spot_img
spot_img
Ana SayfaKültür - SanatYer altında kırk beş sene : Bir madencinin hatıratı - Kiraz Akın

Yer altında kırk beş sene : Bir madencinin hatıratı – Kiraz Akın

Kömür havzasında olan havzada kalıyor! Havzada anlatılanlar, kitaplar, insanlar bölgenin sınırlarını geçemiyor. Maden kazalarının, Mayıs 2014’te Soma’da yaşananlara kadar bölgesel haber olmaktan pek de öteye geçememiş olması gibi.

Ethem Yemelek 1870′lerin başında doğmuş ve tüm hayatını kömür madenlerinde çalışarak geçirmiş bir işçi. Zonguldak’ın Devrek ilçesine bağlı Çomaklar köyünden. Etrafında bilinen adıyla “maden kurdu.” Çalışmaya 14 yaşında başladığından onun anıları Osmanlı’nın son dönemlerinde Zonguldak kömür havzasındaki çalışma koşullarını yansıtıyor. Bu dönemden geriye kalan tek madenci hatıratı bu. Aslına bakarsanız, bir işçinin çalışma hayatından tanıklıklar içeren çok az sayıdaki kaynaktan biri, emek tarihiyle ilgilenenler için olağanüstü bir bilgi kaynağı.

Ethem Yemelek anılarını 1935-36’da Ahmed Naim’e anlatıyor. Ahmed Naim, Zonguldak ve civarında iyice bilinen ve hikayelerinde madencilerin hayatlarını konu edinen bir edebiyatçı ve gazeteci. Yayınlandığı ilk zamandan bugüne, türlü tehlikeler atlatmış bu kaynağın günümüze değin ulaşabilmiş olması da adeta mucize kabilinden. Bu çok sürükleyici yayın macerasını şimdilik bir kenarda tutarak, kısaca anılarda yer verilenlere bir bakalım.

Yeraltında Kırk Beş Sene

Devrekli Ethem Çavuş madenciliğe 14 yaşındayken devlet zoruyla başlar. 1867′de yayınlanan bir nizamname ile Ereğli ve civarındaki 14 bölge köylülerinin 15-50 yaş arası erkekleri madencilik yapmaya mecbur tutulurlar. Bu dönemde kömür ocaklarında çalışacak insan yoktur ve işçi sıkıntısına bulunan çözüm budur. Kimin madene gideceğinden, işçilere yapılacak ödemeden ve maden işinden kaçmak isteyeceklerin cezalandırılmasından köylerin muhtarları sorumlu tutulur. Madene gidenler ayda 12 gün çalışacak, 12 gün de köylerinde kalabileceklerdir. Ayın 3 günü ise işçilerin maden ve köyleri arasında katedecekleri yol için biçilen zamandır. Madencilikle mükellef olanlar emeklerinin karşılığında askerlik yapmayacak ve gelir elde edeceklerdir.

Ethem Çavuş’un köyünde de seçimi muhtar yapar. Güçlü olanları ayırt etmek için güreş müsabakaları düzenleyen muhtar, kazananların arasından, ağırlığı yaklaşık 40 kilo olan küfeleri taşıyabilecekleri madenciliğe yazar. Bu yedi kişiden biri Ethem Çavuş’tur ve seçilenler hemen madene yollanır. Hatıratında bu sonu belirsiz yolculuk sırasında çok korktuğunu saklamayan Ethem Çavuş, etrafındakilere bakıp, sürekli birinin kaçmasını umut eder o ilk yolculukta. Kaçanın peşisıra o da davranacaktır. Kimse kaçmaz ve hepsi 1890′ların başında bir zaman, madende küfeci olarak işe başlar.

Madenler bu dönem derinlere gitmeyen, yüzeye nispeten daha yakın bölgelerde kömüre ulaşılan yerlerdir. Yaşanan kazalar nadiren patlamalardan, sıkça göçüklerden kaynaklanır. Gördüğü ikinci ölümlü kazadan sonra Ethem Çavuş, madenden kaçar, ama nihayetinde ve mecburen kuyuya geri dönmek zorunda kalır. Bu dönem çalıştığı ocakta ödemeler al güllü basma ve Amerikan bezi ile yapılmaktadır. Bunları satmaya kalktıklarında işçilerin eline, ederin çok altında para geçer. Nakit para ödediği için geçtiği ve Gürcüler tarafından işletilen başka bir madenden, Ethem Çavuş hayatında ilk defa 12 mecidiye kazanır ve adeta “zengin” olur. Bu parayla, ailesine hediyeler alır, amcasının ve o sıralar vergi borcu yüzünden hapiste olan babasının borcunu öder.

İşçilerin bu dönem yedikleri çoğunlukla mısır unundan bir ekmektir. Etrafta doktor, hastane yoktur. Ödemeler sebep gösterilmeksizin kesilir, tam ödendiğinde de para çoğunlukla vergi borcuna gider. Bir defasında madencilerin ateşnefes dedikleri, grizu patlamalarından birine yakalanan Ethem Çavuş, kazadan su kanalına düşerek kurtulur ve 77 kişinin öldüğü kazadan sonra madenciliği bırakmaya karar verir, ama yine ve mecburen kuyuya geri dönecektir. Hayatı boyunca o kadar çok sayıda ve korkunçlukta ölüm görür ki, bir yerden sonra ölüm karşısında insanın hiç bir şey hissetmediğini söyler. Madenden dışarı taşınan ölülere bakıp sadece merak duyduğundan bahseder. “Nasıl yaralandı, taş neresine isabet etti?” gibi meraklar, ölüm karşısında hem üzüntünün, hem korkunun önüne geçmektedir. Kendisi de bir defasında madenden bir an evvel çıkma uğruna, kestirme bir yola girip göçük altında kalır. Saatler sonra ilk duyduğu kazma sesleri ve “Deli Ethem öldü, on saattir hayatta kalmış olamaz” sözleridir. Kendini toplayıp, ölmediğini seslenir kendisini kurtarmaya gelenlere. Derken kazma sesleri durur, elle kazılan topraktan bir el uzanır ve bacağını tutar. Ölümün insanı “ilk mezar”ında canlı yakalayınca daha korkunç olduğunu düşünür göçük altındayken.

Madenlerde yapmadığı  iş kalmaz: Küfecilik, saçcılık, kesicilik yapar, yük vagonu kullanır ve sonunda çavuşluğa yükselir. Yapmadığı tek iş vardır: Madenciler gazın birikmesini engellemek için madenin muhtelif yerlerinde ateş yakarlar. Ateş konulamayan yerleri kontrol eden işçiler ölüme en yakın olanlardır. Ellerinde bir değnek, değneğin ucunda ateş, gaz kontrolü yaparken irili ufaklı patlamalara maruz kalan bu işçilerdir ve yevmiyeleri diğerlerinin yarı katı fazladır.

Ve hatıratta çok sayıda insanın adı geçiyor. Mesela kadın madenciler var: Adalı Sultan, Topçu Emine, Kırdıkaçtı Zülfüye ve bütün kadın madencilerin en ünlüsü Gülsüm Hatun. Hatta bir defasında Gülsüm Hatun ortadan kaybolur ve onu ertesi gün göçük altında bir galeride mahsur kalmış, “kurtarın beni” diyen sesi sayesinde bulurlar.

Ereğli madenleri Fransızların yönetimindeyken, denetlediği her ocağa uğursuzluk getiren Fransız mühendis Mösyö Sakallı Jiro’yu anlatır. Türkçe öğrenmeyen ve işçilerin uyarılarına kulak asmayan mühendislerden, beraber çalıştığı değişik milletlerden insanlardan, gönlünü kaptırdığı bir Rum güzelden, eşekle yük taşıyan babasından, gözleri görmeyen kız kardeşinden, madencilik yapan oğlundan ve kardeşinden bahseder. 1937′de Fransızlardan tümüyle devralınan Ereğli işletmesindeki uygulamaları, işçinin nasıl kendi gücü üstünde çalışmaya sevk edildiğini anlatır. Bir de gençken maden dışına çıktıklarında ateş başında hep beraber söyledikleri bir şarkının sözlerini hatırlar:

Oğlan oğlan boynuma dolan 
Kolum sana yastık saçlarım yorgan 
Ne güzel oğlan sar beni

Bütün bunları anlatırken Ethem Çavuş altmışlı yaşlarını sürmektedir ve 14 yaşındayken beraber madene gönderildiği yedi kişiden sadece ikisi hayattadır.

Anıların Günümüze Ulaşması

Ethem Çavuş anılarını 1935 ya da 1936’da Ahmed Naim’e (Çıladır) anlatır. Ahmed Naim, Zonguldak ve civarında adı iyice bilinen ve yazdığı hikayelerde çoğunlukla madencileri konu edinen bir edebiyatçı ve gazeteci. Ethem Çavuş’un anıları önce Bartın gazetesinde yayınlanır ve 1940’larda kitap haline getirilir. Fakat bu yayın işleri hep küçük bir çevrede, Zonguldak ve civarıyla sınırlı kalır. Bartın gazetesinin ilgili sayıları arşiv malzemesi olurken, yayınlanan kitap da ortadan kaybolur. Çıladır ailesindeki tek nüsha Ahmed Naim’in oğlu Sina Çıladır tarafından korunurken, onun da kapısına 12 Mart 1971 zamanlarında kolluk kuvvetleri dayanır ve babasından kalan tüm yazılı malzemeyle bu kitaba da el konur. 2006’da başka bir çalışma için yerel gazeteleri tararken Sina Çıladır, babasının Ethem Çavuş ile yaptığı görüşmenin başka bir kopyasına Şirin Ereğli gazetesinde rastlar. Anılar aslında bu yerel gazetede 1962’de de yayınlanmıştır. İşte bu kopya esas alınarak Zonguldak’da Defne Sanat Yayınları tarafından, Yer Altında Kırk Beş Sene başlığıyla hatırat bir kere daha 2010’da yayınlanır. Fakat mesele bunlarla da bitmiyor:

Osmanlı döneminde emek tarihiyle, bir dönem özel olarak madencilerle ilgilenen ve alanın en saygıdeğer isimlerinden Amerikalı tarihçi Donald Quataert’in, 1998 Zonguldak ziyareti sırasında bir maden mühendisi yanına yaklaşıp, ona daktiloda yazılmış ve başlığı Yerin Altına Elli Yılımı Verdim olan bir manüskript verir. (Bu, zannediyorum bir tarihçinin başına gelebilecek en kutlu olaylardan biri.) Elindeki kaynağın zenginliğinden, benzersizliğinden başı dönen Quataert çalışma arkadaşı Yüksel Duman ile bu nüshayı yayınlamak ister, fakat o noktada bilmediği, anıların zaten Ahmed Naim tarafından birden fazla kez zaten yayınlandığıdır. Quataert’e verilen kopyanın hazırlayıcıları ise bambaşka kimseler: Aydın Karahasan ve Ethem Çavuş’un oğlu Muharrem Yemelek. Bu iki isim metni sunarken diyorlar ki, Ethem Çavuş onlarla bizzat görüşmüş ve parçalar halinde bir işçi gazetesinde yayınlanan anıları bir gün kitap haline getirmelerini istemiş. Kitap haline getirilmemiş olsa da anılar Ethem Çavuş’un ölümünden yıllar sonra 1974-76 arasında bir araya getiriliyor ve 1998’de Donald Quatert’in eline geçiyor.

Bütün bunlardan bir kaç noktayı çok net anlıyoruz: Ethem Çavuş’un etrafında anlattıklarını kayıt altına almak istemiş birden fazla sayıda insan var ve anılar çeşitli zamanlarda, kitap, tefrika, makale olarak yayınlanmış, unutularak, kaybolarak, yeniden bulunarak günümüze dek ulaşmış. Anlaşılan her kopyanın birbirinden ufak tefek farkları var. Daha da açık bir gerçek olarak Ethem Çavuş uzun çalışma hayatı boyunca hafızasında birikenleri aktarmak konusunda etrafındakilere son derece bonkör davranmış.

Bütün bu yayın macerasını, bana hatıratın kendisi kadar çarpıcı gelen başka bir sebepten yazıyorum. Buraya kadar anlattığım olaylar hep Zonguldak ve civarında geçiyor. Quataert’in kendi araştırması için bölgeye ziyaretleri de boşuna değil, zira devlet arşivlerinden madencilerle ilgili bilgi edinemiyor. Kendi anlatısına göre, Zonguldak’ta ise beklemediği ölçüde bilgi ve belge ile karşılaşıyor Quataert. Yani adeta kömür havzasında olan havzada kalıyor! Havzada anlatılanlar, kitaplar, insanlar bölgenin sınırlarını geçemiyor. Tıpkı maden kazalarının Mayıs 2014’te Soma’da yaşananlara kadar bölgesel haber olmaktan pek de öteye geçememiş olması gibi. Soma’ya yakın büyüklükte diğer kazaları saymazsak.

Bu yazıyı da Ethem Çavuş’un anılarının nihayet çok daha geniş bir okuyucu kitlesiyle buluşabilmesi umuduyla yazıyorum. Anılar, burada aktarabildiğimin çok ötesinde ilginçlikte ya da tarihi belge olarak benzersiz bir kaynak olduğu için değil sadece, madenlerde olanları herkes duysun diye. Yer Altında Kırk Beş Sene, Zonguldak’ta Defne Sanat tarafından yayınlandı. Yayınevi Çıladır ailesi tarafından idare ediliyor. Haberleşme adresleri: [email protected]

Kiraz Akın

Bu yazı ilk olarak #tarih dergisinde sonrasında ise 5harfliler.com sitesinde yayınlanmıştır. Okuduğunuz versiyon 5harfliler.com sitesinden alınmıştır. 

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler