spot_img
spot_img
Ana SayfaGüncelUmut-Sen Örgütçüsü M. Görkem Doğan: Türkiye Cumhuriyeti’ni ayakta tutan kurumsal yapılar dağılıyor

Umut-Sen Örgütçüsü M. Görkem Doğan: Türkiye Cumhuriyeti’ni ayakta tutan kurumsal yapılar dağılıyor

Anayasa görüşmeleri ve oylamaları mecliste devam ederken, teklifin referanduma taşınması durumunda toplumun bir çok kesimden ‘hayır’ sesleri yükseliyor. Sosyalistler ‘anayasa değişikliğine hayır’ kararlarını nasıl temellendiriyor?

Cumhurbaşkanı’nın yürütmenin başı olması ve bir partiye üye olmasını sağlayacak ve toplumda ‘başkanlık anayasası’ şeklinde karşılanan pakete tepkiler büyüyor. Parlamenter sistemin yok edileceği, her türlü yetkinin tek adamda toplanacağı, şeriatın getirilmek istendiği, OHAL’in toplumu idare biçimi haline geleceği gibi gerekçelerle toplumun bir çok kesimi referandumda teklife ‘hayır’ diyeceğini ifade ediyor.

Peki bu tabloda sosyalistler ne düşünüyor? İktidar açısından ‘varlık-yokluk mücadelesi’ tespitlerinin kamuoyunda açıkça yapıldığı bir ortamda referandum sadece bir referandum mu olacak? Yine kamuoyunca sıkça dile getirildiği gibi iktidar bir rejim değişikliği yaparak gidişatı tümden değiştirmek istiyorsa sosyalistlerin bu gidişat karşısındaki Türkiye tasavvuru nedir, sosyalistler nasıl bir Türkiye istiyor? Bu kritik süreçte, kampanya birliklerinin ötesinde, sosyalist partiler ve kurumlar ‘solda birlik’ tartışmasına nasıl bakıyorlar? Tüm bu soruları ve yaklaşımları Halkevleri Genel Sekreteri Nuri Günay, Umut-Sen Örgütçüsü M. Görkem Doğan, ÖDP Başkanlar Kurulu Üyesi Alper Taş ve TKP Genel Başkanı Erkan Baş  ile konuştuk.

Umut-Sen Örgütçüsü M. Görkem Doğan: Türkiye Cumhuriyeti’ni ayakta tutan kurumsal yapılar dağılıyor

gorkemdogan_umutsenBaşkanlık tartışmaları ilk gündeme geldiğinde Tayyip Erdoğan’ın kişisel bir ihtiyacı üzerinden düşünüyorduk. Fakat 7 Haziran ve 1 Kasım süreçlerinden itibaren gelinen noktada öyle görünüyor ki Türkiye Cumhuriyeti çok büyük bir dağınıklık içindedir. Bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti’ni ayakta tutan temel ideolojik ve kurumsal yapıların dağıldığını görüyoruz. Bunların çürüdüğünü sol uzun zamandır da söylüyordu. Ama 15 Temmuz’la birlikte bir kritik eşik aşıldı. Çürüme bir dağılma noktasına geldi. Türkiye Cumhuriyeti Kemalist bir devlettir. Jön Türk ideolojisinin maceracı taraflarının ortadan kaldırıldığı, dış politikada anti-revizyonist yani statükocu, içte ikinci dünya savaşı sonrası batı kampına yerleşen, kalkınmacı milliyetçi ideolojiydi. Kemalizm ile 90’lardan itibaren Kürt Hareketi, İslamcı Hareket ve liberaller tarafından hesaplaşılmaya başlandı. İslamcı hareketin yozlaşmış bir versiyonu iktidara geldiğinde de bundan vazgeçmedi. Kemalizmi yavaş yavaş İsmet İnönü müdahalesi vs ile müfredattan da çıkarıyor.

‘Başkanlık bir kişinin ihtiyacı değil, çöken güvenlik mekanizmasının kurtarılması çabasıdır’

Kurumsal olarak da devletin temel yapıları kontrgerilla yapılarıdır. Yargı, emniyet ve ordu yapılanması bu şekildedir. Orada da çeşitli tasfiyeler gördük. Ergenekon ve Balyoz operasyonları aslında kontrgerilla içi Avrasyacı kanat diyebileceğimiz kesimin tasfiyesine yönelikti. Hukuksuz bir girişimdi, bu tutmayınca bu defa 15 Temmuz ile birlikte Atlantikçi tarafın tasfiye edildiğini görüyoruz. Bu Atlantikçi kanadın kült bir cemaat yapılanması, Fetullahçılık aracılığıyla var olduğunu gördük. Ki dünyada da örnekleri vardır; Opus Dei ve Moon tarikatı gibi. Gladyonun arkasında Opus Dei vardır, Güney Kore’deki askeri diktatörlüklerin arkasında Moon tarikatı vardır, mevzuyu Amerika’ya bağlar. Halkın bu kurumsal yapılara güveni kalmadı. O nedenle aslında başkanlık önerisi Cumhurbaşkanının kendi kişisel ihtiyacı değil; bunun ötesinde çökmüş bu güvenlik mekanizmasının tek bir kişiye bağlanarak kurtarılması çabasıdır. Dolayısıyla başkanlık kişinin ihtiyacı değil Türkiye’nin içinden geçtiği krize de bir çözüm olacak. Türkiye yeniden kurulacak ve anlaşıldığı kadarıyla bu reisçi ekip kurucu diktatör olarak kendi reislerini ve onun sağcı muhafazakar ideolojisini gösteriyorlar. Tam olarak islamcı değil; zaman zaman Kemalist bazı ön kabullere de selam çakıyor. Tutarlı bir ideolojisi yok.

‘Referandumdan ‘hayır’ çıkmasını göze alamayacak güçler var’

Hayır kampanyasında temel mevzu ‘nasıl bir Türkiye’ istendiğine cevap verilmesidir. Buna cevap verilmeden söylenecek her hayır’ın halk nezdinde bir karşılığı olmayacaktır. Çünkü halk da rejimin çöktüğünü görüyor. Bir ülke çökerse, Suriye ve Irak’ta gördük, oradaki sıradan halkın üstüne çöker. Zenginler İsviçre’ye kaçar zaten. Halk bunu hissettiği için, reis de ‘memleket iyiye gitmiyor, bunu nasıl çözeriz’ şeklinde ifade edecektir. Buna cevap vermeyip sadece ‘hayır’ diyenler bugün çok kuvvetli görünebilirler ama iş bu noktaya geldiğince bence zayıf kalırlar. Türkiye solu bunun ne kadar farkında, onu bilmiyorum. Büyük bir krizden bahsediyorsak referandumdan ‘hayır’ çıkması demek bir tür çözümsüzlük anlamına gelir. Dolayısıyla ‘hayır’ çıkmasını en başta Saray olmak üzere göze alamayacak güçler var. Onlar için tek seçenekli bir referandum bu, evet çıkması gerekiyor. O yüzden nizami ve gayri nizami yönetmelerle burada evet çıkması için ellerinden geleni yaparlar. Ben referandum sürecinin de önemli olduğunu düşünüyorum. Şimdi bile birbirlerine nasıl düştüklerini görüyoruz; ‘Evet’ çıktıktan sonra bile, bu kriz bitmiş olmayacak.

‘Sosyalistler dışında kurulacak olan Türkiye’nin nasıl olacağına ilişkin herkesin bir önerisi var’

Tekrar tekrar ifade ediyorum; esas olan kurulacak olan Türkiye’nin nasıl olacağı mevzusudur. Burada çeşitli görüşler mevcut; Kürtlerin eskiden beri söylediği Demokratik Özerklik bir öneridir. ‘Bütün konnrtgerillayı bana bağlayın, ben ülkeyi tek elden yöneteyim’ çıkışı da bir öneridir. Liberallerin ‘İsveç’e benzeyelim’ demesi de bir öneridir. Ulusacılar da çok net Avrasyacılık şeklinde Rusya’ya benzeyelim diyorlar. Sosyalistlerin ne önerdiğini bilmiyoruz. Kampanya başladığında esas olarak bu fikirler çarpışır. Hayır çıkma olasılığı var tabi. Ama bu seçeneklerden birinden doğru bir hayır olur. En zayıf ihtimal liberallerin önerisinin gerçekleşmesidir. Bu tablo karşısında Sosyalist Cumhuriyet’ten bahseden bir odağın olmadığını görüyoruz, anlaşıldığı kadarıyla oluşmayacak da. Herkes kendi kampanyasını yapsın deniyor; ‘hayır meclisleri’ oluşturuyorlar. Bunlar iyi şeyler, alanları da var. CHP sağdan bir kampanya yürüterek, MHP seçmenine ve kendi ulusalcı tabanına sesleniyor. Boş bıraktığı bir alan var. Bu alana doğru daha ziyade Saray karşıtlığı üzerinden bir iş yapılacak anlaşılan. Ben bunu genelde solda sıfır kalacağı kanaatindeyim.

‘Filler kapışıyor, çim olmayalım tavrı sınıf ihaneti içindedir’

Solda ‘birlik’ tartışması yok, bir ‘birlik hayaleti’ var. En geri tavır, filler kapışıyor, biz çim olmayalım, arada ezilmeyelim diye lafzen bir ‘hayır’ deyip; laiklik diyorsa bile bunu sokakta savunmaya cüret edemeyen; gazetem kapanmasın, elimdeki odayı kaybetmeyeyim diye alınan tavır. Bu sınıf ihanetidir. Bunun ötesinde saraya karşı, inandığı neyse onu söyleyip, bedelini ödemeyi göze alan tavır saygı duyulacak bir tavırdır. Ama bunun ötesinde bir tavır gerekir. Buna yönelik bir hareket yok. Referanduma kadar bu ‘saygı duyulacak tavrı gösteriyorlar’ dediklerimizle bir tartışma yapmayı zorlamak gerekiyor. Sonucu ne olur bilmiyorum. Sınıf ihaneti dediğimiz tavrı alanlarla bir yol yürünmesinin artık mümkün olmadığı ortadadır.

‘Ne kadar ütopik görünse de Sosyalist Cumhuriyeti konuşmalıyız’

Ne kadar ütopik görünse de Sosyalist Cumhuriyet konuşulmalı. Bir idealiniz olmazsa İsveç olalım dersiniz, ama ben bir Marksistim, öyle şey olmaz. İstemekle olacak işler değil, birleşik eşitsiz gelişim yasası vardır vs… Uluslararası ilişiklerde anti-emperyalizm irade ile sağlanabilirmiş gibi ‘o kamptan çıkalım bu kampa girelim’ de bir öneridir. Sosyalistlerin önce bir önerisi olmak zorundadır.

Eşit yurttaşlık meselesi bu mezhepçi döneminde sağın kabul etmediği bir taleptir. Geçen Irak’lı bir eski parlamenterle, Dava Partisi vekiliymiş. Ayetullah adam ama demokrat birisi, diyor ki; Şii olmasına rağmen mezhepçi olmaması hasebiyle bütün müslümanları kast ederek ‘bizden demokrat çıkmaz’ diyor. ‘Çünkü benim için bir tane ateistle Ali Sistani’nin eşit olması mümkün değildir, bunu anlamanız lazım benimle konuşmadan önce’ diyor. Bizde de mezhepçilik yükseldikçe eşit yurttaşlık savunulmalı. Son otuz yılında yapılan bazı işlerin geri alınması lazım. Devletleştirme açıkça savunulmalıdır. Tüpraş’ı Koç’tan geri almak lazım. Kamuculuktan kaçınmayan bir yaklaşım ortaya konmalıdır. Kuvetler ayrılığının standart biçimleri, liberal demokrasi bizi kesmez; biz muhakkak halkın temsil edildiği il genel meclislerinin yeniden açılması ve bunlara daha çok yetkinin verilmesini istiyoruz. Yürütmenin zayıflatılması derken; büyükşehir başkanlarının da yetkilerinin zayıflatılması lazım. Doğrudan halkın temsil edildiği şura tipi sovyetik yapılanmaların, yerel düzeyde yasamanın güçlendirildiği bir yapının olması gerekiyor. Basın özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü ve yasama dokunulmazlığı. Bu dört başı mamur bir program mı hayır, ama bunlar olmazsa kendinize ‘sosyalist’ diyemezsiniz.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler