinde, yüzlerce eylem, yürüyüş, parkalarda, meydanlarda nöbet tutma eylemleri, heyetler göndererek hükümet ve muhalefet temsilcileriyle görüşmeler, müzakereler yapma pratikleri yürüttüler. Kendiliğinden ya da bizlerin inisiyatifleri ile gelişen bu eylemler neticesinde, gasp edilmiş haklarının önemli bir kısmına yeniden kavuştular. Tek asgari ücretle çalışmaktan çift asgari ücretle çalışmaya, haftada tek gün tatilden iki gün tatile, emekli olma sürelerinin kısaltılmasına kadar oldukça önemli kazanımları yasa haline getiren mücadeleler geliştirdiler.

Tahir Çetin işte bu mücadelelerin tamamında yer almaya çalışan bir işçi önderiydi. Hiç kimse onu zorlamıyordu, o birden bir yerlerde ortaya çıkıyordu. Heyecan duyuyordu işçilerin yan yana mücadelesinden. 301 insanın feryatlar içinde ölürken geride kalan madencilere bıraktıkları ders, bizim başımıza gelen kimsenin başına gelmesin” idi. Başlarına gelenin arkasındaki sorumluluk, sarı sendikaya, patronlara, TKİ’ye ve siyasi iktidara ait idi. Ve işçiler şimdi bu azgın, saldırgan yapıya karşı güçlerini birleştirmeliydi. Ama yapı olanca heybetiyle teşhir edilse de ayaktaydı, yaşıyordu.İnsanların işini elinden alma, hayatını karartma, yok etme kudretine sahipti. Bunu havzada yaşayan kuş da böcek de çiçek de biliyor, hissediyordu. DİSK Dev-Maden-Sen barajı aşmaya yaklaşıyordu. Baraj sınırı olan 2000 sayısına sadece iki yüz işçi üyeliği kalmıştı, öyle bir ana gelmiştik ki birkaç gün içinde bu sayıya ulaşmak mümkün görünüyordu.

Ve Soma Havzası oligarşisi saldırıya geçti

Bir gün Tahir aradı, dedi ki Atabacası Ocağı’ndan işçiler bize üye olacak, gidip alalım.” Tanıdık bir otobüs firması bulup onu kiraladık benim cebimde 100 TL vardı, onu koydum. Tahir cebinden 50 TL çıkardı onu koydu, 150 TLye anlaşıp ocağın Kapısına gittik. Güvenlikler önümüzü kesti. Sizinle karşı karşıya gelmek istemiyoruz bizi işçiler davet etti,” dedim, hiçbir güç önümüzü kesemez kenara çekilin.” Tahir biz konuşacağız kararı işçiler verecek,” dedi, güvenlik kordonunu yararak içeri girdik. İsmail işçileri toparlıyordu. Bir yüksekliğe çıkıp on dakika işçilere konuştum. Haydi şimdi bizimle yürüyecekler otobüse,” dedi Tahir. İşletme yöneticileri durumun ciddiyetini görünce yanımıza geldiler. Tamam, size engel olmayacağız ama işçileri iş güvenliği prensipleri nedeniyle sizinle yollayamayız, işletmenin otobüslerine bindireceğiz,” dediler. Tahir Bizce sakıncası yok işçileri engellemeyin yeter ki,” dedi. Bizim tutuğumuz otobüsü geri yolladık.  Kapı ağzında ikimiz işçilerin doldurduğu otobüslere ayrı ayrı binip doğrudan Soma Meydanı’na indik, topluca DİSK temsilciğine gittik ve işçilerle üyeliklerini gerçekleştirdik.

Tahir yine o meşhur mutlu tebessümüyle koluma girdi, gel çay içelim,” dedi. Sonra sohbet ederken Hiç korkmuyorsun,” dedi. Yo korkarım her insan gibi,” dedim, ama burada doğru taraftayız, doğru şeyler yapıyoruz, yanlış yapmaktan, yanlış tarafta olmaktan korkarım sadece.” “Ya adamlar [DİSKi kastederek] senin hakkında bir sürü şey söylüyor, bana anlat kimsin sen, nedir bu Umut-Sen?” diye sordu. İki saate yakın anlattıklarımı dinledi. Sorular sordu, dinledi, sordu. Nasıl geçiniyorsun, eşinden uzaksın, o bir şey demiyor mu, başka işçi bölgelerinde de böyle çalışmalar var mı, ölümden korkmuyor musun, vb. soruları bitmeyecek gibiydi. Toplantıya yetişmek zorundaydım. Tahir kalanları gelecek on yıllar içinde peyderpey konuşuruz,” dedim. Seni yaşatmazlar,” dedi. En azından ölünceye kadar mücadele etmiş olmanın ferahlığıyla giderim. Bak, 301 madenci mecburiyetler sonucu mahkûm oldukları kölelik ilişkilerine kurban edildi. Başkalarının başına gelmesini engellemeye hizmet etmiş olmak yeterli,” dedim. Dedi ki Başkan biz Çepnilerin kendi dili de vardır, Türkçe arasına serpiştirilmiş o dili genelde kendimizi korumak için düşmanın yanındayken kendi aramızdaki iletişimi gizlemek için kullanırız. Herkesle bunu paylaşmayız ama sana o dili öğreteceğim,” dedi. Minnettar olurum dedim,” ayrıldım yanından.

İki otobüs işçiyi Atabacası ocağından alıp meydana götürmemiz havzada yankılanmıştı. Lehimize ama abartılı bir güç hikayesine dönüştürülmüştü. Dev-Maden-Sennin sosyalistyönetici ve uzmanlarının hakkımızda yürüttükleri kim olduklarını bilmiyoruz” propagandasından güç alan devlet, sarı sendika ve patron üçlüsü bize daha da kinlenmişti.

[İleri sarıp Ağustos 2019a ve Soma Havzası madencilerinin tazminat mücadelesine geçiyoruz]

Ağustos (2019) ayında tazminat mücadelesi veren işçilerle gerçekleştirdiğimiz toplantılarda sorunları yaratan muhatapların Ankarada olduğunu, dolayısıyla muhatapların karşısına çıkmadan sorunu çözemeyeceğimizi tartıştık. Yaya olarak gerçekleştireceğimiz ve yaklaşık bir ay sürecek Ankara Yürüyüşü’yle sorunlarımızı geçtiğimiz yerlerdeki emekçi halka, basına ve tüm ülke halkına anlatabildiğimiz oranda, siyaset üzerinde etki kazanabileceğimizi ve dolayısıyla devlet kurumlarını ve iktidarı hakların ödenmesine dair çözüme zorlayabileceğimizi konuştuk.

Büyük Ankara Yürüyüşü kararını aldık ama beş kuruş paramız yoktu. Sendika kiramızı bile ödemekte zorlanıyorduk, doğru düzgün aidat vb. gelmiyordu. Sendika yöneticisi arkadaşlar da eleştiriyordu, altından kalkamayız diye düşünüyorlardı.  Tahir “İmkânsız diye bir şey yoktur,” dedi. Sosyal medyadan indirdiği bir görselde yazan, Che Guevera’ya ait sözü gösterdi arkadaşlara: Gerçekçi ol, imkânsızı iste.” “Biz işçiler her şeyi üretiyoruz, yaratıyoruz, mücadelemiz de imkânsızlıkları aşar, aşmanın bir yolunu bize gösterir,” diye de ekledi. Aç kalırız, eksikliklerimiz olur, insanlar hangi koşullar altında mücadele ettiğimizi görür, sahip çıkar, dayanışma gösterir ya da göstermez. Biz de bu yokluklar içinde elimizden ne geliyorsa onu yapmış olduğumuzu gösteririz madenciye. Başaramazsak da madenciler ve halk bize der ki en azından ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Bunun onuru yeter bize,” dedi.

Tahirin böylesi sade, tasarlanmamış, spontane, içten inisiyatifleri olmasaydı, bu tarz ketleri aşmak çok mümkün olmazdı. Önderlik yeteneği mücadelenin içinde daha da gelişiyor, ona katkı sunuyor, mücadeleden de sürekli öğreniyordu. O mücadeleyle karşılıklı ilişki kurmayı biliyordu. İşçilerle her diyalog kurduğunda, yürütülen mücadelenin yaşamlarına yansımalarını merakla öğrenmeye çalışır, oradan sonuçlar çıkartıp yeni öneriler üretirdi. Bu tarz, onun tasarlanmış davranışlar silsilesi değil, doğal yaşam akışının bir parçasıydı. Babasıyla ve eşiyle de çocukları, kardeşleriyle de Kınıkta, Somada, maden ocağında da herkesle konuşma, dertleşme biçimiydi bu.

Bağımsız Maden-İş’in Aralık 2018deki 1. Olağan Genel Kurulundan sonra İmbat Madencilikte sendikanın etkisi artınca, işletme yöneticileri ve sarı sendika Tahiri işten atmak için hamle yaptı. Amirlerden birinin bir işçiye yaptığı haksızlığa itiraz ettiği için disipline sevk edildi. Bu Tahirin gücüne gitmişti.  On dört buçuk yıldır çalıştığı işletmede tek kez kartı bağlanmamış, tek bir uyarı almamıştı. Üstelik şimdi sendikanın genel başkanıydı ve bu disiplin hamlesini sendikasına yapılmış bir saygısızlık, bir saldırı olarak gördü. Başka bir sendikanın [Türkiye Maden-İş] karar sürecinde olduğu disiplin mekanizmasını tanımıyorum,” dedi yazılı olarak verdiği savunmada. İşletme bir hafta sonra görüşmeye çağırdı. Tahir bu kez aynı tavrı sözlü olarak iletip direnmeye başlayacağını, işletmeyi terk etmeyeceğini iletti ve bunu sosyal medya hesabından duyurdu. Aslında sene başında emeklilik süresi dolmuştu ama o madende çalışmaya devam ederse örgütlenmeye daha faydalı olacağını düşüyordu. Sosyal medya hesabından işletme ve sarı sendikanın yaptıklarını teşhir edince bu kez işletmenin Genel Koordinatörü Gökalp devreye girip kararı ortadan kaldırdı. Bir hafta boyunca iş yerine gitmediği günlerin de yevmiyesini ve sigortasını yatırdılar.

Başkan direndi ve kazandı. Tahir de işletme yöneticileri de bu kazanımın arkasındaki şeyin farkındaydı: Binlerce madencinin ona duyduğu sevgi ve saygı. Eğer zorlasalardı madenciler başkana yapılanın hesabını hep birlikte sorarlardı. O gün iş yerinden dönünce bana Başo bu bir güç meselesi dedi. Bunca gece gündüz çalışmamızın sonucudur bu güç,” dedi. Sevgiden, saygıdan, inancımızdan, samimiliğimizden, ayrımcılıkları aşmamızdan, her kesim içinde kararlı, dürüst bölükler oluşturmamızdan, cesaretimizden, eşimizden, çocuklarımızdan çaldığımız zamanlarımızın doğru, ahlaklı şeylere ayırmamızdan oluşuyor bu güç,” benzeri sözlerle devam etti. Gaza gelme, nerdeyse devrimin kuvvetleri hazır diyeceksin,” dedim. Kıkırdayarak güldü, O da olacak,” dedi.

Tahir Eylül başında beni aradı, buluşmak istedi. Eski model Renault Cliosuyla aldı beni (Tahirin aracı, sendikanın yönetici neferi Serkan Karabacak’ın aracı, Çetin Erkalkan’ın aracı ve sevgili Ali Faikimizin kazada da kullandığı araç uzun süre bizim elim ayağımız oldu). Nereye gitmek istersin?” dedi. Görmemi istediğin ama henüz göstermediğin herhangi bir yere gidebiliriz,” dedim. Kozak Yaylası’na doğru sürdü. Çocuk yaşta buralarda çalıştığını, bölgede çok sayıda anısının olduğunu anlattı. Araçtan indik. Mantar topladığı ormanın derinlerine doğru yürüdük, bir çeşmenin başında oturduk. “Sevinç’i takdir ediyorum,” dedi. Bunu mu konuşacağız,” diye cevap verdim takılarak. Yok konuya girmeye çalışıyorum,” dedi. Sen hep yollardasın, evden uzaksın, senede bir ay görüşüyor musunuz görüşmüyor musunuz belli değil ama o bunu anlıyor, kavrıyor. O anlamazsa sen bir gün buralarda olamazsın. Yani bunun yükü esasen o taşıyor. Tamam, o da yoldaşımız ama, zor yine de kadın için yalnızlık,” dedi. Tahir konuya gel,” dedim tekrar.

Sonra evdeki durumları anlattı uzun uzun. “Çocuklar büyüyor, ergenlikleriyle ilgili sorunlar var, Ahmet okuldan ayrıldı, kötü arkadaşlar edinmesinden korkuyorum, Nursel mücadelemi anlıyor. Annem, babam çocuklarla ilgilenemiyorsun, sonra toparlayamazsın,diyorlar. 20 tane ineğin bakımı, sağımı, yemi var, işe gidiyorum, sendikal faaliyetle uğraşıyorum Hiçbirine yetişemiyorum. Paramparça oldum, hepsini çözmek istiyorum ama boğuluyorum, emekli olmaya karar verdim,” dedi. Emekli maaşıyla geçinmek zor ama birlikte çare düşünürüz. Kendimi mücadeleye daha çok vermek istiyorum, daha çok yoğunlaşmak istiyorum, diğer illerdeki örgütlenmelere gidip gelmek istiyorum sizlerle. Bunun tek çaresi de emekli olmam,” diye devam etti. Dedim ki Tahir, kendi gerçekliğini en iyi sen bilirsin, zaten iş yerinde yöneticimiz olan çok sayıda arkadaş var, onlar bu sayede daha fazla inisiyatif alırlar. Üstelik Ankara Yürüyüşü başlıyor, daha çok zaman ayırman gerekecek durumlar olacak. Emekli ol, sıkıntı yok. Hem çocuklara hem mücadeleye hem de sevdiğin doğaya daha fazla vakit yaratmış olursun,” benzeri bir cevap verdim.  Ya ben emekli olarak sendikaya ihanet ediyormuş gibi hissediyorum, acayip rahatladım şimdi,” dedi.

Güpgüzel Ali Faik İnter

Ankara Yürüyüşü’nün hazırlıkları yetişmeyince 20 Eylül olarak açıkladığımız ilk tarihi Ekim ayına çektik. O arada Umut-Sen’in her yıl düzenlediği, sadece direnen, örgütlü, öncü işçilerin konuştuğu İşçi Forumu için İstanbul’a gittik. Tazminat mücadelesini yürüten işçi arkadaşlarımız da vardı. Ve onlarca işçi havzasından yüzlerce işçinin olduğu ortamda Tahir de konuştu. İşçilerle tartışmak, sınıf siyaseti konuşmak, başka bölgelerdeki örgütlenme, mücadele, direniş deneyimlerini dinlemek hoşuna gidiyordu. Her konuştuğu insanda kırk yıldır tanıyormuş, kardeşiymiş hissi bırakıyordu.

Soma’ya döndük ertesi gün. Yürüyüşe katılacak işçilerin listelerini çıkarıyorduk. Yüz kişi gönüllü olmuştu ama katılımdan endişe ediyorduk. Sabahında sayı düşer diye korkuyorduk. Yürüyüşe katılacak işçilerle toplantı yaptığımız ilk günden itibaren tüm süreci, olası senaryoları, başımıza gelebilecek, saldırı, gözaltı vb. ihtimallerini konuşmuş, tartışmıştık. Her kararımızı meclis toplantılarıyla, herkesin fikir beyan ettiği ortamlarda alıyorduk. Bu tarz tüm işçilerde güven sağlıyordu. Şu tür ifadelerle tarzımızı paylaşıyorduk: “Biz Tarzan, Don Kişot değiliz, kavgaysa birlikte kavga edeceğiz, gözaltıysa birlikte alınacağız. Biz şunun sözünü veriyoruz: Kendi kafamızı kırdırmadan tek bir işçinin tırnağının incinmesine müsaade etmeyiz ama bizim kafamız kırılırken seyreden hiç kimseyle de yol yürümeyiz. Hak sizin hakkınız, kavga sizin kavganız, haklı bir kavga verilmediğini düşünen varsa uzak dursun. İlk kez böylesi mücadelelere katılan işçiler için korku normaldir, korkan bunu soru olarak ifade etsin hepimiz bunu tartışarak korkunun nedenlerini birlikte giderelim.” Madencilerin en çok endişe ettikleri şey gözaltı olursa bunun sicillerine işleneceği ve bu sicilin sonrasında çocuklarının geleceğini etkileyeceği hususu ve bizimle beraber davrandıkları için çocuklarının madenlere ve devlet işlerine alınmayacağıydı. Bu tür sorulara, endişelere defalarcahakikatleri, yasaları, geçmiş işçi mücadelesi deneyimlerini anlatarak yanıt verdik. Ancak yürüyüş günü gelip çattığında güzergâhboyunca oluşacak ihtiyaçları karşılamak konusunda eksikler çoktu. Bir önceki gece aradığımızda, listede bulunan işçilerin bir kısmı telefonlara yanıt vermedi.

Sabah sendikaya 100 kişilik gönüllü listesinden 42 işçi geldi. Meydana çıktık. Yoğun bir polis gücü, TOMA’lar, akrepler Soma’yı adeta kuşatmıştı. 13 Mayıs 2014’te bile o kadar kolluk gücü yoktu. Dayı bunlar bize çok ilgi göstermiş,” dedi Tahir. Biz tazminat mağdurları toplantısında işçilere şunu söylüyorduk: Basın açıklamalarımıza, eylemlerimize ne kadar çok kolluk gücü gelirse çözüme o kadar daha yakınız. Önceki basın açıklamalarına da kolluk geliyordu. Ancak bu kez yürüyüşümüzü engellemek için en az on kat kalabalıktı kolluk gücü. Bu durum işçilerde korku yerine hoşnutluk yarattı. Galiba olacak!” duygusunu artırdı. Meydanda yapılan uğurlamaya geniş bir katılım vardı. Emniyet bizi meydandan çıkarmamak üzere çok uğraştı, sonra Soma Mezarlığına kadar izin verdiler.  Büyük bir kortejle meydandan madenci heykeline geldik,oradan tek sıra mezarlığa yürürdük. 301 madenci kardeşimizin mezarlığı ziyaret edildi, dualar okundu.

Tekrar çıktık. Önümüz daha kalabalık bir kolluk gücüyle kesildi. Pazarlıklar uzayınca Tahir’le birlikte yürüyüşçü topluluğu tek sıra halinde yürümeye yönlendirdik. Önümüzü kesmeye çalıştılarsa da durmadık. On kilometre ilerdeki Kırkağaç Çamı alanına kadar böyle sürdü. Devlet oraya çok daha büyük bir kolluk yığmıştı. Yola barikat kurulmuştu. Önümüzü kestiler, asla yürütmeyeceğiz,” dediler. Tansiyon sürekli yükseliyordu. Hepimiz ayrı ayrı konuşmalar yapıyorduk. Emniyet yetkilileri gelip sert tehditlerde bulunuyor, umursamadığımızı görünce daha da agresifleşiyorlardı.Kararlılığımızı kavramaları üç günlerini aldı.

İlk gece yol kenarında kaldık. Uyduruk çadırlarımız vardı. Tahir’le aynı çadırdaydık. Yağmur yağmaya başladı, sırılsıklam olduk. Üşümeye başladık. Yağmurdan ıslanmış iki çadır daha vardı. Titreye titreye sabahı ettik. Sabah tekrar barikata yüklendik. Akşama doğru bizden Enerji Bakan Yardımcısı ile Ankara’da görüşecek bir heyet istediler. Tazminat mağduru işçilerden üç kişi, Tahir, Kamil Abi ve Av. Mürsel’i heyet olarak seçip yolladık. Onlar dönünceye kadar yol üstündeki gerilimli konumumuzu koruduk. Bir taraftan da korunaklı bir çadır alanı inşa ettik çam alanında. Soma ve Kırkağaç arasındaki direniş noktamıza madenciler, halk ve emek örgütlerinin yoğun ziyaretleri başladı. Beklediğimiz gibi, önümüzün kesilmesi ülke kamuoyunda da tartışmalara yol açtı. Ertesi gün heyetimiz döndü, tek tek izlenimlerini anlattılar. İkinci bir randevu verilmişti, müzakereler başlamıştı. Müzakerelerin başlaması hem direnişçilerde hem de Soma havzasında çözüme dair umut yarattı. Direniş alanında sıkı bir iş bölümü yaptık. Orada kalacaktık. Süre belli değildi. Kolektif, disiplinli bir direniş ortaya koymazsak sonuca olumsuz etki ederdi. Tahir bakanlık ve meclis görüşmelerinden dönünce, kamuoyunda yürüyüşün geniş bir yer edindiğini gördü. “Ben gücümüzün farkında değilmişim,” dedi, Bu iş olacak, her şey olacak.” Ömründe ilk kez hem emniyetle hem bakanlık ve meclisle bu şekilde muhatap olmuştu ve yaptığımız şeyin kamuoyundaki yansımalarını deneyimlemişti. Sezgisel olarak farkında olduğu sınıf gücünün, halkın diğer kesimlerinin de sempatisini ve dayanışmasını etrafında toplayan somut bir güce nasıl dönüşebileceğinin bir örneğine önderlik ettiğinin farkındaydı. Her zamanki heyecanlı,aceleci, motive etmeye dönük yorumlarını artırmıştı.

Dördüncü gün biz yol kenarında direnişe devam ederken beyaz bir Doblo bir araçla, yirmili yaşlarda hafif kirli sakalı bir genç geldi. Hemen karşımıza park etti. İki üç saat boyunca çam alanın duvarınabaret vuruşumuzu, slogan atışlarımızı, konuşmalarımızı izledi. Sonra gitti. Ertesi gün daha erken bir saatte geldi, yine birkaç saat izleyip gitti. Üçüncü gün daha da erken geldi, yol kenarındaki konumumuza daha yakın bir yerden izledi ve sonunda yanaştı yanımıza. Ben de katılabilir miyim sizin için bir sakıncası yoksa?” dedi kekeleyerek, heyecanla. Katıl elbette, bir mahsuru yok ama neden katılmak istiyorsun?” dedim. Babam için,” dedi. Babası tazminat mağduru olanlar da katılıyor,” dedim. Bunun üzerine şunu anlattı: “Rahmetli babam tazminat mağduru değil. Ben altı yaşındayken 2002 yılında Soma Holdinge bağlı bir işletmede iş cinayetinde öldürülmüş. Olay anında orada olan arkadaşları önce babamın lehine olan ifadeleri şirketin baskısıyla değiştirmişler. Genelde bu tür durumlarda buralarda dava açılmaz ama dedem dava açmış. 18 yıl oldu, mahkeme lehimize sonuçlanmasına rağmen babamın hakkını hala alamadık. Yanlış anlama abi, mesele para değil bu kadar zalimleşen patronlarla babamın mesai arkadaşları olan madenci ağabeylerimle beraber olmak istedim. Evde, işte duramıyorum üç gündür.”

27 yaşında iş cinayetinde ölen maden işçisinin, yani Ali Faik İnter’in babasının adı Ramazan İnter’di. Karşımızda konuşan o zaman 23 yaşında olan, Türkiye Kömür İşletmeleri’nde (TKİ) Ekskavatör Operatörü olan çalışan, Kütahya’nın Simav ilçesinin Bedirler köyünden, annesi Nuran Abla ve kardeşi Ekber’le Soma’da yaşayan Ali Faik İnter’di. Önlüğü, bareti aldı; yol kenarında yere bağdaş kurarak dizilmiş, çoğunun yaşı ilerlemiş madencilerin arasına oturdu. İlk günlerde kafamda ona dair kaygılar oluşmuştu. TKİ gibi Soma’da ayrıcalıklı olan bir iş yerinde çalışıyordu, bizimle olmak onu işinden edebilir mi acaba diye düşünüyordum. Tahir’le de paylaştım bu kaygımı. Çok iyi çocuk, bu yetimlerin hakkı yenir mi abi ya Ben konuşurum,” dedi. Tahir. Ali Faik’e gidipBak bizim için terörist, provokatör, vatan, millet düşmanı diyorlar. Sizin iş yerinde de sarı sendika örgütlü, işinden ederler seni ona göre,”demiş. Abi umurumda değil, ben babamın onuru, gururu için buradayım. Sizi araştırdım, bazı basın açıklamalarınıizledim, konuşmaları dinledim. İnternetten hepinizi buldum. Siz güzel insanlarsınız. Kim ne derse desin, buradan daha ayrılmam, diye yanıt vermiş Ali Faik.

O günden sonra varlığıyla, aracıyla direnişin en aktif, en çok sorumluluk alan kişilerinden oldu. İşten rapor alır, izin alır, alandan ayrılmazdı. Gece ikilere kadar kalır, sonra eve giderdi. Sonlara doğru alanda da kaldı, arabasının içinde uyudu. Babasının mahkeme sonuçlarını içeren dosyayı da müzakerelere kattık. Sonraları Ali Faik müzakere heyetinin de ayrılmaz bir parçası oldu.

Soma Kaymakamlığı’nın, Manisa Valiliği’nin yasaklamalarına hukuki itirazlarımızı yaptık. Manisa’daki idare mahkemelerinden biri sendikamızın lehine diğeri aleyhine karar verdi. Lehimize karar veren Manisa 1. İdare Mahkemesi, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun şehirlerarası yollarda barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılmasını yasaklayan maddenin iptalini istedi. Aylar sonra Anayasa Mahkemesi bu talebi uygun buldu. Ve şehirler arası yollardaki yürüyüş yasağını kaldırdı.

Soma Kırkağaç yolunun kenarında 33 gün süren direnişimizin sonucunda, Hizmet Alım sözleşmesiyle çalışan Eynez İşletmesi işçilerinin tazminat ödemelerinin Ocak sonunda yapılacağı, rödovansla çalışan işletmelerdeki tazminat alacakları için 2020’nin ilk çeyreğinin sonuna kadar TBMM’de yasal bir düzenleme yapılacağı sözleri alındı. Bu sözlerin Enerji Bakanlığı’nın ve Türkiye Kömür İşletmeleri’nin internet sitelerinde paylaşılması üzerine direnişi sonlandırdık. Tahir Başkan evine en fazla 30 kilometrelik bir alanda direnişi sürdürmesine rağmen o 33 gün boyunca sadece bir gün duş almak için evine gidebildi. Bu onun evinden uzak kaldığı, evi dışında ikamet ettiği ilk deneyimdi. Direniş sürecinde her türlü görüşme ve müzakerenin yürütülmesinden yemek dağıtımına, mekânın rutin temizliğinin yapılmasından çay demlenmesine, sendikanın evraklarının ve gelir giderlerinin takip edilmesine, işçilerin bir yerden alınıp bir yere bırakılmasına, işçi katılımının artırılmasına dair stresli süreçlerin yönetilmesine kadar büyük iş küçük iş demeden her işe koştu. Of demeden, aman demeden, trip yapmadan çalıştı.

Artık direnişin sonuna yaklaşıldığında Ali Faik her işi kolaylaştıran bir özneye dönüşmüştü. Barış ve Kamile ile birlikte sendikanın sosyal medya hesaplarının yönetilmesi görevlerini daha o günlerde üstlenmeye başladı. İş yerinden ve mahalleden arkadaşlarını direniş alanına getirmeye, bizlerle tanıştırmaya başladı. Bir yandan da “Abi iş yerinde vaktim oluyor bazen, neler okuyayım?” diye sormaya başladı. Sonrasında da kitap ve film listesi talepleri devam etti. Bunlar Ali Faik’le aramızdaki diyalogların ayrılmaz parçalarından biri oldu.

Söylendiği gibi, Eynez işletmesinde çalışan 2856 işçinin tazminatları yatırıldı. Fakat rödovansla çalışan sahalar olan Atabacası, Işıklar, Geventepe ocaklarının işçilerine verilen yasal düzenleme sözü tutulmadı. Söz verilen tarih Mart sonuydu. Mart ayı geldi, geçti. Pandemi koşulları bahane edilerek uyarılarımız dakulak ardı edildi. Pandemiyle getirilen eylem yasakları kalkar kalkmaz, yasal düzenleme talebiyle tekrar basın açıklaması ve yürüyüşlere başladık. Artık eylemlerin ana konuşmalarını Tahir, Ali Faik ve diğer işçi arkadaşlar yapıyordu. Önceki direniş deneyimleri, örgütlenme çabaları içinde hem Tahir hem Ali Faik hem de diğer işçiler içinden öncüleşen arkadaşlar eylemlerin tüm organizasyonunu tek başlarına üstlenip başarıyla yürütüyorlardı. Yaptığımız iki basın açıklamasının ardından, İçişleri ve Enerji bakanlıklarının bürokratları yeniden müzakere masasına çağırdılar. Ankara’da yapılan ki müzakere toplantısının ardından bizden bir yasa taslağı istendi. Taslak gönderildi. Yasa komisyona geldiği andan itibaren Soma Meydanı’nda geceli gündüzlü nöbete başladık.

Gündüz sıcakla, gece yattığımız yerlerdeki böceklerle boğuştuk. Yasa önce TBMM’nin ilgili komisyonuna, ardından da (mecliste grubu bulunan partilerin her birinin grup başkanvekillerinin imzasıyla) meclise getirildi. Nöbetin onuncu günü meydana kurduğumuz büyük bir ekrandan meclisteki yasa görüşmelerini takip ettik, büyük bir kalabalık vardı. Heyecan çok yüksekti. Alkışlar veyuhalamalar zaman zaman birbirine karışıyordu. 12 Eylül sonrası TBMM’den ilk kez işçiler lehine bir yasa geçmek üzereydi. Bu neoliberal tanrıların bütün vaazlarına ve kurallarına aykırı bir şeydi. Meclisten bu yasanın çıkmasını sağlamış madencilerin çoğunluğu,kazanımın bu boyutundan haberdar değildi. Ama madenciler o gün Soma Meydanı’nda bir kez daha, güçlerini devreye sokunca çözemeyecekleri hiçbir güçlüğün olmadığını deneyimlediler.

Yasa geçti, büyük bir sevinç Soma’ya yayıldı. Ali Faik’in o zamanki duygu durumunu hatırlıyorum. Babasının iş arkadaşlarının haklarını almalarını sağlayan bir mücadelenin parçası olmuş, bu mücadele başarılı olmuş, insanların sevindiklerini görmüş, buna katkı sunmaktan onurlanmıştı. İçime bir parça ferahlık düştü abi, Uyar işçilerinin ve bizlerin kapsanmaması beni bir burktu ama biz artık gücüyle yasa çıkartmış madencileriz, durmaz yeniden mücadeleye devam edersek bizimkileri çözeriz, dedi. Tahir hangi yokluklar içinden bu noktaya tırnakla kazıya kazıya geldiğimizi anımsattı. Gökay’a, Çetin’e, Ali Faik’e Engin’e, Kamile’ye, Barış’a, Carlos’a ve diğer işçilere tekrar tekrar sarılıyordu. Kazanımın kapsamının dışında bırakılan eski Uyar Madencilik işçilerinin önemli bir bölümünü mücadeleden uzak tutan sarı sendikaya öfke kusuyordu bir yandan. Orada en öfkeli konuşmalarından birini yaptı. Sarı sendikaya yönelik, “hırsızlar, katiller, alçaklar, kan emiciler gibi kelimelerle bezeli bir konuşmaydı.  Sonrasında bu konuşmalar nedeniyle bizlere dava açıldı. Önceki bazı konuşmalarımızla ilgili olarak da “halkı suç işlemeye, isyana, mala zarar vermeye teşvik suçlarını içeren davalar, soruşturmalar açılmıştı. Tarih 28 Temmuz 2020’idi. Tahir nereden, hangi noktadan yürümeye başladığımızı biliyordu, geleceğe doğru bakıyordu, evinin karşısındaki tepeden BakırçayOvasına saldığı bakış gibi. Olacak,” diyordu, “müthiş olacak.

[Biraz daha ileri sarıyor, Ermenek Direnişine ve 9 Temmuz 2021’e varan sürece geliyoruz]

Soma Havzasında gasp edilen tazminatların çözümü için 15 Ocak (2021) tarihini aldıktan ve bu süreci takibe başladıktan sonra, odağımızı Tahir Başkanın başında olduğu Ermenek Direnişine çevirdik. Tahirle günde onlarca kez telefonda konuşuyorduk. Valiyle bir görüşme gerçekleştirmişler, vali 22 Kasıma kadar mutlaka bir çözümün oluşacağını söylemişti. Tahirin direniş pozisyonunu gevşetmeden sürdürmek ve müzakere köprüsünü yıkmamak gibi bir yaklaşımı vardı. 22 Kasımda validen ses çıkmayınca Tahir yine de bekleme eğilimindeydi; fakat aylardır direnen işçilerin sabrı tükeniyordu. Direnişin de öncüleri arasında olan, Ermenekte ödenmemiş 13 maaşlarını direnişle almış işçilerin yirmi kadarını, belediye başkanı ve valinin yönlendirmesiyle Somadaki bir maden işletmesine yerleştirmişlerdi. Bu durum direnen topluluk arasında tartışmalara, küçük de olsa moral bozukluğuna yol açmıştı.  Maden işçileri şayet validen somut bir çözüm çıkmaz ise 25 Kasımda barikatı zorlayarak yürüme kararı aldı. 25 Kasıma kadar validen yine ses çıkmayınca, sabah madenciler ve Ermenek halkı almış oldukları kararı uygulamaya soktular.

O gün Tahir en öndeydi. Ellerini havaya kaldırıp barikata yükleneceklerdi. Tahir de Büşra ile en öne geçerek kararı hayata geçiriyordu. Birden Whatsapp grubuna bir fotoğraf düştü. Tahir fenalaşmış, bayılmıştı barikatın önünde. Hastaneye kaldırmışlardı. Aradığımda yanında Durmuş ve Emel vardı, koluna serum takılmış fotoğrafını attılar. Yine muzipçe gülümsüyordu. Takıldım telefonda,Ne oldu korkudan bayılmışsın,” dedim. Ya midem yine bildiğin gibi, kaç gündür sabah bir şey yiyemedim, sonra böyle oldu. Şimdi geçiyorum, görevimi yapıyorum, sen de izlersin,” dedi.  Sahiden geçti ve yaptı.

Maden işçileri ve Ermenek halkı barikatlara yüklendi. Barikatları dağıttı ve sonra da tüm Güneyyurta yayılan bir jandarma ve polis saldırısı gerçekleşti. Halk saatlerce direndi. Kadınlar yer yer TOMA’ların önüne geçip durdu. Ve işkenceli gözaltılar gerçekleşti. Tahir Başkan ve Örgütlenme Uzmanı Büşra ile 20 madenci gözaltına alındılar. Ve bu Tahirin ilk gözaltısıydı. Aralarında gözaltı tecrübesi olan tek kişi Büşra idi. O an yanımızda Ali Faik var mıydı hatırlamıyorum ama Kamil Abiyle birlikte araca atlayıp hızlıca Ermeneke geçtik. Sabah altı gibi vardık. Fırından çokça poğaça alıp gözaltında tutuldukları Ermenek Jandarma Komutanlığı’na geçtik. Bina boş gibiydi, içini biraz dolaştıktan sonra bir uzmana rastladık. Gözaltına alınanlar nerede diye sorduk. Adliyeye gönderdiklerini söyledi. “Siz nasıl girdiniz?” sorusunu havada bırakarak hızla Adliyeye yöneldik. Kapı önüne yığılmış kollukların direnicini iterek kırdık ve poğaça poşetiyle içeri daldık. Karaman’ın Emniyeti ve yöneticileri bizi iyi tanıyordu. Hakkımızda aldıkları bilgiler onlara, bu tür durumlarda bize dokunulmaması gerektiğini telkin ediyordu. Madenci kardeşlerimin hepsine sarıla sarıla poğaçaları dağıttım. Herkesin yüzü gülüyordu. Bizi sabahın köründe görmek de mutlu etmişti. Tahir daha uzun süre sarılı kalmak istercesine sıkı sıkı sarıldı. Gözleri gülüyordu. Muzaffer bir önderdi. Rahatlamıştı. İlk sınavını doğru vermenin gururu vardı yüzünde. Artık seni kimse tutamaz,” diye takıldım. Yüzünü buruşturarak Pislik bunlar! Kadınlara, yaşlılara copla, tekmeyle saldırdılar,” dedi.

İfadeler için Avukat Halime Abla ile Avukat Levent geldi, ikisinin emeği de çoktur Ermenek Direnişine. Bütün süreçlerin içinde olan, direniş boyunca nöbetleşe Ermenekte kalan sendika avukatlarımız Leyla, Kardelen, Şafak, Yağız ve Mürsel kadar emekleri vardır direnişe. Valinin görüşme talebi gelince komiteden iki temsilci ile Kamil Abiyi görüşmeye yolladık. Heyetin Valilik görüşmesinden dönüşü ile gözaltına alınanların serbest bırakılması akşam saatlerini buldu. Büyük bir kolluk gücünün önünde, gözaltılar ve valilik görüşmesiyle ilgili basın açıklamasını yaptık. Ermenek halkına, madencilere yapılan zulmün uygulayıcılarıyla hesaplaşmaya devam edeceğimizi söyledik. Ertesi gün itibariyle Ermenek ve Güneyyurtta pandemiyi gerekçe göstererek sokağa çıkma yasağını da kapsayan fiili bir sıkıyönetim ilan edildi. Ermenek direnişini haftalık basın açıklamaları formuna dönüştürdük. Madenci arkadaşlar kent meydanına gelen yasaklamanın ardından Ermenek dağlarında, tepelerinde toplanarak basın açıklamalarını sürdürdüler. 6 Aralıkta Kamil Abi ve Tahirle Ermeneke tekrar gittik. Karaman Valisi ile işçi temsilcileri arasında bir görüşme yapıldı. Ben Valilik kapısında bekledim. Müzakere görüşmelerine girmemek gibi ilkesel bir prensibi öteden beri taşıyorum. Görüşmede Vali devletin gücünden bahsederek daha önceki ılımlı yaklaşımlardan uzak tehditkâr konuşmuş, “çözüm mözüm yok,” demeye getirmiş. Herkesin sinirleri gerilmişti. Olay TVden aradılar. Ben bağlanarak “Vali Soylunun sözünü yere atıyor demek ki. Patron Özbey AKP içinde Soyludan da kudretli ilişkilere dayanıyor,” minvalinde şeyler söyledim. Vali hemen bir basın açıklaması düzenleyerek benim sözde sendikacı” olduğumu, görüşmede olmadığımı, devlet düşmanı olduğumu tekrar eden, alışıldık karalayıcı bürokrat açıklamasını yaptı. Tahir “Sana uyuz oluyorlar,” dedi. Karamandan Güneyyurtta döndüğümde jandarma kuşatmasında ayak üstü bir bilgilendirme toplantısı yaptık. İlçedeki asker ve polis yığınağı devam ediyordu.

15 Ocak 2021 tarihi geldi ve geçti. Soyludan ses çıkmadı. Bakanlıklar arası istişare sürüyor gibi açıklamalar yapılıyordu sık sık. Somada ayda bir, çözümü bekleyen nöbetbasın açıklamaları yapıyorduk. Fakat ülkede sokağa çıkmayı da kısıtlayan pandemi yasakları ağırlaştırılıyordu. Daha önce Soma tazminat mücadelesinde de deneyimlediğimiz gibi, Soylu ve çevresi de pandemi koşullarının ağırlaşması gündeminin arkasına saklanarak süreci sürüncemeye bırakmaya, kulak ardı etmeye başlamıştı. Buna dair huzursuzluk tazminat mücadelesi veren işçiler arasında yaygınlaşmaya başladı. Gün gün bizi bir şeyler yapmak konusunda zorlayan, teşvik etmeye çalışan işçi arkadaşlar oluyordu. Tahir ve Ali Faik Bu konuda mutlaka adım atmamız lazım. Bağımsız Maden-İş de susuyor gibi bir durum oluşuyor,” diyordu. Sarı sendika Türkiye Maden-İş Uyar tazminat mağdurları arasından üç dört kişiyi para karşılığında devşirmişti. Onları sık sık Ankaraya çağırıp açıklama yaptırıyor, Bağımsız Maden-İş’in mücadele kazanımını bu yolla gasp etmeye çalışan pratikler içine giriyorlardı. Bunlar tazminat mücadelesi içinde olan işçileri rahatsız ediyordu. Tahirle Ali Faik bir eylem programı tasarladılar. 2021in Mayısayında pandemi yasakları da bir parça gevşeyince yeniden Soma Meydanında eylemlere başladık. O süreçte Tahir ve Ali Faikin olduğu müzakere heyetleri defalarca Ankaraya gelip gitti.

Son görüşmede AKP Grup Başkan Vekili Mustafa Elitaş Haziran 2021in sonunda net cevap vereceğiz deyip yine sessizliğe bürününce, önce Soma Meydanında nöbet’ eylem yapmaya, 4 Temmuz gecesi de araçlarla Ankaraya gitmeye ve kesin bir çözüm oluşmadan dönmemeye karar verildi. Uyar Tazminat Mağdurları Meclisi ve Bağımsız Maden-İş kararı ilan etti. Aslında Ankaraya gitme fikri Mayıs başında uygulamaya konulabilirdi; ancak Sedat Pekerin tazminat sorunun çözümü konusundaki muhatabımız Süleyman Soyluyu hedefleyen ve kamuoyunda geniş yankı uyandırıp gündemi belirleyen ifşaat eylemleri, planın Temmuza kadar çekilmesine neden oldu.

Somadan kalabalık bir uğurlamayla yola çıkıldı. Barış, Kamile otobüste madencilerle beraberdi. Ben, Tahir, Gökay, Ali Faikin aracındaydık. Ali Faik bizi Manisa il sınırından çıkarmayacaklarını düşünüyordu. Manisa Emniyeti bizimle uğraşmak istemez, topu Uşak Emniyetine atar,” dedim. Akhisarda Manisa şube polisleri durdurup Yolunuz açık olsun,” dedi. Ali Faik bunun üzerine “Haklısın galiba abi,” dedi. Hemen ardından Soma Emniyetindekipolisler sen yanımdayken bana mesafeli davranıyorlar, sen yokken rastlayınca çok samimi davranıp diyalog içinde olmaya çalışıyorlar. Anlıyorum dertlerini, savuşturuyorum,” dedi. Daha önce de bizimle ilişkisi nedeniyle, sarı sendika yöneticileri Ali Faiki disiplin sorgusuna almıştı. O görüşme boyunca onların dertlerini açığa çıkarmak için sorguyu bilerek uzatmış, safa yatmış, bizimle ilgili düşüncelerini dökmelerini sağlamıştı. Disiplin soruşturması sürerken bunları bizimle mesaj yoluyla paylaşmıştı. Akrabaları bizden uzak durmasına dair baskı yaptıkça bununla eğleniyordu. “Benim akrabalarım da her şeyin farkında zalimlerin kimler olduğunu herkes artık daha net görüyor. Adamlar da gerçekten korkuyorlar bizden,” derdi sık sık. Ve çapsızlıklarına, pespayeliklerine, ahlak dışı oluşlarına dair örnekler anlatırdı. Yol boyunca daha çok TKİ’deki seçim sürecinde genç maden işçileriyle oluşturmuş oldukları meclisin müdahalesinin nasıl olabileceğine dair sorular, fikirler üzerine konuştuk.

Ali Faik tanıdığım en iyi, en dikkatli araç kullanan yoldaşlarımdandı. Yolda verdiğimiz mola sırasında enerji içeceği alıp geldi. Bunu kullanma Ali Faikim. Kilo yüzünden demiyorum,direnç sorunun varsa çek kenara uyuyalım,” dedim. Yok abi alışkanlık oldu ilk gençliğimden beridir,” dedi. Bence çok tehlikeli,” dedim. Tahir şoföre karışmamamı söyledi. Gökay’ın kullanmasını önerdim. Tahir zaten gece araç kullanamıyordu. Daha önceki gezilerimizde bunu çok test etmiştik. Bir kez Ermenekten günübirlik Somaya giderken Tahir gece sürme denemesi yapmıştı. Yetmiş kilometre gidemedi ve kenara çekip uyuduk. Hatta arabayı durdurduk ve ben emniyet kemerini söküp dönerek Tahir diye seslendiğimde o saniyelik süre içinde uyuya kaldığına şahitlik etmiştim. Tahir de Gökay da Ali Faik de ben de baskı altındaydık, acaba sorunu çözebilecek miyiz?” sorusu hepimizi sarmıştı. Basınç yaratan diyaloglar, ilişkiler vardı. Bu ağırlık omuzlarımızdaydı. Yolda buna dair konuştuk çokça.  

Ankara girişinde emniyet durdurdu. Ankara Emniyeti o ilk andan itibaren, beş gün sonraki dönüşe kadar, sert tavrını kesintisiz bir şekilde sürdürdü. Sürekli gözaltı ve şiddet tehditlerini savuşturmak, tehditlere karşı uyarılar yapmakla geçti günler ve saatler. Asla geri dönmeyeceğimizi söyledik. Saatlerce polis noktasında pozisyonumuzu kaybetmeden bekledik. (Özgür Özelle sürekli irtibat halindeydik. AKP yöneticileri ve bakanlıkla görüşme zemini oluşturmaya çalışıyorduk. Bazen Tahir, bazen ben arıyorduk. Sağ olsun, tarzı ve tavrıyla mücadelenin başladığı ilk günden en son kazanım noktasına kadar kendini öne çıkarmadan, mütevazı, kolaylaştırıcı tavrını sürdürdü. Yine Manisa Vekili Ahmet Vehbi Bakırlıoğlu da bizimle olan ilişkilerinde hep benzer bir tavra sahip oldu.) Bizi yolun karşısındaki, Soma yönüne doğru olan bir tır parkı tesisine yönlendirmek istediler. Çözüm olmadan Ankara terk etmeyeceğimizi, müzakere zemini oluşmadan konumumuzu asla değiştirmeyeceğimizi belirttik. Polis yetkilileri bilinçli olarak benimle muhatap olmayı reddediyor, Tahirle konuşmak istiyorlardı. Tahir, Ali Faik ve Gökay polisle muhatap oluyordu.

Ali Faiki sert buldukları için polis onun üstüne daha fazla gidiyordu. Ama Ali Faikin korkusuz sakinliğini aşacak bir yöntem geliştiremiyorlardı. Argümanları karşısında çaresiz kalıyorlardı. Madencilerin mücadelesi Ankara Emniyetinin benzerini çalışmadığı bir konuydu. Her geliştirdikleri saldırı, korkutma, yıldırma taktiği boşa düşüyordu hızlıca. Bir keresinde yaklaşık bir saat boyunca, kalabalık bir sivil polis topluluğu çember oluşturarak alanı terk etmemiz için Tahir ve Gökayla konuştu. Finalde, arkalarda duran iki polis Ya bunlarla ne diye konuşuyoruz, iki saattir her türlü denemeyi yaptık, adamlar hep aynı cümleyi kuruyorlar. Gitmeyiz de gitmeyiz! Ya biz geri zekâlıyız ya bunlar,” dedi. Bu diyalog direniş boyunca aramızda mavra konusu oldu.

Ali Faik, İdris, Ali, Cumadan oluşan bir heyet meclise görüşmeye çağrılınca biz Temellide bulunan tır parkına geçtik. Özel bir ihtiyaç olmadıkça bu müzakere süreçlerine uzmanı, avukatı katmamayı prensip olarak belirlemiştik. Zaten Tahir ve Ali Faik tecrübe kazanmışlardı. Lafı dolandırmadan her şeyi bam bam bamkonuşmak üzerine bir strateji saptadık. En son günün akşamına kadar bu stratejiyle davrandık. Bunun olumlu sonuç verdiğini gördük. AKP Grup Başkanı, Başkan Vekili, TKİ Müdürü, Enerji Bakan Yardımcısı vb. her kimle görüşseler kavga ediyorlardı. Bazen görüşme bu sebeple kesintiye uğruyor, bir süre sonra tekrar devam ediliyordu. Polis ise her gün altı yedi defa alanı terk etmemiz için baskı uyguluyor, sonra geri çekiliyordu. İki gün kalmak üzere yaptığımız plan üç dört güne çıkınca, bazı işçi arkadaşlar geri dönmek zorunda kaldı. Geri dönme eğilimi güçlenmeye başlayınca polise yansıtmadan son bir gün daha kalmak üzere uzun uzun konuştuk madenci arkadaşlarla. Somadan kiraladığımız otobüsü ikinci gün geri yollamıştık. Aynı gün Tahir, Ankara Büyükşehir Belediyesinden iki belediye otobüsü ayarladı. Arkadaşlar geceleri otobüste kalıyordu. Ali Kandemir ve İdris Sarıkaya kendi engelli araçlarında; Ali Faik, Barış ve Kamile de bir araçta kalıyordu. Konuşlandığımız yerin konumundan dolayı geceleri sıcaklık çok düşüyordu ve muazzam üşüyorduk. İlk gece herkes yatınca Tahirle ben ayakta kaldık.

Temmuz kıyafetleri var üzerimizde, soğuğu hesap etmemişiz… Saat gece üçü geçmiş. Acayip de yorgun ve uykusuzuz. Tesisin restoranında çay içmek uykumuzu açmadı. Dışarı çıktık. Tahir mescide gidip yatmayı önerdi. Gittik. İçeride horlamalar vardı. Tır şoförleri yastıklı battaniyeli uyuyordu. Biz de uyumak için uzandık ama beş dakika dayanamadık, mescit buzhane gibi soğuktu. Kalkıp dışarı çıktık. Biraz daha turladık. Sonra Tahir madenci arkadaşların uyuduğu otobüse girdi. Dönüşte üstünde bir mont, elinde bir mont ve battaniye vardı. Montu giyip battaniyeyi tutmamı söyledi. Petrol istasyonunun marketine girip yirmi beşer liradan iki yastık aldı. Mescide geri döndük. Yastıkları başımızın altına alıp tek battaniyeyi sarınıp saat altı buçuğa kadar uyuyabildik. Ertesi gün dayanışma amaçlı elli battaniye geldi. Beton alan ve otobüste yatma işi görece kolaylaştı. Dördüncü günün akşamı Tahir ve Ali Faik dediler ki Yarınki görüşmeler çok kritik, Av. Mürsel Abiyi de çağırmamız lazım, onsuz adamların cambazlıklarıyla baş edemeyiz.” Ali Kandemir ve İdris de aynı fikirdeydi. İhtiyaç duyuyorlarsa arayıp çağırmaları yönünde fikrimi paylaştım. Aradık, çağırdık zaten,” dedi Tahir.

Dördüncü gün de müzakerelerde ilerleme sağlanamayınca bulunduğumuz noktadan Ankaraya yürüyeceğimizi ilan ettik. Toplantılarımızın tamamını polis izliyordu. Gizlenecek bir şey yoktu, tablo açıktı. İşçiler tartışıyor, karar alıyor, sendikanın gücüyle o kararın hayata geçmesi için gerekli iradeyi sergiliyorlardı. Soma, Ermenek mücadelelerinde kolluğun sendika bunları manipüle ediyor” söylemini bu tarzla etkili bir şekilde boşa düşürüyor, her türlü benzer propagandayı bertaraf ediyorlardı. Ankaraya yürüme kararının alındığı toplantıyı işçiler kendi aralarında yaptılar. Yürüme kararını ilan ettiler.  Örgütlenme uzmanı veya avukat hiç kimse katılmadı. Polislerin yüzü düştü, kuracak cümleleri kalmadı. Sabah yürüyüş düzeni aldık. Özgür Özel birkaç CHP vekili ile gelmişti. Polis yürütmemek konusunda her türden saldırganlığın içine girdi. Özgür Özel, Ankaranın Emniyet Müdür Yardımcısıyla sertçe tartıştı. Ankara-İzmir Karayolunun kenarına kadar yürümemize izin verildi. Orada yere baret vurmaya başladık. Tekrar müzakere çağrısı geldi. Önceki gün AKP Grup Başkan vekili Mustafa Elitaş’la işçi temsilcilerinden Adem arasındaki tartışma basında genişçe yer almış, AKP merkezini rahatsız etmişti. O tartışmada Adem Çavuş, Ben yıllarca AKPye oy verdim. Bu ocaklarda devlete güvenip çalıştım, şimdi hakkımı aradığımda umursamaz davranıyorsunuz,” dediğinde Mustafa Elitaş “Bana ne, bana mı çalıştınız, vermeseydiniz oy!” minvalinde bir cümle kurmuştu. Önceki günkü bu kavganın etkisiyle de başka müzakere süreçlerinin önü açıldı.

Bazen aldığımız karar gereği, müzakere heyeti görüşme bittikten sonra TBMM ve Bakanlık binalarını terk etmiyordu. Bu polisleri rahatsız ediyordu. Ve daha çok Ali Faikle polisler arasında tartışmalar yaşanıyordu. Müzakerelerden dönen heyet bilgilendirme yaparken işçilere Ankara polisinin bu tavrını da aktarıyor, işçiler bu duruma dair tepkilerini ortaya koyan yorumlar yapıp Ali Faikin kararlı tavrını takdir ediyorlardı. Tahir daha çok stratejist gibiydi. Hep yarın atılacak adımı düşünüyor, bu nedenle temkinli adımlar atmayı tercih ediyordu. Bu bazen Ali Faikin moralini bozuyordu. Bana her dönüşte Abi sen Tahir Abiyle bir konuş, ‘çıkmıyoruzdedikten bir müddet sonra hadi arkadaşlar alana gidiyoruz’ demesin. İdris Abiyle de konuş, o da erken gevşiyor,” diyordu. Bir akşam Ali Faik işçi meclisine açtı bu durumu. Mecliste müzakere temsilcilerini dinledi, öz eleştiriye davet etti. Tahir “Haklısınız, eksik davrandım, bundan sonra dikkat edeceğim,” diyerek kabul etti eleştirileri. İdris de kabul etti ama alındı biraz. Sonrasında aracına geçip uzun uzun madencilerin eleştirisinden neden alınmaması gerektiğini konuştuk. Onlar size güvenip görüşmeye gönderiyorlarsa, burada beton üzerinde saatlerce, günlerce bekliyorlarsa ve bu kavga ortak bir kavgaysa, birbirimizin her dediğini önemseyeceğiz, dikkate alacağız, ona göre davranacağız,” dedim. Yatıştı İdris.

Son gün saat on ikiye kadar sürekli gerilim, yürüme, didişime sonrasında heyet son müzakere için alandan yola çıktı. Av. Mürsel de yolda onlara katılacaktı. Akşam altı gibi geri geldiler. Hem rahatlamış hem tedirgindiler. Müzakere heyetinin üyeleri tek tek konuştu. Hepsi sorunun çözümü konusunda somut bir noktaya varıldığını, vekillerin ve yetkililerin net bir şekilde ve kesinlikle çözüm bulunacağını söylediğini; ama bunu hangi yöntemle çözeceklerini bizimle paylaşmaktan imtina ettiklerini ifade ettiler. Emin misiniz, diye tekrar tekrar sorduk hepsine. Tahir, Ali Faik, Mürsel, İdris, Cuma, Adem, her biri aynı şeyi söyledi: Evet, bu iş bitti, kazandık ama ilan etmeyelim şimdilik.” Bir hafta içinde kesin sonuç çıkana kadar bir müzakere heyeti Ankarada kalacak, diye duyuralım. Kimler kalacak konusunu konuşmaya başladık. Ben, Tahir, Ali Faik, Cuma ve İdris kalacaktık. İdris dedi ki Bunu kamuoyuna böyle duyuralım, biz de gidelim yıkanalım, duş alalım, iki gün sonra Ankaraya gelelim.” Tahir ve Ali Faik de bu fikri destekledi. Temkinli bir açıklama yaptık bu şekilde. Madencileri otobüse bindirdik.

Biz de Tahir ve Ali Faikle Mürseli, Ankarada kalacağı yere bırakalım, sonra otobüse yetişiriz diye düşünerek Ankara merkeze doğru yola çıktık. Yoldayken Mürsel “Siz de kalın, yarın ben Burhaniyeye işçilerle toplantıya gideceğim, Somaya uğrayarak iki araç peş peşe gideriz, hem de dinlenmiş oluruz,” dedi. Ben olabilir diye fikir belirttim. Tahir “Benim eve dönem lazım, kalamam,” dedi. Ali Faik “Abi ben dün sizden bir saat erken yatıp bir saat geç kalktım, dokuz saat uyudum, ben de kalamam, gitmem lazım,” deyince ben de onlarla dönmeye tamam dedim. O ara Özgür Özel aradı Tahirin telefonundan, keyfimiz yerindeydi, şakalaştık. Bizi tebrik etti, cevaben teşekkür ettik. Mürselin ineceği yere yaklaşınca Mürsel bir kez daha kalalım diye ısrar etti. Tahir de Ali Faik de dönmeleri gerektiğini söylediler. Ben dedim ki Otobüse endişe ediyorsanız, yanlarında Gökay var, sıkıntı olmaz, kalalım.Bu sefer Tahir dalga geçti, Biz bu yolları elli defa geldik gittik Başaran Aksu,” dedi, Sen kal yarın görüşürüz.” Ben de Ali Faike dedim ki “İdris ve Alinin aracı engelli aracı, biliyorsun daha önce arızalandı, tamire götürdük, hız yapamazlar. Sen de zaten yapmazsın ama yapacağın varsa da hız yapma, onlarla peş peşe gidin ki başlarına bir şey gelirse yakın olasınız.O iş bende abi,” dedi. Ben de Mürselle kaldım. İndik arabadan.

Normalde ertesi gün görüşeceğimiz durumlarda vedalaşmayız. İkisi de indi arabadan. Sarıldık ayrı ayrı. Ali Faike Hadi kazandın Alim,” dedim. Abi kazandık da bakalım benim babamın durumunu kapsayacak mı,” dedi. Tahir Mürsele Bu adama dikkat et kapmasınlar, dedi ve araca bindiler. İkisinin de yüzünü mahzun hatırlıyorum araca binerken. Otobüse yetişmişler. Tahir çay ısmarlamış herkese molada. Gökay Başkan onların aracına geçmek istemiş, Biz özel konuşuyoruz,” demiş, kabul etmemişler. Barış binmek istemiş, kabul etmemişler. Normal şartlarda ısrar etseler Barış da Gökay da o araca binerlerdi. Cuma Abi de binmek istemiş,kabul etmemişler. Muhtemelen Tahir örgütçü, başkan kaygısıyla otobüste madencilerin yanında olmalarını istedi.

Sabah mı gece mi bilmiyorum, telefon çaldı uzun uzun. Zor uyandım. Kamile arıyordu. Açtım. Tahirle Ali Faik öldü,” dedi. Ne diyorsun?” dedim. Ağlayarak “Öldüler öldüler, kazada” dedi. Kapattım. Şekerim düştü, yere düştüm. Kaç saniye geçti bilmiyorum. Banyoya doğru süründüm. Kusma isteği var, soluğum kesiliyor. Başımı soğuk suyun altına tuttum uzun süre, bağırıyorum bağırıyorum, ne dediğimi bilmiyorum. Tahir diyorum, Ali Faik diyorum. Mürseli aradım, “Tahirimi Ali Faikimi kaybettik, dünyalarımı kaybettim, haydi kalk,” dedim. Yola çıktık. Sonrasını hatırlamıyorum. Aylar geçti, sonrası yok. Yok. Yok. Onlar varlar. Her şeyleriyle ıpışıl, capcanlı, güpgüzel.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler