spot_img
spot_img
Ana SayfaKültür - SanatSüreyya Karacabey ile yeni kitabını konuştuk: Hayatı yaşama pratiklerimiz, kişisel ile politik...

Süreyya Karacabey ile yeni kitabını konuştuk: Hayatı yaşama pratiklerimiz, kişisel ile politik olan arasındaki uzaklık…

Olağanüstü Hal (OHAL) kapsamında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi (DTCF) Tiyatro Bölümü’nden ihraç edilen Doç. Dr. Süreyya Karacabey, “Gündelik Hayata Direnmek” isimli bir kitaba imza attı. Süreyya Hoca ile raflarda yerini alan kitabını, OHAL sürecini ve KHK’ları konuştuk.

 

14 Ağustos’da yeni kitabınız yayınlandı. “Gündelik Hayata Direnmek” için bize neler söyleyebilirsiniz? Kitabı oluşturma süreci nasıl gelişti?  

Gündelik hayata direnmek, haber fabrikası ve fraksiyon’da yayınlanmış yazılarımdan oluşuyor. Haber fabrikası ilk kurulduğunda ben mikro siyaset üzerine değil de büyük siyaset üzerine yazayım diye düşünmüştüm. Bizi kuşatan gerçeklik karşısında aldığımız gündelik tavrın, nasıl ilişkilendiğimizin, nasıl yaşadığımızın siyasi meseleler hakkında düşünce geliştirmekten daha esaslı bir yere denk düştüğünü düşünüyordum çünkü hala da öyle düşünüyorum. Kişisel tarihimizin bütün içerikleri, bir hayatı yaşama pratiklerimiz, birine elimizi uzatmamız, birinden uzaklaşmamız hepsi bir anlamda savunduğumuz dünya idealinin izdüşümleridir çünkü.

Bölünmüş şeyleri sevmiyorum, bir bütünlüğe çalışmamız gerektiğini düşünüyorum. Ben ile toplumsal arasında, kişisel olanla politik olan arasında, düşünce ile duygu arasında, nesnel olanla öznel olan arasında bir uzaklık olmaya başlandığında bu bütünlük parçalanıyor. Hep buna tanıklık ettim ve en fazla da bunun hakkında düşündüm. Teorik doğruların bir yaşam pratiğine uymadığı yerlerde kendine devrimci diyen öznelerin, nasıl bölündüğünü gördüm, doğrusu pek de saygı duyamadım onlara. Teorik cümlelerle açıktalardı ama kişisel olanı hep gizli bölmelerinde saklamaktaydılar, çünkü bu bölmelerde çelişkileri vardı, onları açığa koyarak tartışmaya açmak yerine gizleyerek yok sayma pratiği. Oysa bir yazıyı, bir siyaseti kurarken verdiğiniz çaba, hayatınız için de geçerlidir, uğraşırsınız, hata yaparsınız ama onu ideal dünya isteminizden ayırırsanız düşünsel olarak düşman olduğunuz insanlarla aynı duruma düşersiniz. Kabaca yazıların çıkış noktası buydu.

Sonra site kapatıldı, yazılar tarih oldu. Ben KHK ile atıldıktan sonra fraksiyon’daki arkadaşlarım yazıların basılmasını istedi, tarihe düşülmüş notlar olarak kayda geçmelerini. Sağolsunlar epos yayıneviyle yazıları kitap haline getirdiler.

Baskı ve ötekileştirme üzerine kurulmuş ve süregelen bir düzen var. Çoğu insan bir şekilde düzenin karşısında bir mücadele ağı örmeye çalışıyor. Siz nereden örüyorsunuz bu mücadeleyi? 

 İçinde bulunduğumuz zaman diliminde varoluşta ısrar ve en temel doğruları dile getirmek bile kendiliğinden bir mücadeleye dönüşmüş durumda. Bir basın açıklaması, basit bir protesto aniden marjinal eylemler olarak yaftalanmakta. Tuhaf bir evrenin içine çekildik, yasal haklarımızı devlete hatırlatıyoruz ve buna yasadışı eylem diyorlar; gülmek istiyoruz ama gülemeyeceğimiz bir yerden insanların canını yakıyorlar. Benim kişisel ısrarım, kabul etmemek, direnen insanlara destek vermek ve bu dönemi sessizce, uyum sağlamadan geçirmenin bir yolunu bulmak. Artık bu yol nereye açılırsa. Çünkü mücadelenin tek bir biçimi yok, direnenlerin sesine sesimi katmaya çalışıyorum, becerebildiğim kadar toplumsal muhalefete yakıt sağlamaya çalışıyorum, yani bir ucundan, gücüm yettiğince tutmaya çalışıyorum.

6 Ocak’ta yayınlanan KHK ile ihraç edilenler arasında siz de yer alıyordunuz. KHK ve OHAL ile mücadele süreçlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? OHAL dönemi ve Türkiye’nin geleceği hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Kitlesel bir eylemlilikten söz etmek zor ama yine de insanların bu süreçte sessiz kaldığını söylemek haksızlık olur. Bütün yıldırma politikalarına karşı sesler yükseldi hep, eleştirmekten, yazmaktan vazgeçmeyen insanlar oldu. Daha fazla, daha kitlesel kuşkusuz çok daha etkili olabilirdi ama büyük bir çoğunluğu ikna edemediğinin farkında bir yönetim var. Bu da bir çeşit meşruiyet yitimidir, insanları ikna edemeden, ortak iyi için program yapamadan daha fazla yürünemeyeceğini bize tarih gösteriyor. Bu dönem geçecek, hiçbir şey kalıcı değil çünkü, evet acıtacak, acıtıyor ama sonuçta mücadele eden insanlar hatırlanacak. Ülkenin geleceğinin salt iç dengelere ve onun düzenine bağlı olmadığını hepimiz biliyoruz. Ortadoğu’daki karmaşa ve bölgedeki ülkelerin istikrarının buraya bağlanışı, tek bir şeyi gösteriyor bize, o da bir ülkeye kapanıp oradan kurulan düşlerin temelsiz olduğunu ve daha geniş bir planda mücadeleyi örgütleme zorunluluğunu.

 

 

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler