spot_img
spot_img
Ana SayfaManşetYıkıcı Teori, Yıkıcı Pratik: İbrahim Kaypakkaya - Volkan Yaraşır

Yıkıcı Teori, Yıkıcı Pratik: İbrahim Kaypakkaya – Volkan Yaraşır

İbrahim Kaypakkaya, bu topraklarda devrimci komünist bir ruhu ve devrimci komünist bir çizgiyi temsil eder. Bu “durum” ölümünden yarım asır geçmesine rağmen böyledir. Hatta mânâsı ve derinliği bu yıllar içinde artmıştır.

İbrahim Kaypakkaya, teori ve pratiğiyle ayrıştırıcı, ihtilalci karakteriyle kuşatıcı, karşı duruşuyla saf belirleyicidir. Bu söylediklerimiz her şeyden önce bir methiye değil bir kimliğin, bir komünist kimliğin ve komünist bir çizginin en belirleyici özellikleridir.

İbrahim Kaypakkaya, yol açıcı ve yol göstericidir. Kaypakkaya, katmanlı bir sistematik; yıkıcı bir teori ve yıkıcı bir pratiktir.

Böylesi çok boyutlu ve katmanlı bir kimlik, ne yazık ki devrimci hareket içinde ya en az anlaşılan ya da sığlaştıran özellikleriyle öne çıktı.

Kaypakkaya’nın en çok kullanılan imajı işkenceye karşı tavrı oldu. Doğrudur, Türkiye devrimci hareketi içinde tarihsel TKP’den başlayarak önder ve ileri kadroların devlet ve polis karşısında tavrı son derece kötüdür. Direniş geleneği yoktur. Kıvılcımlı ve Kaypakkaya bu noktada öne çıkar. Onun dışında farklı geleneklerden son derece az kimlik devlet karşısında alınması gereken devrimci/ komünist tavrı göstermiştir. Ama İbrahim’i sadece buraya sıkıştırmak ona yapılan en büyük haksızlıktır.

Bunun yanında, onu bir illegalite fotoğrafı ve imajıyla “yüceltmek”, onu mistik bir kimliğe indirgemek, bir efsaneye dönüştürmek olur. Bu tavır da onu ve temsil ettiği ruhu kadavra etme anlamına gelir. Bu ve benzer tavırlar, niyet ne olursa olsun, direnişinin arkasındaki düşünceyi görmemek, yıkıcı teoriyi flulaştırmaktır.

Türkiye devrimci hareketi, Kaypakkaya’ yı bugüne kadar böyle tahlil etti: Ya onu farklı biçimlerde ignore etti, ya da metafizik bir imgeye, politik bir figüre dönüştürdü. Bunun iki nedeni vardı. Kaypakkaya’yı farklı biçimlerde yok saymak, bozmak, sığlaştırmak ihtilalci bir çizgiyi kolayca terk etmek anlama geliyordu. Ayrıca Kaypakkaya’nın teori ve pratiğiyle ayna işlevi görmesi ya da karşısındakinin niteliğini kendisine çıplak bir biçimde göstermesinden kurtulmak anlamı taşıyordu. Böylece kolayca sekt bir yapıya, legalist bir gruba, parlamentarist bir çizgiye dönüşülebilirdi. Ve buna uygun teorik gerekçeler üretilebilirdi.

Son dönemlerde dikkat çeken bir başka yaklaşım ise “ulusal sorun ve Kemalizm konusunda önemli şeyler söyledi” diyerek, Kaypakkaya’ ya değer veriyormuş gibi gözüken ama İbrahim’in sistematiğini daraltan, onu vülgarize eden tutumdur. Bu tavır da çok şeyler söylüyormuş gibi gözüküp, özünde hiçbir şey söylememe, totoloji yapma hatta Kaypakkaya’nın sistematiğini göz ardı etme manasına gelmektedir.

Eylem içinde oluşan düşünce/ Bolşevik bir tarz

Önce Kaypakkaya’nın düşünce sistematiğinin eylem içinde (Bolşeviklerde olduğu gibi) oluştuğunu vurgulamak gerekir. Eylem, ateş çemberini, sınıf mücadelesinin çıplaklığını, antagonizmada taraf olmayı beraberinde getirirken, teorinin spekülasyondan kurtulmasını sağlayan eksen olarak dikkat çeker. Yaşayan diyalektiğin olanaklarını yaratır. Teori ve pratiğin yıkıcı bir içeriğe dönüşmesi, teorinin eylemin alevlerinde şekillenmesi ve sınanmasıyla ve pratiğin ise teoriyle bir sanata dönüşmesiyle sağlanabilirdi. Kaypakkaya bunu yaptı. Teori ve pratiğin hem mimarı hem de hamalı olmayı başardı. Bu özellikler Türkiye siyasal tarihinde çok nadir ortaya çıkan niteliklerdir.

Kaypakkaya’nın ideolojik – teorik mimarisi köklü bir altyapıya sahiptir.

Birincisi: Anadolu ve Mezopotamya halklarının isyan ve komünalite geleneği bu mimariyi oluşturdu.

Kürt, Ezidi, Alevi, Nusayri, Çerkes komünalitesi yanında, Rum, Ermeni, Yahudi halklarının özgün kültürel ve siyasal birikimleri, yani bu coğrafyanın kadim halklarının domestik paradigmaları: Geniş manada devletsiz, doğrudan demokrasiye dayalı, kadın merkezli, eşitlikçi, paylaşımcı ilkel komünalite kültürü ve doğa inanç sistemine dayanan, heterodoks inanışlar ve isyan gelenekleri Kaypakkaya’yı besleyen faktörler oldu. Ayrıca Kaypakkaya, bu topraklarda Rum, Ermeni, Yahudi kökenli sosyalist ve komünist kimlikleriyle, ilk işçi ve sosyalist örgütlenmeleri kuran ve savaşan devrimcilerin birikimlerinden de güç aldı. Göz ardı edilen bu geleneğe sahip çıktı.

Bir komünist asi olarak, 9. Yüzyıl’da Hallac-ı Mansur, 13. Yüzyıl’da Hacı Bektaşi Veli ve Babailer, 14. Yüzyıl’da Şeyh Bedrettin, 14. Yüzyıl’da Nesimi, 16. Yüzyıl’da Pir Sultan Abdal’da ifadesini bulan isyan ve ayaklanmalar, İbrahim için kolektif bilincin bir yansıması, tarihsel bir maya işlevi gördü. Tüm bu deneyimler Kaypakkaya’ya yol gösterdi. Bu topraklardaki özgünlüğü ve bereketi kavramasına yol açtı. Bu deneyimlerden isyanın tohumlarının nasıl serpileceğini öğrendi.

İkincisi: 1960 sonrası içine girilen tarihsel momenttir. Bu moment iki boyutta ele alınabilir. Yerel olarak bu süreç zengin sınıf mücadeleleriyle anılır. Temel sınıf olarak işçi sınıfı bu momentte 125 yıllık bir birikimle tarihsel ve toplumsal bir güç olduğunu ortaya koymuş; Saraçhane Mitingi ilk büyük adım olarak dikkat çekmiştir. Ardından gelen Kavel direnişi ve grevi sınıfın kopara kopara alma geleneğini ifade eder. Paşabahçe grevi ve SADA (Sendikalar Arası Dayanışma Anlaşması- 1966) sınıfın kendi sendikasının arayışını simgeler. 1967’de DİSK kurulur. Alpagut Özyönetim pratiği sınıfın nasıl bir dünya istediğini gösterir. 1968-1969’da yaygın biçimde gerçekleşen sarsıcı fabrika işgal eylemleri, kapitalizmin acıyan yerine vurur. Kapitalizmin ruhu olan özel mülkiyetin, geçici de olsa ilgâsını ifade eder ve sınıfın yıkıcı gücünü açığa çıkarır. Bu birikimler bir patlamayı, anti-kapitalist bir ayaklanma olan 15-16 Haziran’ı yaratır. Ayrıca aynı dönemde yoksul köylü hareketi gelişir. Toprak işgalleri yaygınlaşır. Toprak ve özgürlük özlemi Türkiye kırını sarar. Öğrenci gençlik anti-emperyalist mücadelenin ön saflarında yer alır. Üniversite işgalleri dönemin karakteristik eylemlerinden biri olarak dikkat çeker. Sokak aktif olarak kullanılır. Fabrika, toprak ve üniversite işgal eylemleri, toplumsal mücadelenin militanlaştığını ve radikalleştiğini gösteren sarsıcı pratiklerdir. Kitlelerin öznel ve nesnel şekillenmesi hızlanır. Kaypakkaya bu muazzam atmosferin içinde politize olur ve hızla öne çıkar. Kaypakkaya bu süreç içinde her yerdedir ve eylem içinde fikirleri kristalize olmaktadır. İbrahim’in sistematiğinde praksis ruhunun olması boşuna değildir. Bu ruh, teorinin yıkıcılığının beslendiği zeminler olacaktır.

Kaypakkaya dönemin uluslararası gelişmelerini de yakınen takip eder. Özellikle 1968 küresel isyan hareketi son derece iz bırakan sonuçlar yaratmıştır. ABD’de Sivil Haklar Hareketi ve savaş karşıtı hareket; bir yandan kapitalizmle ırkçılığın ne derece içsel bir olgu olduğunu ortaya koyarken, öte yandan Vietnam Savaşı ABD’nin emperyal hegemonyasının aşındığını göstermiş, ABD topraklarında kitleleri mobilize etmiş ve kolektif ahlaki manifestoya yol açmıştır. 1968, İtalya ve Fransa’da genel grevler ve işçi konseyleri hareketiyle dikkat çekmiş ve sarsıcı sonuçlar yaratmıştır. En başta metropollerde devrimin imkanını ortaya koyan bu pratik, FKP ve İKP’de somutlanan ihaneti yani kapitalist stabilizasyon politikalarını alenileştirmiştir.

Bunu Filistin, İrlanda, Angola, Mozambik, Gine Bissau, Vietnam, Kamboçya, Laos, Uruguay, Peru, Nikaragua, Brezilya gibi dünyanın birçok coğrafyasındaki yükselen ulusal kurtuluş mücadeleleri izlemiştir. Ayrıca küresel düzeyde gerçekleşen alternatif hareketlerle birlikte, refah toplumunun insanı kadavraya dönüştüren işleyişi ve reel sosyalizmin bürokratik çürümüşlüğü ve özgürlüğü yok edişi ortaya çıkmıştır. 1968, bu manada küresel düzeyde kolektif ayağa kalkış ve “başka bir dünya arayışını” simgeler. Bütün bu dinamikler ve özellikle Çin Devrimi ve Vietnam Devrimi Kaypakkaya’nın ideolojik-teorik ve politik- pratik şekillenmesine yol açacaktır. İhtilalciliğin bir varoluş olarak Kaypakkaya’da somutlanmasını buralarda aramak gerekir. Özellikle ezber bozucu ve alt üst edici içeriğe sahip hem bir kitle hareketi hem de bir üst yapı hareketi olarak gelişen Çin Kültür Devrimi, Kaypakkaya’nın ideolojik – teorik mimarisinin katmanlarını oluşturacaktır. Çin Devrimi’nin cebiri ve diyalektiği üzerine yoğunlaşma, Kaypakkaya’nın gerçek mânâda üstün bir teorik performans göstermesini beraberinde getirecektir.

Bu birikimler, olağanüstü koşullar ve olağanüstü politik atmosfer, Kaypakkaya’yı şekillendirmiş ve uçurumun kenarında cüretle yürümesine yol açmıştır. Kısa bir sürede Kaypakkaya’nın muazzam sıçramalar göstermesi ve bir komünist önder olarak öne çıkması bu yüksek konjonktürün eseridir. Sınıf mücadelesinin ritmi, sınıfsal antagonizmanın şiddeti böylesi özel kimliklerin ortaya çıkmasını sağladığı gibi, İbrahim Kaypakkaya’da bu ritmi yakalayan ve buna uygun olarak konumlanan iradeyi göstermiştir. Aynı konjonktürün Mahir Çayan ve Hüseyin İnan gibi devrimci önderleri yarattığı unutulmamalıdır. Rus Devrimi gerçekleştiğinde Bolşevik önder kadronun çok genç (Lenin en yaşlılarıydı ve 47 yaşındaydı) yaşta olduklarının altı çizilmelidir.

’71 pratiği: Devrimci kopuş ve ihtilalin yolu

İçinde İbrahim’in de bulunduğu ‘71 pratiği, devrimci tarihimizde bir momenti işaretler.

En başta ‘71 pratiği tarihsel bir kopuştur. ‘71 pratiği çok somut ve çok net bir şekilde sistem dışılığı ve devlet karşıtlığıyla kendini dışa vurur. Burjuva lejitimasyonu tüm boyutlarıyla kıran bir pratiktir

TKP’de somutlanan tarih ise (Mustafa Suphi’leri ayrı tutarsak) ağırlıkta dar ve sığ bir aydın hareketi olarak gelişmiş, kendi tarihsel öncülleri olan Ermeni ve Rum devrimci dinamiklerine dayanmayan, burjuva lejitimasyonun sınırlarında kalmaya tercih etmiş ve yatay sınıf mücadeleleri içinde politika yapan ya da egemen klikler arasında yaşanan çelişkiler içinde politik konumlanmayı esas alan bir çizgiyi ifade eder. Tabii ki bu çizgiyi, dönemdeki III. Enternasyonal’in politik yönelim ve direktiflerinden ayrı ele almamak gerekir.

Böylesi bir politik varoluşun somut biçimlenişi ise kaçınılmaz olarak pasifizm, legalizm ve düzeniçiliktir.

‘71 Devrimcileri, “zamanın ruhunu” sınıf mücadelesi pratiği içinde yakalamış, onun parçası olmuş ve aynı zamanda o ruha yeniden şekil vermiş ihtilalcilerdir. Belki onları özel kılan şey sadece tarihe kafa tutmaları değil, gerçek tarih yapıcıları olmalarıdır. Artık zamanın içinde kaybolmayacak ve her şeye rağmen ve her şeye karşın yön ve kutup belirleyen bir tarihsel olguya dönüşmeleri bundan dolayıdır.

’71 Devrimcileri en başta ihtilalcilikleriyle, politika yapma biçimi ve politik konumlanma olarak tarihsel bir kopuşu örmüşler, bu kopuşu örgütsel ve teorik hamlelerle bütünleştirerek (ya da bütün bu hamleleri birbirini tamamlayan bir tarzda ve iç içe geçirerek) ihtilalci bir kopuşu büyük bir cüretle gerçekleştirmişlerdir.

Bu söylediklerimizin somut yansıması şöyle tanımlanabilir: İlk defa devrimci politika alt sınıflarla ve özellikle işçi sınıfıyla yapılmaya başlanır. En azından bu yönde ciddi arayış ve çaba vardır. Ve kafalarda, aslen kitlelerden öğrenmek ve kitlelerin yıkıcı gücünü açığa çıkarmak için “ne yapmalı?” sorusuna cevap aranır. Örgütsel formların farklılığına rağmen THKO’nun savaşçı bir çekirdekle işe başlaması, THKP-C’nin parti-cephe diyalektiği, TKP-ML ve TİKKO’nun parti ve ordu diyalektiği öz ve niyet itibariyle kitlelerden öğrenmeyi ve kitlelerin devrimci enerjisini açıya çıkarmayı hedefler. Böylesi bir yaklaşım net bir şekilde sistemden (ya da anti- kapitalist) kopuşu koşullar. Ve ihtilalciliğin hayatın ve kavganın içinde örülmesi ve devrimin kitlelerin eseri olduğunun net bir şekilde anlaşılması anlamına gelir.

71’ Devrimcileri üzerine yapılan en yaygın eleştirinin bunun tam tersi olması dikkat çekicidir. Aslında anlaşılmayan ya da anlaşılmak istenmeyen şey, ihtilalcilikle (devrimci- komünist bir çizgi anlamında), sistemden kopuşun kavranmaması ve gerçek mânâda buna cüret edilmesinin görülmemesidir.

71’ Devrimcileri 50 yıllık bir tarihsel gelenekten ya da revizyonist, legalist, parlamentarist çizgiden radikal ve devrimci bir kopuşu simgeler. Aslında Lenin’in, Narodniklerin özellikle ikinci dönemine ilişkin eleştirilerini içeren broşürün başlığı olan “Reddettiğimiz Miras”, ’71 Devrimcilerinin yaptığını tanımlamaktadır. Evet, en başta burjuvazinin politik toleransı içinde politika yapma, konumlanma ve sekt bir yapı olma özelliği, reddedilen mirastır. Bu yaklaşım zaten başka bir mecraya akmayı koşullar. O kitlelerdir, alt sınıflardır ve onların yıkıcı enerjisini açığa çıkarma uğraşıdır.

’71 Devrimcilerinin üç ana akımı, farklı içerikler verseler de kır-kent diyalektiğiyle hareket etmeleri, silahlı mücadeleyi esas almaları ve bunu, kitleleri saran ve tarihsel kökleri de bulunan pasifikasyonu ve rıza mekanizmalarını kırmak için gerçekleştirmeleri, son derece kıymetli ve mânâlıdır. Her üç ana çizgi, birkaç yıl içinde örgütsel bir form kazansa da başta işçi sınıfı dahil, sınıf ve kitle çalışmalarında bulunmuştur (bu çalışmaların etkisi ve yaygınlığı tartışabilir). Ve bu çalışmalara ciddi önem verilmiştir. Ne yazık ki sürecin sertliği, yeterince hazırlık yapılamaması, geçmişten kalan hiçbir şeyin olmaması ve savaşçı bir ruh ve pratiğin hızla inşa sorunu, kitlelerle olması gereken rezonansın kurulmasını engellemiştir.

’71 devrimcileri, özellikle işçi sınıfı ve kitlelerin, 1965 sonrası devrimci ve komünistleri ana rahmine çağrısına yanıt vermişler ve bir başka dünya yaratmak için devrimci atılımı gerçekleştirmişlerdir. Bu süreç mesela Rus Devrimi’nde başka bir seyir izlemiştir.

Bolşevikler, “Gece Dersleri”, “Ajitasyon Komiteleri” gibi adımlarla zaten Rus işçi sınıfının rahminde doğmuşlardır. Bolşeviklerin aslında en ayrıştırıcı karakteri buralarda saklıdır. Yani sınıfla ontolojik ilişki kurma ve sınıfın içinde ontolojik konumlanma bir anlamda Bolşevizm’in ruhudur.

’71 Devrimcilerinin, kitlelerin (1965 sonrası başta işçi sınıfı ve diğer emekçi yığınların eylem ve direnişleri olağanüstüdür ve militanlaşan bir karakterdedir. Ayrıca hızla siyasallaşma potansiyeli taşımaktadır. 15- 16 Haziran bu sürecin niteliksel sıçramasıdır. Gerçek mânâda ve yakıcı bir şekilde, alt sınıfların enerjisinin kristalizasyon ihtiyacını açığa çıkarır) ana rahmine çağrısına icap etmeleri, onların en muhteşem özelliğidir.

Bu çağrının ve olası bir rezonansın yıkıcılığının farkında olan devlet, en başta 15- 16 Haziran Ayaklanması’ndan önemli dersler çıkardı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri tehlikeli bir sınıf olarak ele aldığı işçi sınıfının patlama şeklinde Türkiye’yi iki gün sarsması ciddi bir gelişme olarak değerlendirildi. Finans kapital varoluşsal korkuya sürüklendi. Kısa zaman içinde eylemin önder kadroları başta olmak üzere, ileri -öncü işçilerin binlercesinin işten atılıp, kara listeye alınarak işsizlikle terbiye edilme operasyonu bu tehlikeye karşı alınan önlem olarak dikkat çekicidir. DİSK maalesef çıplak bir sınıf kinine dayanan bu operasyonlara karşı sessiz kalmıştır.

’71 Devrimcilerinin ana rahmine gitme çabaları önemlidir. ’71 Devrimcileri isyanı manifestolaştırmaya ve militan bir politik tarzı inşa etmeye giriştiler. Bu noktada “yıkma” esasıyla politik sürece müdahale ettiler. Yıkmayı bir “yaratıcı yıkıcılık” olarak ele aldılar.

Bir anlamda ‘71 Devrimcileri, Devlet ve İhtilal’in çizgisinde yürüdüler.

Lenin’in en önemli eserlerinden biri olan bu kitabı konsantre biçimde tanımlarsak şöyle diyebiliriz: “Onların devleti varsa, bizim de devrimimiz var. Bir başka alemi ancak devrimle yaratabiliriz.”

‘71 Devrimcileri, Devlet ve İhtilal’in temel ekseniyle hareket ettiler: Yani çıplak bir sınıf tahakkümü olan devlet aygıtını yıkmayı hedeflediler. Ve bu yıkma eylemini devrimci şiddetle gerçekleştirmeyi önlerine koydular.

Bu mânâda ‘71 Devrimcilerinin silahlı mücadeleyi temel mücadele biçimi olarak almaları bir devrimci romantizm değildir, tam tersine Leninist bir ruhun ve kavrayışın ürünüdür.

Kaypakkaya ve militan diyalektik

‘71 devrimcileri yukarıda genel başlıklarla açtığımız hamlelerle ihtilalci bir kopuş gerçekleştirdiler. Bu kopuş, kendini somut olarak sistem dışılıkla ve devlet karşıtlığıyla ifade etti.

Muhteşem bir ruh ve pratik ördüler. Kavganın ateş çemberinde devrimcilik yaptılar.

Tam bu noktada İbrahim Kaypakkaya bir adım daha attı.

İbrahim, ’71 kopuşunu bir adım daha ileri götürdü. Kopuşu sınıf devrimciliğiyle tamamlamaya çalıştı. Kopuşun teorik içeriğini doldurdu. Devrimci önderlikten, temel sınıfa dayanarak komünist önder olmayı başardı.

İbrahim ne sadece bir pratik devrimci ne de sadece politik bir devrimcidir. Çok boyutluluğu ve yönlülüğüyle kategorilere sığmayacak vasıflara sahiptir. Çünkü İbrahim’e yönelik her kategorizasyon onu ya sığlaştırmaya ya da skolastik bir figüre indirgemeye yarar. Hep böyle olmuştur. 1970 ortalarından sonra Kaypakkaya geleneğine dayandığını iddia eden ayrılmalar, kopmalar, tartışmalar, siyasal varyasyonların İbrahim üzerine yorumlarına baktığımızda, eksenini öz olarak bu iki başlık altında kolayca toparlayabiliriz. Kaypakkaya çizgisi ihtilalcilikle özdeş bir çizgidir. Bu noktada ayrıştırıcı ve saf belirleyicidir.

İbrahim Kaypakkaya her şeyden önce yıkıcı bir teoriyi kuran ve bir Leninist olarak her şart altında devrimin güncelliğini arayandır. Onun pratik, politik, teorik müdahaleleri en başta devrimin imkanını arama ya da aynı anlama gelmek üzere devrimin güncelliği üzerinedir. Bu eksen, İbrahim sistematiğinin özünü oluşturur. Mimarisi buradan kurulur.

İbrahim Kaypakkaya genç yaşına rağmen Marksizm’in temel niteliği olan yıkıcı bir teori olma özelliğini son derece iyi kavrayan ve kendi kuramsal analizlerinde bunu somutlayan bir devrimcidir. Türkiye devriminin olanakları üzerine kapsamlı ve katmanlı, yıkıcı ve sarsıcı çözümlemeler yapmıştır. Bundan dolayı İbrahim Kaypakkaya bir ateştir, tutanın “elini yakar”. Onu savunmak ancak ve ancak ihtilalci olmak ve kalmakla mümkündür. Gerisi teferruattır. Çünkü o ruh ve sistematik, ıslah olmaz ve ihtilalcilikle özdeştir. Kısaca İbrahim Kaypakkaya ’71 kopuşunda durmamış, bu kopuşu ileri sıçratarak, kopuştan devrimci kopuşu gerçekleştirmiştir. Yani İbrahim bir başka izahla militan diyalektiğin izinde yürümüştür.

Bu tanımlamalar bazı soruların sorulmasını koşullar:

En başta İbrahim’in bu kopuşu tesadüfî midir? Ya da bu kopuş hangi dinamiklere dayanmaktadır? Ya da Perinçek’in önderliğinde kurulan TİİKP’nin- Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (1969)- savruluşuna ve Kemalizm’e angaje oluşuna karşı bir reaksiyonu mu ifade eder?

Burada iki kavramı kullanmakta yarar var: Sınıfsal antagonizma ve “toplumsal” çelişkiler veya uzlaşmazlıklar (Bu kavramı, daha iyi ifade bulamadığım için anlamını daraltarak kullanıyorum).

Sınıfsal antagonizma kendini en konsantre biçimde emekle sermaye arasındaki çelişkide dışa vurur.

“Toplumsal” çelişkiler ise kendini en net olarak devletle halk arasındaki çelişkide gösterir.

Önce altı çizilmesi gereken nokta İbrahim Kaypakkaya ya da TKP-ML’nin, THKO ve THKP-C’ den farklı olarak sınıfsal antagonizmayla hareket ettiği ve kendini bu antagonizmanın bir kutbu olarak konumlandırdığıdır.

İbrahim Kaypakkaya bu zemine basarak hem teorik hem de örgütsel ve pratik adımlar attı ve her koşul ve şart altında devrimin güncelliğini aradı. Zaten burada konumlanmak, bu arayışları doğal olarak ortaya çıkarır. Yani bir komünist devrimci olarak İbrahim, devrimin imkanını aradı ve imkanın tüm teorik ve pratik olanaklarını zorladı.

Devrimin güncelliği ve İbrahim Kaypakkaya

G. Lukacs, Lenin’in Düşüncesi adlı çalışmasında çok önemli bir vurgu yapar. Lukacs, Lenin’i Marx’a bağlayan en önemli özelliğinin “Devrimin Güncelliği” olduğunu söyler. Lukacs ‘ın bu tanımlaması, Lenin üzerine yapılan son derece önemli bir tespittir.

Bu tanımlama, Lenin’in emperyalizm çağında, Rusya koşullarında her şart altında devrimin ihtimalini, olanağını, aktüelliğini arama ısrarını göstermesi anlamına gelir. Bu ifade aynı zamanda bütün pratik, örgütsel, teorik adımları bu eksen üzerinden kurmayı içerir. Ve yıkıcı teoriyi, yıkıcı güçle birleştirme iradesindeki istikrarı ifade eder.

Devrimin imkanını aramak sınıflar mücadelesinin her momentinde stratejik hedefe uygun konumlanmayı, savrulmamayı gerektirir. Ve bu arayış olağanüstü politik esnekliği ve çelik sertliğinde bir örgütü ve örgütlenmeyi koşullar. Lenin ve Bolşevik Partisi’nin yaptığı budur, Lukacs ‘a belki bu bağlamda şu ek yapılabilir: Lenin aynı zamanda Momentlerin Teorisyeni’dir.

Lenin, sınıflar mücadelesi içindeki momentler arasındaki diyalektiği çözer ve bu diyalektiği devrimin diyalektiğine bağlar. Bu noktada, 1914 sonrası Lenin’in, Marx’ın Hegel’le kurduğu ilişkiye benzer biçimde yeniden Hegel okumaları yapması, aslında devrimin cebiri üzerindeki çalışmalarını ifade eder. Felsefe Defterleri’ndeki Hegel özeti, notları ve Militan Materyalizmin Önemi üzerine makalesi, devrimin diyalektiği üzerine çalışmalarını gösterir. Bu çabalar bir yandan kaba materyalist bir yaklaşımdan ve pozitivizmin yıkıcılığından arınmayı içerir.

Lenin, Marx’tan sonra, Engels’in Doğanın Diyalektiği ve Anti- Dühring’te çalıştığı konuları derinleştirir. Diyalektiği geliştirerek Rus Devrimine uygular. Lenin, Hegel’in mantık üzerine bütün çalışmaları incelenmeden ve kavranmadan Kapital ve özellikle I. Bölümünün kavranamayacağını belirtir ve bunun Marx’tan yarım asır sonrasında bile yapılamadığını yani Marx’ın anlanmadığının altını çizer. Aslında Lenin’in altını çizdiği olgu diyalektiktir. Bu sözler, II. Enternasyonale ve Marx sonrası Marksizme yapılan en sert eleştiriyi ihtiva eder.

Bu vurgularımız İbrahim Kaypakkaya’nın tarihsel rolünü daha net ortaya koymaya yönelik alt çizmelerdir.

İbrahim Kaypakkaya Çin Devrimi’nin yaşayan diyalektiğinden hareket ederek, Lenin’in izlediği yolu izledi ve Türkiye devriminin yolunu aradı. Devrimin cebirini çözmeye çalıştı ve buna göre konumlandı.

Çünkü Çin Devrimi, Ekim Devrimi sonrası 20. Yüzyılın en sarsıcı devrimidir.

Çin Devrimi ve Mao ezber bozucudur.

Çin Devrimi muazzam birikimler ve deneyimler yaratmıştır. 1911, 1927, 1934, 1941, 1949, 1966 gibi tarihsel eşikler, Çin Devrimi’nin zenginliğini ve derinliğini ortaya koyar.

1927 Devrimi, Çin Devrim tarihinin en önemli momenti kabul edilebilir. ÇKP kuruluşuyla birlikte(1921), sınıf ve sendikal çalışmalar içine girdi. Şanghay, Kanton, Pekin ve Hong Kong gibi sanayi merkezlerinde etkili işçi örgütlenmeleri yarattı. Kitlesel grevler örgütledi ve sınıf içinde hızla nüfuz etti. 1925 Hong Kong grevi tarihin en büyük ve en uzun grevi olarak önem taşıdı. Parti grevde önemli roller üstlendi. 1927 Devrimi’nde 60 bin üyeye ulaşan parti, tam bir işçi partisi görünümündeydi. 1926 yılında parti üyelerinin yüzde 66’sı işçiydi.

1927 Devrimi’nin merkezi Şanghay’dı. Genel grevle başlayan ayaklanma hızla yayıldı.

Üniversite gençliği grev sürecinde önemli roller üstlendi. Şanghay iki gün işçilerin denetiminde kaldı. Polisle şiddetli çatışmalar yaşandı. Çin İşçi sınıfının radikal ve militan karakterini gösteren bu pratik, tarihe 1927 Devrimi olarak geçti. 1927 Devrimi’nin şiddetle bastırılması, binlerce komünistin katledilmesiyle birlikte, parti ricat kararı aldı. Bu pratik, burjuva milliyetçilikle ittifakın ne derece yıkıcı olduğu gösterdi. Ayrıca bu ittifakın oluşmasında III. Enternasyonal belirleyiciliği oldu. A. Malraux, “Kanton’da İsyan” ve “İnsanlık Durumu” adlı romanlarında 1927 konjonktürünü ve o atmosferi çarpıcı bir şekilde anlatır. Tam bu nokta ÇKP için bir karar anını ifade edecektir. Partinin önünde iki seçenek vardır: Ya partinin imhası ya da devrimci mücadelenin yeni koşullar ve Çin toplumunun özgünlüğüne bağlı bir şekilde yürütülmesi.

ÇKP yaşadığı ağır yenilgiye rağmen ikinci tercihte bulundu.

Şehirlerden geri çekilerek, kırsal alanda konumlandı. Bu konumlanış, devrimci mücadelenin sürekliliği ve toplumsal mücadele için kök salma uğraşıydı. Parti, içinde yaşanan birçok çelişkiye ve eğilime karşın, uzun soluklu bir mücadeleye hazırlanacaktı. Mao bundan sonraki sürecin mimarı olarak öne çıktı. Çin Devrimi en başta uzun solukluluğu ve salınımlı seyri ve dayandığı devrimci güç olarak da dikkat çeken bir devrim oldu. Çin Devrimi emperyalist işgale karşı mücadele, ittifaklar sorunu, Uzun Yürüyüş gibi bir politik sanat ya da muhteşem ricat ve yeniden örgütlenme taktiği, devrimci savaş olarak kır- kent diyalektiği, halk savaşı, yarı sömürge- yarı feodal bir kıta ülke olan Çin’de devrimin imkanının aranması ve kitlelerin devrimci enerjisinin açığa çıkarılması ve Kültür Devrimi gibi muazzam pratik ve deneyimlere sahne olmuştur. Mao bütün bu sürecin örülmesinde rol aldı ve Çin Devrimi’nin diyalektiği üzerine kafa yordu. Bir devrimci komünist olarak Çin devriminin güncelliğini aradı.

Aslında Mao’nun “Yeni Demokrasi Üzerine” çalışması bu manada Lenin’in “İki Taktik” adlı çalışmasının Çin’e uygulanmasını ifade eder. “Teori ve Pratik” ve “Çelişki Üzerine” çalışmaları ise diyalektik üzerine yoğunlaşmasını ve bu noktada üstün performans göstermesini ortaya koyar. Aslında yapılan, öz itibariyle Çin Devriminin diyalektiğini çözmek ve devrimin imkanını aramaktır.

Uzun Süreli Halk Savaşı tezleri ve pratiği bu imkanın sınıflar mücadelesi içinde yaratılan muhteşem örneklerinden biridir. Bu noktada diyalektik, askerlik sanatına uygulanır. Halk Savaşı, geleneksel mücadelenin dışında, ezber bozucu gelişme olarak dikkat çeker. Mao’nun askeri yazıları (Halk Savaşında Temel Taktikler) bu konuda dikkat çekici çalışmalardır.

İbrahim Kaypakkaya, Çin Devrimi’nden ya da yaşayan diyalektikten hareket etti. Mao’nun iyi bir okuyucusu ve öğrencisi oldu. Ve Mao’nun diyalektik üzerine çalışmaları baş ucu kitaplarıydı. Diyalektikle devrimin, devrimle diyalektiğin ilişkisini, devrimi gerçekleştiren bir ülke ve bir komünist önderden öğrendi. Bu onun, sınıfsal antagonizmayla olaylara bakma ve antagonizmaya göre konumlamasını beraberinde getirdi. Ve müthiş bir teorik sezgiyle muazzam çözümlemeler yapmasının önünü açtı.

THKO ve THKP-C’nin orjinaliteleri

THKO ve THKP-C ise kendini “toplumsal” çelişkiler üzerinde konumlandırdı. Bu konumlanma tarzı, dönemin Latin Amerika ve Küba’daki devrimci hareketlere benziyordu. Böylesi bir konumlanma, bir tercih meselesidir. Aynı zamanda bir Marksizm okumasıdır. İdeolojik, teorik yönelimle doğrudan bağlantılıdır. THKO ve THKP-C, ayrıca Vietnam ve Çin Devrimi’nden ve bu ülkelerde gerçekleşen halk savaşı pratiğinden etkilendi.

Dönemin muhteşemliği ve halkların kolektif arayışları muazzam bir atmosfer yaratıyordu. Yaşanan konjonktür, yeni ve yarı sömürge ülkelerde devletle halk arasındaki çelişkileri şiddetlendirmiş ve derinleştirmişti.

Birçok coğrafyada devrimci hareketler bu çelişkiler üzerinden şekillendi ve ağırlıkla gerilla faaliyetiyle kitleleri mobilize etmeye çalıştı. Tabii ki “toplumsal” çelişkiler ve uzlaşmazlıklar önemlidir ve her şartta müdahale edilmelidir.

Fakat “toplumsal” çelişkiler ikincil karakterdedir ve ağırlıkta kendini devlet ve halk arasındaki çelişkilerde dışa vurur. Ve sınırı, tırnak içinde demokrasidir. Halk çok sınıflı bir kavramı ifade eder ve muğlaklığı bünyesinde barındırır. Halka “kendinde iyi” mânâsı yüklemek ve politikanın ana ekseni gibi yaklaşmak tarihsel olarak TKP’nin faaliyetlerinde görülen bir eğilimdir. Halka “kendinde iyi” manasını yükleme Hegelyan bir yaklaşımdır. Ve sol popülizmin vazgeçilmez kavram setlerini beraberinde getirir.

THKO ve THKP-C bu yaklaşımı sürdürür. Bu yaklaşım 1970’li yıllarda aktüel olarak devam eder. Bu topraklarda, bozulamamış “kendinde iyiye” yani halka seslenmenin, hala birçok siyasi özne tarafından sürdürülmesi şaşırtıcı değildir. Türkiye devrimci hareketinde sol popülist geleneğin ne derece etkili olduğunu göstermektedir.

Daha spesifik ele alırsak: THKO, teorik ifadesini Hüseyin İnan’ın Türkiye Devriminin Yolu çalışmasında bulan sistematikle hareket etti. Kır-Kent diyalektiği, hareketin temel yönelimi oldu. Hareketin eylem içinde şekillenmesi, bir forma girmesi ya da partileşmesi hedeflendi. Aslında Sovyet Marksizmi’nin ve pro-Sovyetik çizgilerin yarattığı ağır tahribata ve legalist, parlamentarist yönelimlere karşı bir reaksiyonu ve karşı duruşu içeren bu yaklaşım bir anlamda devrimci, militan bir tutumla eylemin birleştirici gücüne inancı simgeliyordu. Latin geleneğinde olduğu gibi “Sözcükler böler; eylem birleştirir” yaklaşımı bir nevi hareketin yönelimini belirledi. Dönemin özellikle Latin Amerika gerilla hareketlerine benzer tarzda hareket edildi. THKO’nun örgütlenme formu da dikkat çekiciydi. Marksist eylemin konsantrasyonunu ifade etmekteydi. Bir bütün olarak radikal bir kopuşu ifade ediyordu.

THKO’nun Kemalizm’e yaklaşımı son derece zafiyetli olmasına karşı, ulusal soruna yaklaşımı daha olumlu ve temel Marksist-Leninist prensiplere uygundu. Hüseyin İnan’ın kaleme aldığı “Türkiye Devriminin Yolu”, hareketin bildirgesi mahiyetini taşıdı. Sistematik bir bütünselliği olmayan çalışma her şeyden önce bir başlangıç metniydi. Taslak bir metin mahiyetindeydi. Eylem ve sürecin metnin içeriğini dolduracağı düşünüldü. THKO bir devrimci çekirdek işlevi görmeye ve dalgasal etki yaratmaya çalıştı. Parti formu bu sürecin sonunda oluşacaktı ya da bu süreç bir parti inşa süreci olarak ele alınıyordu. Biçimsel ya da sınıf mücadelesinin içinde şekillenmemiş bir form reddediliyordu. Bu yaklaşım, bürokratik yozlaşmaya ve tutum alışlara mesafeli bir duruşu içeriyordu. İhtilalci ruhun korunması amaçlanıyordu. Her militanın hareketin manifestosunun parçası ve ruhu olması amaçlandı. THKO bunu en iyi şekilde hayata geçiren yapı oldu.

Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Deniz Gezmiş, Sinan Cemgil, Cihan Alptekin, Alpaslan Özdoğan adlarının manifestoya dönüşmesi boşuna değildir. Hareketin liderlik ve demokrasi ilişkisi de son derece iyi bir örnektir. Hüseyin İnan hareketin fiili önderidir ama her militan sürecin aktif unsuru olmuştur. Bu politik kültür hem THKP-C ve hem de TKP- ML’ de görülen bir tarzdır. Malesef bu gelenek ‘70’li yıllardaki devrimci hareketlerde değişecek, 1980 sonrası ise son derece kötü noktalara evrilecektir. Lider kültü bir motivasyon aracına ve sekti tutmaya yarayacaktır. Ayrıca THKO, askeri önderlikle politik önderliğin iç içe geçtiği bir tarzı hayata geçirir. Benzer tutum alış, TKP-ML ve THKP-C’de görülür. Bu noktada en fedakâr ve en militan davranışlar sergilenir. ’71 devrimcileri dünya devrimci hareketine iz bırakacak bir tavır sergilemişlerdir. Hareket, bütün ihtilalciliğine ve bunu pratikte göstermesine karşın, sınıflar mücadelesindeki konumlanışı “toplumsal” uzlaşmazlıklar ya da devletle-halk arasındaki çelişki üzerinden olur. Bu da THKO’nun sınırını ortaya koyar.

TKHP-C ve önderi Mahir Çayan son derece iyi bir sistematik oluşturdu. Mahir Çayan, temel tezlerini savaş içinde ve illegal şartlarda yazdı. Mahir’in Kesintisiz I, II, III ve daha sonra Bütün Yazılar’da çıkan makaleleri THKP-C’nin sistematiği oldu. Yüksek sofistikasyon gücüne sahip Mahir Çayan, PASS-Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi, Öncü Savaşı, Suni Denge, Sömürge Tipi Faşizm, Sürekli Faşizm, Açık ve Gizli Faşizm, Evrim Devrim Aşamaları gibi orijinal ve çarpıcı politik kavramlaştırmalarla tarih tezi, devlet anlayışı, faşizmin analizi ve mücadele tarzını ifade etti. Bu açılımlar önemli teorik tezlerdi. Doğu toplumlarını ve özelde Osmanlı ve TC’yi çözümleyen ve emperyalizmle ilişkisini analiz eden ve yorumlayan içerikteydi.

Paternalist devlet yapısına, devletin çekirdeği ve geleneğine ilişkin çözümlemeleri, bu yönde aktif ve pasif rıza mekanizmalarının oturduğu bağlam üzerine düşünmesi önemlidir. Suni Denge kavramı güncel ve tarihsel olarak rıza ve zor diyalektiği üzerine yoğunlaşıldığını gösterir. Ayrıca kitlelerdeki pasifikasyonu kıracak yöntemler üzerine düşünülür. PASS’ın üzerinde oturduğu zemin burasıdır. Halk Savaşı tezleri ve Çin ve Vietnam deneyiminden farklı olarak kır eksenli değil şehir eksenli kurgulanması da Türkiye koşullarında bir arayışı ifadesidir. Ve orjinal çözümlemelerdir. THKO’nın da Halk Savaşına yaklaşımı benzer içeriktedir. Tabiki bu noktada Mahir’in Cezayir Devrimi’nden ve Cezayir Şehir Savaşı’ndan ve aynı şekilde Brezilya’da C. Marighella’nın kuramsallaştırdığı ve bilfiil hayata geçirdiği şehir gerillası deneyiminden etkilendiği biliniyor. Aynı tarihlerde benzer bir pratik İran’da yaşandı. Halkın Fedaileri’nin önderi ve kuramcısı Bijan Cezani’nin argümanları, silahlı mücadeleyi ele alışı ve dönem değerlendirmesi ile Çayan’ın değerlendirmeleri arasındaki paralellikler ilginçtir. İki hareketin ve önderin birbirini tanımadığı ve bir fikir paylaşımının olmadığı bilindiğinden, bu benzeşmenin ancak dönemin ruhu ve atmosferiyle bağlantılı olduğu düşünülebilinir.

Mahir Çayan ‘71 devrimcileri içinde teorik sofistikasyon yeteneği en gelişmiş önderdir. Yukarıda belirtiklerimiz yanında, Çayan ayrıca I., II., III. bunalım dönemi gibi modellemeler yaparak, bu dönemlerdeki emperyalizmin sömürgecilik yöntemlerine bağlı olarak kapitalist devleti analiz etti. Bunun devrim anlayışına ve mücadele tarzına etkilerini ortaya koydu.

Ayrıca THKP-C bir parti modeli olarak dikkat çekti. Hareket, Filistin, Vietnam ve Latin Amerika’daki ulusal kurtuluş mücadelelerinin parti- cephe modellerinden esinlendi. Parti-Cephe bu anlayışıyla THKO’nun bir adım önüne geçti. Ama THKO’nun ve esinlendiği hareketlerden farklı olmayan bir tarzda, halkla devlet arasındaki çelişkiler ve uzlaşmazlıklar üzerinden kendini var etti. Temel sınıfa dayanmayan bu tutum, ideolojik-teorik bir yönelimin göstergesi oldu. THKP-C ve Mahir Çayan, büyük sofistikasyon gücüne rağmen Kemalizm analizinde tıkandı ve bunun bir sonucu olarak ulusal sorun konusunda Marksizm’in genel geçer argümanlarını ileri sürdü.

THKO ve THKP-C teorik problemlerini ve sınırlılıklarını 6 Mayıs 1972 ve 30 Mart 1972 pratikleriyle aştı. 6 Mayıs ve Kızıldere bir başkaldırı ve bir manifesto oldu.

İbrahim Kaypakkaya’nın sınıfsal antagonizmadan hareket etmesi ve ona göre konumlanması iki devrimci-ihtilalci hareketin tıkandığı yerden farklı bir yerde durmasına yol açtı.

İki ana kolon, İbrahim’in çözümlemeleri

İbrahim Kaypakkaya ’ya devrimin diyalektiği ya da militan diyalektik yol gösterdi. Bu diyalektik Marksist yöntemin özüdür.

İbrahim, 20. yüzyıla damgasını vuran iki büyük devrimin yolundan yürüdü: Rusya ve Çin Devrimi.

Rusya’daki devrim II. Enternasyonal’in devrimin diyalektiğini donduran anlayışına bir cevaptı. Determinist bir çizgiyi simgeleyen Kautsky’nin, ekonomizmi ve evrimci sosyalizmi simgeleyen Bernstein’ın anlayışına karşı, Ekim Devrimi yıkıcı bir etki yarattı. Ekim Devrimi ve Lenin, pozitivist yozlaşmaya, sol skolastiğe, dondurulmuş diyalektiğe yanıtlar üretti.

Çin Devrimi, Rusya’da Sovyetler’in ve Fabrika Komitelerinin devre dışı kalmasıyla başlayan, işçi sınıfının kolektif aksiyon yeteneğini körelten bürokratik yozlaşmaya, statükoya (ya da devrimin dondurulmasına) ve diyalektiğin kırılmasına karşı, devrimin diyalektiğinin yeniden kurulmasıdır.

Mao bir komünist önder olarak Çin Devrimi’nin mimarı ve hamalıdır. Çin Devrimi yaşayan diyalektik işlevi gördü.

Mao ve Çin Devrimi’nin Kaypakkaya’nın sistematiğini etkilemesi aslında devrimin diyalektiğiyle kurulan bağdır. Bu bağ sınıfsal antagonizmada konumlanmayı koşullar.

TKP-ML, Rusya ve Çin devriminin diyalektiğiyle hareket etti. Temel sınıf olarak proletaryaya dayandı. İbrahim’in teorik çözümlemelerindeki yıkıcılık, bu militan diyalektiğin yansımalarıdır. Marksist yöntemin bir silaha dönüştürülmesidir.

Latin deneyimleri, bugün daha net ve pratik bir biçimde ortaya çıktığı gibi, sol popülist bir çizgiyi ifade eder. FMLN, FSLN, URNG, TUPAMAROLAR’ın bugünün sol- sosyal demokrat çizgide olmaları, hatta neo-liberal politikalara onay vermeleri şaşırtıcı değil, bu hareketlerin dayandığı sınıfla ve bu sınıfların yönelimiyle ilgilidir.

Halk kavramının muğlâk ve flu bir karaktere sahip olduğunu belirtmiştik. Sınıflar mücadelesinin farklı momentleri, farklı kombinasyonlara yol açabilir. Ama kapitalist toplumun temel sınıflarından biri olan proletaryaya dayanma, sınıfsal antagonizmanın bir tarafı olma ve kalma şansını verir. Sınıflar mücadelesinin her momentinde, bu çelişkiye göre konumlanılır ve tavır alınır.

Halkla devlet arasındaki çelişkide sınır “demokrasi” ya da kapitalist stabilizasyon olurken, sınıfsal antagonizmada sınır ise komünizmdir.

Devrimin diyalektiğiyle hareket etme, İbrahim’e sistemin acıyan yerine vurma şansı ve devrimin güncelliğinde ısrar etme olanağı verdi.

İbrahim, tüm pratik ve teorik adımlarını devrimin güncelliği ve ihtilalin imkânı için attı.

Her zaman, devrimin güncelliğini aradı.

Devrimin olanağını ısrarla arama, ihtilalci ruh ve tutum tam bir Leninist tarzdır.

İbrahim Kaypakkaya, yıkıcı bir teori ve yıkıcı bir pratiktir.

Kaypakkaya’nın ulusal soruna ilişkin son derece erken ve nitelikli öngörü ve çözümlemeleri ve Kemalizm konusundaki yıkıcı teorik tespitleri, tek boyutlu değerlendirme ya da retorik tanımlamaların dışında kompakt bir yapının, sistematiğin dışavurumudur.

Öncelikle ulusal sorun ve Kemalizm üzerine tespitleri bir tarih tezidir. Ayrıca Kemalizm analizleri yalnızca resmi ideolojiyle sınırlı değildir. TC’nin devlet aklı, ruhu ve tarihsel pratiğiyle ilişkili çözümlemelerdir.

Ulusal soruna yaklaşımı devletin sadece yakın geçmişine yönelik bir analiz değildir. Bu analiz aynı zamanda Perslere, Bizans’a, Selçuklu’ya, Osmanlı’ya dayanan; yağma, talan, katliam, soykırım, tenkil ve tehcir esaslı devlet geleneğini, aklını, ruhunu ve pratiğini çözümlemeyi içerir. İbrahim’in bu perspektifle Ermeni soykırımına ilişkin vurguları Türkiye devrimci hareketindeki bir başka ilktir. Burada Doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın Kemalizm ve ulusal sorun üzerine önemli analizlerini ve Ermeni sorununa ilişkin çözümlemelerini unutmamak gerekir. Ne yazık ki Kıvılcımlı’nın bu erken çözümlemeleri devrimci kamuoyuna mal olmamış, Kıvılcımlı yaşarken de gündeme getirmemiştir. Ayrıca özelikle yaşlı Kıvılcımlı’da Kemalizme bakış farklılaşmıştır. Kıvılcımlı’nın “Yol Serisi” ve “İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark)” çalışmaları ancak öldükten sonra 1970’lerin ortalarında yeniden gündeme taşınmıştır. Yani İbrahim, ulusal sorunun retorik olarak kullanıldığı, ayrıca TKP’nin 50 yıllık sosyal şovenliğinin ve Kemalizm etkisinin hâkim olduğu bir politik iklimde büyük bir teorik sezgi ve devrimci cüretle ulusal sorun ve Kemalizm analizleri yapmıştır.

Kemalizm’i faşizm, faşist diktatörlük olarak değerlendirmesi ezber bozucu ve yıkıcı bir mahiyettedir. Ulusal sorunu Marksist-Leninist kavrayışla çözümlemesi de tesadüfî değil, devrimin diyalektiği ve uyguladığı Marksist yöntemle ilgilidir.

Kemalizm ve ulusal sorun TC’nin iki ana kolonudur. Aslında İbrahim Kaypakkaya bu iki ana kolona vurmuş ve devrimin imkânını aramıştır. Egemenlerin İbrahim Kaypakkaya’ya duyduğu kinin nedeni de bundan dolayıdır.

Kemalizm ve ulusal soruna yaklaşımının stratejik önemi, devrimci hareketin işçi sınıfıyla kurduğu ilişkiyi belirlemesidir. Türkiye solunda Kemalizm’in ideolojik nüfuzu bir yandan açık ve örtük sosyal şovenizmi beslemiş, öte yandan sınıfla ontolojik ilişkilenmeyi engellemiştir. Kısaca Kemalizm’den kopamayan bir solun bırakın ihtilalciliği, önemli bir çıkış bile yapması olanaklı değildir. Bu tavır devletin belirlediği sınırlarda hareket etme ve burjuva lejitimasyonu tanıma anlamına gelir. Aynı zamanda sınıfın tarihsel rolünü reddidir ve sınıftan kaçıştır.

Bu mânâda son dönemlerde yapıldığı gibi Kaypakkaya için tek başına, Kemalizm ve ulusal sorun üzerine önemli şeyler söyledi demek, totolojiden başka bir şey değildir.

Bu iki olguyu ele alış, aslında devrimci komünist hareketin varoluşunu ve sınıfla ilişkilenmesini belirleyen bir içerik taşır. İbrahim, son derece yıkıcı ve ayrıştırıcı teorik tespitlerde bulundu.

Açılımlarıyla iki olasılık ya da iki yol sundu: İhtilalin yolu ve düzeniçiliğin yolu.

Yani ya devrimci komünist bir yapı olacaksın ve bu iddianın gereğini yerine getireceksin ya da adın ne olursa olsun sistem içi kulvarlarda yer alan bir yapı olarak kalacaksın.

Kaypakkaya düşünceleri bir bütünlük taşır

İbrahim Kaypakkaya’nın ideolojik-teorik mimarisi kompakt bir nitelik taşır. Devrim anlayışı, tarih tezi, çalışma tarzı, örgütlenme biçimi, parti anlayışı bir bütünselliği ifade eder.

Yani Kemalizm analizi ve ulusal sorun analizleri bu bütünlüğün parçalarıdır.

Parti adının komünist olması son derece önemli ve ayrıştırıcıdır. Ve sınıfla ontolojik ilişkiyi ifade eder. Sınıfın tarihsel rolüne ilişkin bir hattı ortaya koyar. Ayrıca TKP adının kullanılması tarihsel bir bağı simgelerken, ML vurgusu bir kopuşu ve eleştirerek aşmayı gösterir.

Kaypakkaya’nın 15-16 Haziran analizleri (sonuçları konusunda yanlış çözümlemeler yapsa da) bu bağlamda ayrıştırıcıdır, kır-kent diyalektiği ve Halk Savaşı üzerine düşünceleri özgündür, mikro sosyoloji çalışmaları olarak “Çorum İlinde Sınıfların Tahlili”, “Kürecik Bölge Raporu”, Marksist yöntem ve araştırmanın ve devrimci çalışmanın zeminlerini göstermesi açısından önemlidir. Sınıfın tarihsel rolüne ve proletarya diktatörlüğüne yapılan vurgular, İbrahim’in özel yönleridir. Ve İbrahim’in tamamlanmamış da olsa sistematiğinin katmanlarıdır. Kompakt niteliğin parçalarını oluşturur.

İbrahim Kaypakkaya’nın en temel özelliklerinden biri de Lenin gibi uzlaşmazlığıdır. Lenin siyasal yaşamında çelişkide taraf oldu ve sınıfsal antagonizmanın bir tarafında yer aldı. Tüm momentlere sınıfsal antagonizmanın prizmasından baktı. Narodnizmle, Ekonomistlerle, Legal Marksistlerle, Menşeviklerle hatta eski Bolşeviklerle uzlaşmadı. Devrimin güncelliğini arama ısrarını sürdürdü. Uzlaşmazlığı politik esneklik ve taktik zenginliğinin olmadığı anlamına gelmez. Bahsedilen devrimin imkanını yaratmaya kilitlenmedir. Ve bu noktada sınıfın yıkıcı enerjisini açığa çıkarmada ısrardır.

İbrahim’de de PDA’ dan kopuşunda, Kemalizm meselesinde, ulusal soruna ilişkin yaklaşımda ve işkencede asla uzlaşmadı. Çünkü bir komünist devrimci olarak bu tavırlar, onun çelişkide taraf olma ve diyalektiği pratiğe geçirme halidir.

Öte yandan İbrahim Kaypakkaya’nın sistematiğinde bütün bu vurgularımıza rağmen, tabii ki bazı gerilim noktaları vardır. Çin Devrimi’nin yüksek etkisi bazı teorik çözümlemelerinde problemler yaratmış, düşünsel blokajlara yol açmıştır. Fakat sistematiğindeki kapsam ve yıkıcılık ve devrimin güncelliğini arama ısrarı ve iradesi, bu gerilim noktalarını önemsizleştirmekte ve teferruatta bırakmaktadır.

Başlı başına Kemalizm ve ulusal sorun çözümlemeleri bile onun teoriyi ne derece yıkıcı hale dönüştürdüğünün göstergesidir.

Uçurumun kenarında yürüyen komünist

İbrahim Kaypakkaya ihtilalin yolu ve ruhu oldu.

Ödemesi gereken bedelleri de layıkıyla ödedi. Komünist önder olarak işkence ve ölümün karşısında da asi bir baş olarak komünizmin propagandasını yaptı.

Katledilmeden önce sorgusunda dikkat çeken en önemli vurgulardan biri, dönemin işçi eylemlerini sayması ve bu direniş ve eylemlere aktif katıldığını bir propaganda olarak belirtmesidir. İbrahim, üniversite gençliğinin ve Trakya ‘da topraksız köylülerin eylemlerine iştirak ettiğini söyledikten sonra, Demir Döküm, Sungurlar, Horoz Çivi, Pertrisks, Ege Sanayi, Gisvaled, Gamak, Singer, Derby eylemlerini ve 15-16 Haziran ayaklanmasını sayar. Bir müddet sonra öldürülecek olan Kaypakkaya, hemen hemen dönemin bütün işçi eylemlerinin içindedir. Katılan, destek veren ve örgütleyendir. Zaten ancak bu eylemlerin içinde olan birisi bu ayrıntıları, o şartlarda verebilir. Bu yön, İbrahim’in bir proleter devrimci olarak en temel niteliklerinden biridir.

İbrahim Kaypakkaya düşman karşısında boyun eğmedi, hiç tereddüt etmedi. Ölümünü manifestolaştırdı.

Aynen Arjantinli devrimci önder, Matia Roberto Santucho gibi. PRT Genel Sekreteri ve ERP başkomutanı olan Santucho, efsanevi bir üne sahipti. Faşizme ciddi darbeler vurdu. Santucho, bir operasyon sonunda faşist generaller tarafından öldürüldü (1976). Faşist generaller onun ölü bedenini mumyalaştırarak, yıllarca ordunun en önemli kışlasında teşhir etti. Faşizm Santucho’dan böyle intikam almaya çalıştı ama bu tutum çıplak bir korkunun göstergesiydi.

Aynen Tupac Amaru II gibi…

Kızılderili önderi Tupac Amaru II, İspanyol sömürgecilerine karşı 1781’de ayaklandı. İsyan 6 ay sürdü. Tupac Amaru 6 ay süren isyan sonunda yenildi. Yoğun işkencelere tabi tutuldu. Tupac Amaru sustu. Aman dilemedi. Yoldaşlarını ele vermedi. Sömürgeciler önce Tupac Amaru’nun dilini kesti, sonra ayaklarından ve kollarından 4 ayrı ata bağladılar. Atları koşturarak vücudunu dört parçaya böldüler. Vücudunun her bölümünü Latin Amerika’nın farklı merkezlerine asarak İnkaların torunlarına gözdağı vermeye çalıştılar. Ama Latin halkları Tupac Amaru’yu unutmadı. Adı direniş ve isyanlarla birlikte anıldı. Peru’da ve Uruguay’da devrimci hareketler onun adını alarak kavgayı yaşattılar.

İbrahim böylesi bir geleneğin adıdır. Ve böylesi bir ruhun simgesidir. Bir enternasyonal komünist olarak, davasını ölümüyle de manifestolaştırandır.

İbrahim alev ve ateştir.

Kavganın alevi, özgürlüğün ateşidir. Çağdaş Prometheus’tur.

Kaynaklar

Thomson, George. (2008)Marx’tan Mao Zedung’a Devrimci Diyalektik Üzerine, Kaynak Yayınları.

Çe-Tung, Mao. (1974) Teori ve Pratik, Sol Yayınları.

Zedung, Mao. (2020) Yeni Demokratik Devrim, Umut Yayıncılık.

Zedong, Mao. (2013) Felsefi Yazılar, Patika Kitap.

Mao. (2009). Pratik ve Çelişki Üzerine, Epos Yayınları.

Çe-Tung, Mao. (1971) Askeri Yazılar, Sol Yayınları.

Devrimci Araştırma Grubu. (2013) Çin Kültür Devrimi. Patika Kitap.

Daubier, Jean. (1977). Çin Kültür Devrimi, Umut Yayıncılık.

Lukacs, Georg. (2008).Lenin’in Düşüncesi, Belge Yayınları.

Kaypakkaya, İbrahim. (2018) Bütün Yazıları, Umut Yayıncılık.

İnan, Hüseyin. (1991) Türkiye Devriminin Yolu, Ulusal Kültür Yayınları.

Çayan, Mahir. (2004) Bütün Yazıları, Boran Yayınları.

THKP-C Doğuşu ve İlk Eylemleri. (1987). Kaynak Yayınları.

THKO Davası. (1991) Akyüz Yayınları.

Marighella, Carlos. (1977) Şehir Gerillası El Kitabı, Evren Yayınları.

Quartum, Jean. (1977) Regis Debray ve Brezilya Devrimci Hareketi, a yayınları.

Djazani, Bijan. (1978) İran’da Silahlı Propaganda, Yar Yayınları.

Lenin. (1976). Felsefe Defterleri, Sosyal Yayınları.

Lenin. (1988). Materyalizm ve Ampiryo Kritisizm, Sol Yayınları.

Engels, Friedrich. (1990) Anti-Dühring, Sol Yayınları.

Engels, Friedrich. (1979) Doğanın Diyalektiği, Sol Yayınları.

Yaraşır, Volkan. (2002) Sokakta Politika, Gendaş Yayınları.

Yaraşır, Volkan. (2020) Kolektif Aksiyon, Ekmek ve Onur İşçi Derneği.

Yaraşır, Volkan. (2018) 1968, Toplumsal Özgürlük.

Yaraşır, Volkan. (2022) Kıvılcımlı, Tarih Tezi ve Marksizm(pdf), Umut-Sen.

Arjantin’in Guevaracıları Santucho’nun Yaşamı ve Yazıları. (2008). Akademi Yayınları.

Lenin. (1975).Reddettiğimiz Miras, Çağrı Yayınları.

Malraux, A. (1975) Kanton’da İsyan, Varlık Yayınları.

Malraux, A. (1982) İnsanlık Durumu, Oda Yayınları.

Kıvılcımlı, Hikmet. (1992)Yol I.,II., Bibliotek.

Kıvılcımlı, Hikmet. (1979)İhtiyat Kuvvet: Milliyet( Şark), Yol Yayınları.

*Bu yazı ilk olarak Gazete Patika‘da yayınlanmıştır.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler