spot_img
spot_img
Ana SayfaHaberSuriyeliler Değil AKP Göç Politikası Gitsin! – Emel Karadeniz

Suriyeliler Değil AKP Göç Politikası Gitsin! – Emel Karadeniz

2011 yılından itibaren kitlesel göçle gelen, 3 milyonu kayıtlı Suriyeliler ile ilgili son zamanlarda basın ve medyada sıkça karşılaşılan ‘gerginlik’ haberlerinin ve etrafında türeyen ırkçı, kindar söylemlerin arkası kesilecek gibi durmuyor. Toplumda genellikle asayişi, ‘kamu düzenini’ etkileyen olayların yaşanması üzerine sığınmacılara yönelik artan tepkiler, ülke genelinde gündemde olmadığı zamanlarda da halk arasında değişik biçimlerde varlığını hissettiriyor. Tepkilerin ötesinde toplumsal çatışma boyutuna ulaşan, kangrenleşen problemin temeline eğilip bakıldığında devletin uyguladığı göç politikaları görülür.

Ortadoğu coğrafyasında savaş tırmandıkça bölge halklarının göçe zorlandığı ve göç olgusunun kaçınılmaz olarak sürdüğü dönemde hem varış hem geçiş ülkesi olarak Türkiye’nin plan ve program çerçevesinde, rasyonel bir göç politikasının olmayışı; ülkemizde toplumsal, siyasal, ekonomik, kültürel vb. alanlarda ciddi olumsuz sonuçlar doğurmuştur. 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne coğrafi çekinceyle taraf olan Türkiye, yasal olarak Suriyelilere mülteci statüsü tanımayıp çözümü geliştirdiği bir formülde, Geçici Koruma’da aramıştır. Statünün adından da anlaşılacağı gibi göç edenlerin Türkiye’de geçici kalacakları ve belli bir süreliğine korumaya muhtaç olacakları düşünülüyordu ancak durum beklenilenin aksine gerçekleşmekte. Suriyeliler uzun bir süre daha kalıcı olacak,  bazı araştırmalara göre ise Suriyelilerin büyük çoğunluğu savaş bitse de ülkesine dönmeyip Türkiye’de kalmaya devam edecek.

Suriye iç savaşının başından beri “Açık Kapı” politikası izleyen AKP hükümeti, sığınmacılar için barınma, beslenme, sağlık, eğitim gibi hizmetler konusunda yeterli hazırlık yapmadığından ve önlem almadığından hem ihtiyaç sahibi sığınmacılar hem yerleşikler, kargaşa ve çıkmaz içerisine sürüklenmiştir. Mülteci kamplarının 270 bin kişiyi barındırabilmesi ve geriye kalanlarının kendi başlarına bırakılması sokaklarda, parklarda, terminallerde, hastane önlerinde yaşayan, kâğıt toplayıcılığı, dilencilik, hırsızlık yapan, suça karışan, hastalık yayan ve istenmeyen insanlar olarak anılmalarına sebep olmuştur. Devletin toplumsal uyum konusunda da hiçbir tedbir almayışı,  dil bariyerinin kültürel kaynaşmayı önlemesi ötekileştirmeyi artırırken yerli nüfus ile Suriyeliler arasında kutuplaşmayı keskinleştirmiştir.

Suriyelilerin emek piyasasında ucuz ve kayıtsız işgücü olarak istihdam edilmeleri yerli işgücü ile aralarında kızgın bir rekabet ortamına sebep olurken bu rekabet ortamından işverenler kârlı çıkmaktadır. Çalışma hayatındaki güvencesizlik, esneklik, işsizlik gibi sömürü deryasına bir de mülteciler eklendi diyen asgari ücrette çalışan işçi, patrona, devlete değil de gücünün yettiği kendi gibi yoksul ve emekçi Suriyeliye öfkesini kusmaktadır. Bu tam da sermayenin körüklediği bir alev topudur. İşçiler hedef tahtasına sınıf kardeşlerini yerine sermaye ve devleti koymadıkça bölünmüş emek piyasasında yarık derinleşecek ve uçurum büyüyecektir.

Türkiye, az sayıda kayıtlı istihdamla artan üretimi Suriyeli mevsimlik tarım işçilerine, tekstil işçilerine, inşaat ve mermer işçilerine borçluyken ekonomik ‘büyüme’ sağlayan mülteci emeğini piyasadan koparacak hiçbir hamleyi asla göze alamaz. “Suriyeliler olmazsa fabrikalar durur, düz işçilik yapan yok” diyen başbakan yardımcısı, karın tokluğuna çalıştıracak başka insan bulamazsak diye korkmakta ve kayıtsız çalışmayı teşvik etmektedir. Ayrıca Suriyeli işçileri, yerli işgücü üzerinde denetim kurma ve baskı oluşturma aracı olarak görmekten kolay kolay vazgeçmeyecektir; hazır sendikalar, STK’lar bu alanda örgütlenme ve mücadele yürütmezken! Devlet erkânı bir diğer açıklamalarında öfkeli halkı yatıştırmak için “hoşgörü” çağrılarında bulunmuştu ancak örtük faşizan fikirleri “Evet, Türk askerleri Suriye’de ölüyor ama Suriyelilerin hepsi savaşmayı bilmiyor, eğitmek- donatmak lazım” gibi sözlerle kendini ele veriyor. Devlet yetkilileri 6 yılı aşkın bir süre olmasına rağmen hala vicdan ve hayırseverlik üzerinden insanlara çağrı yapıyor, sığınmacıların hakları ve statülerinin varlığı üzerine tek kelime etmiyor. Suriyeliler meselesi görmezden gelinerek ya da idare edilerek geçiştirilecek bir mesele değildir. Tüm uyruklardan sığınmacıları ilgilendiren ülkenin başlı başına siyasal ve toplumsal sorunudur. Mesele çözüme kavuşturulmak isteniyorsa göç politikalarının gözden geçirilmesi gerekmektedir:

Devlet, Suriyeliler başta olmak üzere tüm sığınmacılara kalıcı çözüm yolları üretmedikçe ve hukuki statü tanımadıkça, sığınmacıların temel hizmetlere erişimi konusunda iyileştirme yapmadıkça, toplumsal uyum eksenli bir politika uygulamadıkça, sığınmacıları yedek iş gücü ordusu olarak görmekten vazgeçmedikçe yani kısaca göç politikalarını değiştirmedikçe ülkede huzur, barış ve esenliğin sağlanması mümkün değildir. Karanlık, kötülük iklimi Türkiyeliler ve Suriyeliler için dağıldığında ancak bir arada yaşamanın mutluluğu ve sevincini tadabiliriz.

Yaşasın halkların kardeşliği!

Emel Karadeniz

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler