spot_img
spot_img
Ana SayfaYazıİki Cami Arasında Beynamaz: HDP mi, CHP mi? Kimlik mi, Emek mi?...

İki Cami Arasında Beynamaz: HDP mi, CHP mi? Kimlik mi, Emek mi? – M. Görkem Doğan & Başaran Aksu

Neoliberal dönemde işçi hareketinin iktisadi, politik ve kurumsal kapasitesinin gerilediği bir gerçek. Genel olarak bu dönemdeki sağcılaşmanın altındaki yapısal neden bu. Sınıfsal karakterli toplumsal muhalefet olanağını sakatlayan bu durum neredeyse otuz yıldır sosyalist siyaseti ve sendikal hareketi aşındırıyor. Bu ekonomik, politik ve kurumsal zayıflama tekil emekçileri hem ideolojik olarak hem de ekonomik olarak sermaye rejimine daha da bağımlı getiriyor. Böylece bu süreç daha da derinleşiyor. Söz konusu aşınma işçi hareketinin siyasal ifadesinin toplumun genel kurtuluşuna yol açacak dinamizmi ortaya koyacağına dair inancı hem genel kamuoyunda hem de özellikle işçiler arasında zayıflatıyor. Emekçi topluluklar kendi siyasal ifadelerini başka toplum kesimlerinin esas aktör olduğu politik eğilimlerin kuyrukçuluğunu yaparak arıyor. Emekçi kesimler arasında bile sosyalist jargon giderek yabancı bir dile dönüşüyor.

Bu tespitleri yeni yapmıyoruz zaten ilk yapan da bizler değiliz. Bununla birlikte şunu belirtmeden geçmek istemeyiz; iki binlerin başından beri emekçileri kendi hayatları üzerinde muktedir kılacak kurumsal yapılar inşa etmek gerekir demekle kalmadık, küçük de olsa bunun örneklerini ortaya koyduk. Bu noktada özellikle Umut Sen’de çalışmaya devam ediyoruz. Lakin hiçbir zaman “işçici” ya da daha beteri “mağdur seven” liberal hümanist bir pozisyonda olmadık. Tam da emekçi kesimler arasında çalıştığımız için. Bu ne demek açıklayalım.

Neoliberal saldırı emekçi kesimi sınıf siyaseti açısından çaresiz kılsa da, ideolojik olarak muktedir kıldığı bir söyleme de sahip. Bu kuşkusuz işçi kimliğini bölen kimlikçi özellikle AKP Türkiye’si örneğinde mezhepçi milliyetçi bir söylem (Fatih Yaşlı’nın deyimiyle Sünni Ulus). Tabii ki ne milliyetçiliği ne de dinciliği ülkeye AKP getirmedi ve tabi işçilerin neoliberalizmden önce de dini ve milli kimlikleri vardı. AKP neoliberal dönemin ruhu doğrultusunda bunu kendi otoriter yönelimlerine popüler bir destek sağlamak için kullandı. Açıkçası bugün saray rejiminin en büyük siyasi sermayesi bu popüler destek ve saray siyaseti kendini sermaye devletine bu sayede dayatabiliyor. AKP’nin pompaladığı mezhepçi milliyetçi ideolojiyi basitçe yanlış bilinçtir diyerek, işçilere sadece “emek eksenli” konulardan bahsederek yenemeyiz. Deneyin de görün de denilemez sosyalist mücadeleler tarihini okuyun denir.

Emek hareketinin vazgeçilmezi sendikalarımızdan başlayalım. Genel-İş ya da herhangi bir sendikanın genel merkez, şube yönetimi, iş yeri temsilcilerini nasıl seçtiklerini inceleyelim; şayet seçim yapmayıp atıyorlarsa zaten yöneticilerin sahip olduğu ideolojik, politik, kimliksel farklılıkların uzlaşısını taşırlar. İşverenlerle tavizsiz sınıf mücadelesi verecek, eğilip bükülmeyecek, iş yeri meclislerinin karar süreçlerinden geçmiş borçlandırmaya, taşeronlaştırmaya, mobinge karşı savaşacak işçiler değil, tıpkı burjuva devletinin başka araçlarla yaptığı gibi, sendika yöneticilerine uyum gösterecek, işçiler arasındaki mehzep, yöre, kültür, kimlik, milliyet farklılarını temsil edecek buna göre işçileri bölecek, en tepedeki yönetici erkin pozisyonunu garanti edecek tarzda isimler seçilir.

Bu tarz sendikacılığa gık çıkarmayanlar şöyle veballer taşırlar. Mesela Beşiktaş Belediyesi’nde Genel-İş’e büyük bir heyecanla üye olan 500’e yakın temizlik işçisinin önderleri işten atıldı. 85 gün direnip tüm bu günler boyunca AKP’lilikle suçlanıp, Disk ve Genel-İş’ten tek bir yöneticinin ve sosyalistim diyen büyük camianın neredeyse hiç bir desteğini göremeden direnişlerini noktalayarak mahkeme süreçlerinde hak arayışını sürdürüyor taşeron temizlik işçileri. Aynı süreçte polisin işyerine kamp kurup taşeron patron, belediye başkanı ile birlikte temizlik işçilerinin Genel-İş’ten istifasını sağlamayı başarırken orada bulunan sahiden AKP ve MHP’ye oy vermiş olan taşeron işçilere neyi nasıl izah edeceksiniz? Yine 85 gün boyunca 500 metre uzaklarındaki üyelerinin sürdürdüğü direniş alanına 5 dakikalığına bile uğramayıp 1500 km uzaktaki Fatsa’ya namlı Beşiktaş Belediye Başkanı’nın babası adına yapılan okulun açılışına Kılıçdaroğlu ve Cavit Çağlar gibi güzide simalarla koşarak katılan DİSK Genel Başkanı ve Genel İş Genel Başkanı’nın tutumunu bu “emek eksenli” siyasette nereye yazacağız?

Başka bir örnek. 301 işçi kardeşimizin hayatını kaybettiği katliamın olduğu sırada Soma’daki maden işçilerinin üye olduğu Maden-İŞ Sendikası’nın Genel Merkezi’nde ve şubesinde solcular belirleyici idi. Üstelik CHP ve HDP’nin de dışında daha “ilkeli”  emek siyaseti yapan sosyalist birkaç yapının üyesi şahsiyetlerdi bunlar.  Kuşkusuz “solcu” olmaları işçilerin onları zaten işverence mecburi tutulmuş “destek”lerinde ferahlatıcı bir yandı. Ancak bunların oraya “seçilmiş”,”atanmış” olmalarını sağlayan unsurlar, işverenin de onayladığı isimler olması, birinin kamu işçilerinin temsiliyetini sağlaması, diğerin Balya kökenli yörük işçileri temsil etmesi, diğerinin Alevi ve Çepni işçileri temsil etmesi, bir diğerinin Ordu kökenli işçileri temsil etmesi vesaireydi. Yine Balıkesir Savaştepe’de maden işçileri katliamın hemen sonrasında Maden İşçileri Derneği kurdular. Derneğin başkanlığını yürüten yaşlı bir maden işçisiydi. Askerliğini istihabarat eri olarak yapmış biri. Savaştepe AKP’nin yüzde yetmişe yakın oy aldığı bir yer.  Sol oy denebilecek oy yüzde on sınırında kalıyor. Savaştepe’de bulunan maden işçileriyle bu dernekte onlarca toplantı yaptık. Taşeronlaştırma, sömürü, mobing, dayıbaşları, sarı sendikanın gerçek işlevi, toplu sözleşme ne işe yarar, iş kanunlarındaki haklar neler, devlet ne, sermaye ne, parlamento ne ve bunun gibi. Bu anlatımlar üzerinden oluşturduğumuz komiteler aracılığıyla işçileri DİSK’e üye yapmaya çalışıyorduk. Bize her seferinde tamam önümüzdeki hafta hepimiz topluca üye oluyoruz diyorlardı. Haftalar aylar böyle verilen sonra utanarak kaçılan sonra tekrar mahcupça yenilenen diyaloglarla geçti. 70’li yıllarda maden işçilerine önderlik etmiş şu anda da emekçi kimliklerini koruyan iki ihtiyar yurttaşın referanslarının da kolaylaştırıcılığıyla Sarıbeyler beldesinde 20 işçiyi DİSK’e zor bela üye yapabildik. Savaştepe’nin işçi çoğunluğunun tutumunu, dernek başkanı olan maden işçisinin bizi çağırıp söylediği şu sözler belirliyor:

“Bizi sizi seviyoruz. Söylediğiniz her şeyin bizim gerçek çıkarlarımız olduğunu da iyi anladık. Hatta sizi araştırdık. Sizin için sendikacılar da devlette dahil herkes hakkınızda olumsuz konuşsa da biz sizin yapmaya çalıştığınız şeyle beraberiz ancak biz DİSK’e üye olamayız bizden bunu istemeyin, her seferinde evet deyip söz verip size mahçup oluyoruz. Bizim buranın yapısı sizi kaldırmaz bugün için. Esnafı, iş adamı, siyasetçisi, devleti herkes bizi sıkıştırıyor. Biz buraya şimdilik mahkumuz. Yarın ne oluruz bilemeyiz.”

Siyaseten de aynı tarzda kuşatıcı, güçlendirici olunmadığı, sermaye siyasetlerinin, devletin her türlü araçla yarattığı kimliksel, kültürel, etnik, inançsal ve benzeri bölünmeleri politik olarak kıramadığımız, birleştiremediğimiz bunun her tür bedelini üstlenmediğimiz oranda emek siyaseti denilen şey  en iyi ihtimalle işçileri bir müddet sonra kandıracak birkaç bürokratı sendika yönetime seçtirmekle sonuçlanır.

Örgütlemeye çalıştığınız her direnişte karşılaşacağınız bunlar gibi sıradan hikâyeleri burada daha fazla anlatmaya gerek yok, Genel İş yardımıyla işçilere anket yapanlar bunlardan çok şey öğrenebilecek olsa da. AKP’nin pompaladığı küresel olarak da dönemin ruhuna uygun olan bu ideolojiyle hesaplaşmanız gerekir bunu basitçe emek eksenli konuşalım diğer meseleleri başka yerde konuşun diyerek yapamazsınız, o zaman o başka yer onların hayatını örgütler siz de yaptıkları grevin ya da mahkeme sürecinin lojistiği olursunuz. Hele ki cinsiyetinden kimliğinden dolayı ezilen emekçiyi yok saymaya hepsini aynı saymaya kalkarsanız, hele ki bu ülkede, o zaman sermaye devletinin ideolojik uzantısı olursunuz. Sınıf siyasetini bu farklılıkları ve bu tarihsel eşitsizliklerin farkında olarak onlarla da mücadele ederek kurmak zorundasınız. Biz de bu koşullar altında bir devrimci siyaset izleği oluşturmaya çalışıyoruz.

Bu izleğin köşe taşları ne olmalı? ÖDP’deyken partinin hiçbir zaman kamu emekçileri dışında dişe dokunur bir emek siyaseti olmamasını yanlış bulduk ve bunu değiştirmeye çalışanlarla saf tuttuk. Yukarıda da belirttiğim gibi geniş emekçi kesimleri muktedir kılacak bir kurumsal inşa faaliyetini vazgeçilmez buluyoruz ve bunu belli bir çapta gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Bununla birlikte emekçi kesimlerdeki AKP hegemonyasını ideoloji yanlış bilinçtir diyerek bertaraf edilemeyeceğinin farkında olmak gerekir. Üstelik CHP ile HDP ile uğraşmaya başlamadan önce varolan sendikal merkezlerle uğraşmadan onların hal ve gidişini pekala bilen işçiye sizin çabanız samimi de gelmeyecektir. İşçiyle genelde taşeron örgütlemeye kaynak harcamayı israf sayan, örgütlese de bunu elinin ucuyla yapan sendikasının aracılığıyla görüştüğünüzde, işçi kendi hakikatinin ancak bir kısmını anlatır. Orada neoliberal yıkımı görürsünüz. Hakikatin bütününü görebilecek kadar emekçinin dünyasının içindeyseniz ama, 15 Temmuz gecesi dünyanın en zengin siyasetçilerinden biri iktidarını muhafaza etsin diye ölüme giden taşeron belediye işçilerine şaşırmazsınız.

Bununla mücadele basitçe emek eksenli olmaz, ancak bütüncül bir siyaset kavrayışıyla işçinin hakikatinin bütününe hitap eden bir hatla, o hakikatin bazı yönleriyle de çatışarak, sosyalist bir siyaset güdülebilir. Kuşkusuz basitçe CHP ile HDP’yi karıştır barıştır yapalım düşüncesi bir siyasal hat değil ve çaresizlikten bu basitliği çözüm sananlar da var. Fakat onlar sadece neoliberal yıkımdan bahsedersek, bu yıkım karşısında emekçiler için tutunabilecekleri bir dal oluşturabilirsek emekçileri örgütleriz zannedenlerden daha hatalı değil. Kuşkusuz bu ikincisi iyi bir başlangıç olur ama yetmez, yetseydi emin olun biz fark ederdik.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler