spot_img
spot_img
Ana SayfaHaberYüksek Modanın Yüksek Maliyeti - Minh-Ha T. Pham (Jacobinmag)

Yüksek Modanın Yüksek Maliyeti – Minh-Ha T. Pham (Jacobinmag)

‘Hazır modaya’ karşı yürütülen kampanyalar, işçi sınıfından tüketicileri günah keçisi yaparken, konfeksiyon işçilerinin koşullarını iyileştirmek için çok az şey yapıyor.

“Ucuz modanın yüksek maliyeti”: Etik ve modayla ilgili popüler söylemlerde bundan daha büyük bir klişe yok. Bu fikrin aktarılması ve güçlendirilmesine sayısız kitap, makale, belgesel ve sosyal medya içeriği vakfedilmiş durumda.

Bu fikrin arkasındakiler için, attıkları slogan sadece bir uyanma çağrısı değil, eyleme geçme çağrısı anlamına da gelmektedir. “Ucuz modanın yüksek maliyeti” tüketicilerin dikkatini, ucuz moda yani diğer adıyla hazır moda kıyafetlerin üretimindeki çevresel uygulamalarla kötüleşen çalışma koşullarına çekmektedir. Tüketicilerden hazır moda mağazalarından alışveriş yapmaya son vermelerini, ucuz fiyatlara ve kestirme moda eğilimlerine aldanmamalarını istemektedirler.

Bize anlatıldığı biçimiyle moda hırsızlığı olarak görülmesi mümkün olan şey aslında, işçilerin elinden geçimlik ücretlerle güvenli çalışma koşullarının, tasarımcıların elinden de fikri mülklerinin çalınmasıdır. Hazır gıdalar nasıl bütçeye uygun ancak boş kaloriler veriyorsa, hazır moda da hızlı ama tamamen boş çözümler sunmaktadır. Hazır modayı eleştirenler, kıyafete daha fazla para harcamanın sadece daha etik değil daha modaya uygun bir şey olduğunda ısrarcılar.

Hazır modaya karşı çıkmanın içten içe bir cazibesi var. Kaynağı çoğu kez, dünyayı daha iyi bir yere dönüştürme, sömürüyü ketleme ve yaratıcılığı besleme arzusu.

Oysa bu son derece hatalı bir yaklaşım. Bu alt kademede yer alan ve zaten damgalanmış pazarı yerden yere vurmak, moda sisteminin genelindeki yapısal ilişkileri ve gerçeklikleri ya yanlış anlamakta ya da kasıtlı bir biçimde göz ardı etmektedir. Hazır giyim karşıtı tutum, konfeksiyon işçileri, bütçelerine uygun alışveriş yapan müşteriler ve lüks moda hakkında ırkçı, sınıfsal açıdan ön yargılı ve tarihsellikten uzak mitler yaratmakta. Ve bu yolla yerden yere vurmak istedikleri uygulamaları daha da pekiştirmektedirler.

Mitler ve Gerçekler

Hazır moda, devasa bir giyim endüstrisi içindeki pazarlardan sadece birisidir. Ticari açıdan etkin ve merkezi rolü su götürmez olsa da, kültürel etkisi son derece önemsiz ve sınırlıdır. İş modeli, kültürel eğilimleri (belirlemek yerine) tespit edip, üst ve yakın kalitede üretim yapman rakiplerden aylar, bazen de günler önce bunları üretip dağıtmaya dayanmaktadır. Bu sayede hazır moda piyasası, geniş giyim endüstrisi içinde göz ardı edilse de önemli bir rol oynamaktadır. Lüks tasarımların kitlesel pazardaki ucuz versiyonları, elit tüketicilerle markaları kendilerini bu pazardan ayırt etmek için yeni eğilimler bulmaya itmektedir.

Ancak hazır moda bu kritik rolüne rağmen, şu türden şeyler olmadıkça kamuoyunun göz önüne veya manşetlere çıkmaz: (1) Lüks bir markayı kopyalamakla suçlandıklarında; (2) lüks bir markanın, hazır giyim ürünlerini taklit ettiği görüldüğünde (Saint Laurent’in bir Forever 21elbisesini yakın zamanda taklit etmesi); veya (3) hazır giyim karşıtı bir haberin konusu olduklarında.

Hazır giyim karşıtı söylemin temel miti şudur: Düşük fiyatlar düşük üretim standartlarına (ve düşük kaliteli bir üretime) işaret ederken, yüksek fiyatlar yüksek üretim standartlarına (ve yüksek kaliteli bir üretime) işaret etmektedir. Ekonomistlerin tabiriyle buna ‘Veblen etkisi’ denmektedir. İsmini 1899 yılında pahalı malların statü sembolleri olarak elitleri cezbettiğini söyleyen Thorstein Veblen’den almıştır.

Bugün daha pahalı moda ürünleri hala, zevkleri ‘daha iyi olmakla’ kalmayıp, aynı zamanda ahlaken daha üstün olan, ‘ucuz modanın yüksek maliyeti’ konusunda daha bilgili ve etik açıdan seçici üst seviye tüketicilerle ilişkilendirilmektedir. Hazır giyim karşıtları tüketicilere, konfeksiyon işçilerinin sömürülmesine ve fikri mülkiyet hırsızlığına karşı çıktıklarını göstermeleri için ucuz mağazalardan uzak durmalarını söylemektedirler. Bu çağrıya uymayıp daha pahalı ürünleri almayanlar, hazır giyimdeki tüm kötülüklerin suç ortağı olmaktadırlar.

Oysa diğer tasarımcıları taklit edenler veya işçileri kötü koşullarda çalıştıranlar sadece hazır giyimciler değil. Bu tür uygulamalar ucuz giyimden lüksüne endüstrinin tümünde yaygın. Aynı fabrikada hem hazır hem de lüks kıyafetler üreten işçiler görmek ya da bir firmanın hem ‘orijinal tasarımları’ hem de bunların taklit versiyonlarını ürettiğine tanık olmak hiç de işten değildir.

Nitekim Prada, Burberry, Valentino, Calvin Klein, Ralph Lauren, Donna Karen ve Tommy Hilfiger gibi markalara kıyafet yapan fabrikalarda, işçilerin sürekli suistimale uğradıklarına ve sağlık-güvenlik ihlallerinin yaşandığına dair sayısız haber vardır. Yüksek kaliteli bir kıyafetin üretilmesi, orada işçi haklarının gözetildiği anlamına gelmemektedir.

Doğrusu kitlesel piyasaya çalışan bazı şirketlerde, çalışma koşulları aslında üst katmanlardaki şirketlerden daha iyi bile olmaktadır. GoodGuide adlı bir çevrimiçi tüketici rehberine göre, ‘Levi’s ve Nike genel anlamda Givenchy ve Celine’den daha iyi puanlara sahiptir. H&M, Donna Karan’dan çok daha iyidir.’

Hazır giyimi eleştirenlerin ıskaladıkları şey, tüm konfeksiyon firmalarının küresel kapitalizmle eklenmiş oldukları ve hepsinin kar-odaklı mantığa tabi olduklarıdır. İşçilerin sömürüsü, sağlık ve güvenliğin hiçe sayılması endüstrinin tamamına yayılmış durumdadır.

Hazır giyim tüketicilerinin (tamamen olmasa da ağırlığı çalışanlar ve yoksullardan oluşmaktadır) ahlaksızlığı veya budalalığından dem vururlarken bu durumu bütünüyle ıskalamakta, üstelik kıyafetleri en az diğerleri kadar korkunç koşullarda üretilen elit tüketicileri temize çıkarmaktadırlar. Hazır giyim karşıtları, küresel kapitalizmin yarattığı tüm kötülüklerin suçunu fakir insanlara (küresel kapitalizmin kurbanlarına) atmaktadır.

İşçi sınıfına ve fakir insanlara, Forever 21 (Coton veya LCWaikiki) yerine Barney’den (Boyner, Zara) alışveriş yapmalarını söylemenin anlamı şudur: Kapitalizmin verdiği tahribatı onarmanın sorumluluğu, alım gücü en düşük tüketicilerin sırtındadır. Oysa hiçbir doğruluğu olmayan bir ahlaki tutumdan hareketle daha pahalı kıyafetler almanın, küresel kapitalizmdeki ırkçı işbölümünü, fırsat ve gelir eşitsizliğini azaltmaya hiçbir faydası yoktur. Modadaki döngüler (ki bunlar kapitalizmin tekerini döndürmede kritik role sahiptir), fakir insanlar daha fazla borç batağına saplansa bile dönmeye devam edecektir.

Hazır giyim tüketicilerine yönelik ayıplamalar, kimi zaman ırkçı bir ton almaktadır. Bugün hazır giyim karşıtı kampanyalarda, siyahi, Latin ve özellikle Asyalı kadınlarla genç kızlar, terhane modasının pasif ve güçsüz kurbanları olarak yansıtılmaktadırlar. Bu tek boyutlu basmakalıp, işçilerin yıllardır sürdürdükleri eylemleri, örgütlenme mücadelelerini ve protestoları karartmaktadır. Üstelik bunların yerine zengin ve kültürlü Amerikan-Avrupalı  tüketicilerin sadece alışverişleriyle yoksulları, göçmenleri ve/veya Üçüncü Dünya kadınlarını kurtardıklarını söyleyen bir anlatı koymaktadır. Ancak konfeksiyon işçileri asla pasif kurbanlardan ibaret kalmamışlardır.

1909’da New York’ta gerçekleşen Triangle Shirtwaist Grevi’nden (o dönemde ABD’de gerçekleşmiş en büyük iş durdurma eylemi), 1938’de Çin Mahallesi’nde gerçekleşmiş işçi grevine (on beş hafta sürmüştü) ve Filipinler, Kamboçya, Hindistan, Bangladeş ve Endonezya’da yapılan diğer eylemlere kadar, konfeksiyon işçileri baskıcı koşullara hep direnmişlerdir.

Dahası aktif özneler olarak, ürettikleri modanın kendisiyle yakından ilişkilidirler. Büyük çoğunluğu kadınlar ve genç kızlardan oluşan konfeksiyon işçilerinin bazıları, moda eğilimlerinin doğup, gelişip öldüklerini ilk elden gören kişilerdir. Toplumsal açıdan olmasa da yapısal olarak, moda döngülerinin her zaman bir adım önünde bulunurlar. Küresel giyim ve moda medyasıyla haşır neşir olmaları, hakim estetik kalıpların kültürel anlam dünyasıyla çevrelendiklerini göstermektedir.

İster gerçek ister vaat edilmiş zevkler olsun, alış veriş yapma, giyinme, güzel, ince ve modern hissetme, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki tüketicilerle veya elit moda ürünlerine ulaşanlarla sınırlı değildir.

Etik Tüketicilik Söyleminin Sınırları

Niyetim hazır giyim firmalarını savunmak değil. Vurguladığım şey şu: Hazır giyimdeki sömürüye, eşitsizliğe ve suistimallere yönelik her eleştiri, elit ve lüks dilimleri de kapsamak zorundadır.

Eleştiri yapanlar aynı zamanda, etik tüketicilik söyleminin sınırlarını da görmek zorundadırlar. Sistematik dönüşümlerden ziyade bireysel davranışlara vurgu yapan değişim çağrıları, en iyi ihtimalle içi boş laflardan ibarettir. En kötü ihtimalle ise kibirlice kesilmiş ahkamlardır. Anlamlı bir tüketici eylemciliği, konfeksiyon işçileriyle dayanışma içinde olmak zorundadır. Girişimlerini ve mücadelelerini, konfeksion işçilerinin açık talepleri etrafında örgütlemelidirler. Hazır giyim tüketicilerini hedef gösteren veya hemen bazı şirketlere boykot çağrısı yapan tüketici eylemleri, işçilerin örgütlenme çabalarını baltalama riski taşımaktadır.

Uluslararası sendikalar, dünya genelinde moda firmalarını yasal olarak düzgün ücret ödemeye ve çalışma koşullarını düzeltmeye zorlayan anlaşmalar yapmaya çalışmaktadırlar. Bu anlaşmalardan ikisi, Bangladeş Yangın ve İnşaat Güvenliği Anlaşması ile IndustriALL adlı küresel bir sendikanın başlattığı ACT girişimidir (Eylem, İşbirliği, Dönüşüm).

Peki bu iki anlaşmayı bugün kimler imzalamıştır? İmzalayanlar ağırlıkla hazır giyim markalarıdır (içlerinde H&M, ASOS, Inditex [Zara], Primark, Target ve TopShop bulunmaktadır). Lüks giyim holdingleri Gucci Grup ile LVMH’nin yokluğu dikkat çekicidir.

Bu yazı 13 Haziran 2017 tarihinde  yayınlanmış olup Umut-Sen gönüllüleri tarafından Türkçeye çevrilmiştir.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler