spot_img
spot_img
Ana SayfaÇeviriHer şey ölmedi - Lundi Matin

Her şey ölmedi – Lundi Matin

Fransa’da geçtiğimiz ay yapılan başkanlık seçimlerinde Macron’un başında olduğu neo-liberal polis devleti rejimi, faşizm sopasıyla korkuttuğu halktan bir kez daha icazet alarak korkunç icraatlarını devam ettirmenin önünü açmayı başardı. Seçimin ikinci turundan bir hafta sonra yapılan 1 Mayıs gösterilerinin sönüklüğü Mélenchon’la birlikte iyice merkeze kayıp küçülen solun yenilgisinin de ifadesi oldu. Yaklaşan İsyan kitabının yazarı Görünmez Komite’nin dergisi olarak bilinen Lundi Matin’den bu son sürece dair, Türkiye’ye dönük yankıları da olan güçlü bir değerlendirme yazısı.

”Benim kaldırım taşlarım senin sandığına sığmaz” – Sorbonne işgalinden

1 Mayıs 2022. Sendika yürüyüşlerinin pasifliği ve dehşet verici hantallığı hemen hemen her yere hâkimdi. Neyse ki Paris, Nantes ya da Rennes gibi bazı şehirlerde gösteriler isyankâr bir seyir de aldı. Mevcut iktidara karşı mücadele edilecek zeminin hiçbir zaman oy kabinleri olmadığını ve olmayacağını ara ara hatırlatmakta fayda var.

Bizi yerken hangi sosa bulayacaklarını seçmek için böyle kıvranıp durduğumuzu görmek her zaman çok acı verici. “Faşizm tehdidi”nin her seferinde, kendisini devrimci olarak tanımlayanlar ve son 5 yılı sokaklarda geçirenler de dahil olmak üzere, daha çok insanı seçim oyununun parçası olmaya sürüklediğini görmek de aynı şekilde acı verici. Nasıl oluyorsa şu gerçeği hep unutuyoruz: Kötünün iyisi hiçbir zaman kötünün gelişini engelleyemedi. Kendisini yönetilemez sayan neslimizin beş yıl içinde tamamen yönetilebilir bir nesle evrilmesine şahit olmak da bir başka tuhaflıktı.

Sol görevini yerine getirdi. Şu son yıllar boyunca her türlü direnişi yatıştırıp yönlendirmeyi başardı. O bildik umudu, iyi huylu bir iktidarın da mümkün olduğu yanılsamasını yeniden üretebildi. Ama gerçekte iktidar, onu elinde tutanları da aşan bir mantığa sahip. Dünyadaki en temiz niyetler bile bu kuralı aşabilecek yeterlilikte değil. Sol, iktidarla mücadele etmiyor, sadece ona başka türlü bir yönetim öneriyor. İktidarı farklı biçimlerde icra etmek mümkün ama iyi bir hükümet mümkün değil. 

Hâlâ bu mantığın dışına çıkmaya dair umudu içinde taşıyanlar için kurulu düzenin bu oyunlarını terk etmenin vakti geldi de geçiyor.

Oy vermeyi reddetmek gerektiği ortada, kimseyi buna ikna etmeye çalışmaya gerek yok. Gitgide daha fazla insanın seçimleri umursamadığını görüyoruz. Ama bu oy vermeme eğiliminde bir muhalefet tavrı görmek de mümkün değil. Bu, en iyi ihtimalle, şu ya da bu parti arasındaki farkın çok da mühim olmadığını anlamakla gelen bir aydınlanmanın sonucu. Seçim hattı geçildiğinde ise herkes gündelik işlerinin başına dönüyor ve makine hep olduğu gibi, oylamaya tabi tutulmasından bağımsız olarak, sorunsuz biçimde işlemeye devam ediyor. Bizim seçimlere katılmamamız demokrasinin umurunda olmamak bir yana işine bile geliyor. Oy vermeyenlerin de kendince bir işlevi var; sosyologların türlü şaçmalıkla doldurabileceği bir açıklığa, cumhuriyetin geri kazanılabileceği iddiasını yaratan o boşluğa yerleşiyorlar. 

Yine de seçimin ilk ve ikinci turu akşamlarında sağda solda birkaç eylem oldu: şaşırtıcı biçimde Sorbonne’un işgal edilmesi, radyo sinyallerinin korsan biçimde ele geçirilmesi ve fiber optik kablolara yapılan sabotaj saldırıları. Ama her yere yayılan “Ne Macron ne Le Pen” sloganı düzen siyasetinin ötesinde bir arzuyu dile getirmekten uzaktı. Bazı radikaller buna bir de “Ne Mélenchon”u eklediler ama aslında birçok insan için bunlar sadece nihilizmin adaylarıydı. Sosyalist Parti’nin basit bir yeniden yapılanmasını tek umut olarak görmeye hazır koca bir politik boşluk. Burada radikal sol da düzen solunun kuyruğuna takılıp yola koyuldu.

Çünkü bu dünyayı reddedişi ne kadar güçlü olursa olsun sol; feminizm, kesişimsellik, ekoloji ya da ırkçılık karşıtlığı gibi moda politik kimliklerin en radikal fraksiyonlarını da yeniden yapılanma adına kendine dahil etti. Hatta kendisini bir savaşçı birlikle, radikal estetik saflarında yer alan ve insanların eylemlerde maske takmasını engelleyecek kadar instagram düşkünü sözde bir antifa fraksiyonuyla da taçlandırdı. Sol bu yolda ilerlerken her türlü politik çatışmayı yok etmek ve insanları yönetmek uğruna güvenlik politikalarını da kendine mal etti. Herhangi bir politik kimlikten yoksun Sarı Yelekliler’den bile “Macron’la hesabını sandıkta görecek” yorgun eski solcular yaratmayı başardı.

Bugün devrimci siyaset eğer varlık göstermek istiyorsa kendisini soldan kurtarmak zorundadır. Politik olarak bu tanımlamayı reddetmelidir. Devrim düşüncesine yeniden işlerlik kazandırmak için hiçbir zaman geç değil. Fakat bu, ilericilik iddiasında olanların değil, iktidara duydukları nefret sayesinde akılcı ve anlamlı tek perspektifin isyan etmekte olduğunu görenlerin işi.

Kendimizi kurban olarak görmeyi reddetmeli, ilk taşı kimin attığını sorgulamaktan vazgeçmeliyiz. Hükümetler hücuma geçmiş durumda. Biz de kendi saldırı hattımızı kurmalıyız. Kendimizi kimliklerimiz üzerinden tanımlamayı bırakmalı, siyasete dahil olmanın kategorilere tıkılmak olmadığının farkına varmalıyız. Pozisyon almak ve yolu nasıl birlikte arşınlayacağımızı düşünmek zorundayız.

İsyan dalgalarına şahit olduk. Gelmekte olanlar için de hazırlık yapmamız gerek. İlerici/gerici ikiliğine sıkışmayan başka türlü bir inkarı ortaya çıkarmalıyız. Vakit, devrimci bir cepheyi inşa etmenin vaktidir.

Çeviren: Emre Yeksan

Orijinal Metin: Tout N’est Pas Mort

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler