spot_img
spot_img
Ana SayfaÇeviriGüç, İşçiler ve İklim Adaleti Mücadelesi - Tara Olivetree (Ehrcke)

Güç, İşçiler ve İklim Adaleti Mücadelesi – Tara Olivetree (Ehrcke)

Kanada’nın British Columbia bölgesinde yaşayan iklim aktivisti, Victoria Öğretmenler Birliği üyesi ve sendika örgütleyicisi Tara Olivetree (Ehrcke), işçilerin iklim adaleti mücadelesinde tamamlayıcı değil, merkezi bir bileşen olacağını anlatıyor. 20. yüzyıl boyunca, örgütlü işçilerin baskı yapma kapasitesi ve gücü sayesinde tüm insanlık için elde edilen somut kazanımları hatırlatıyor. İşçilerin iklim adaleti mücadelesinde ve gezegeni korumak konusunda etkin figürlere dönüşmesi ve güçlenmesi için stratejiler öneriyor. Umut-Sen olarak 1 Mayıs’ın hemen sonrasında ve Birleşmiş Milletler’in 2022 IPCC Raporunun dile getirmediklerinin ışığında[i], işçi sınıfı ve tüm müttefikleri için yeni tartışmalara vesile olması umuduyla paylaşıyoruz.

GÜÇ

Kim Shell Petrol’den daha güçlüdür? İklim aktivistlerinin kendilerine sorması gereken sorulardan biri de budur. Cevap bulamazsak kazanamayız çünkü.

Fosil yakıt endüstrisinin muazzam bir gücü var. Küresel borsa piyasasının dörtte birini oluşturan fosil yakıt şirketlerinin öz sermayeleri en az 18 trilyon dolar değerindedir. Neden oldukları yıkım ne olursa olsun; endüstrinin sahip olduğu geniş kaynaklar ve dünya ekonomisindeki büyük payları dolayısıyla çıkarlarını ısrarla savunurlar. Savunurken pek çok yola başvururlar ve her yol mubahtır.

İklim değişikliği konusunda üretilen bilimsel çalışmaları, önce anlamayıp sonra tamamen yanlış yansıtma konusunda Exxon’un yürüttüğü kötü şöhretli çalışma bunun bir örneğidir. Kendi iklim araştırmalarına cömertçe fon sağlamadıktan ve 1977’de fosil yakıtların küresel sıcaklıkta muhtemelen iki-üç derece artışa yol açacağını öğrendikten sonra Exxon, bilime dair şüpheleri artırmak amacıyla endüstri içinde bir maceraya başladı.  Bu kapsamlı “sahte haber” kampanyası milyonlarca dolara mâl olduğu gibi, iklim hareketini de onlarca yıl geciktirdi.

Ancak fosil yakıt endüstrisinin gücü, küresel kamuoyunun düşüncelerini yönlendirmenin çok daha ötesinde. 19. yüzyıldaki Endüstri Devriminden beri modern kapitalizmin tarihi fosil yakıt için yapılan savaşlarla doludur. Savaşlar stratejik çıkarlar kadar, fosil yakıt şirketlerinin kârlarının korunmasına da hizmet etmiştir. 21. yüzyılın sömürgeci fetihler haritası, dünyanın en geniş ve ucuz petrol yataklarının olduğu Orta Doğu’da yapılan sayısız savaşı gösterir. Eski ABD Merkez Bankası Başkanı Alan Greenspan, Irak Savaşı hakkında “Herkesin bildiği şeyi kabul etmek politik olarak uygun olmayabilir. Ancak Irak Savaşı büyük ölçüde petrol ile ilgilidir.” dedi.

Öyleyse eşit, yaşanabilir ve adil bir toplum inşa ederken bilim insanlarının çizdiği kısıtlı zaman çizelgesi içinde fosil yakıt endüstrisini yok edecek baskıyı nasıl kurabiliriz?

Bu sorunun birkaç cevabı var.

Çoğunluk, petrol devleriyle [Big Oil] mevcut parlamenter politik çerçevede mücadele edilmesini savunuyor. Çevre üzerine çalışan büyük sivil toplum kuruluşlarının [ENGO] standart yaklaşımı bu yönde. Örneğin; ABD’de Sunrise Movement gibi gruplar yenilenebilir enerji ekonomisine adil geçiş yasası olarak gördükleri Yeni Yeşil Mutabakat’ın [Green New Deal] yasalaşması için Demokrat Parti’ye baskı yapmaktadır. Yeni Yeşil Mutabakat’taki talepler önemli olsa da iklim adaleti için parlamenter yöntem, tek bir ülkenin bile iklim hedeflerine ulaşmasını sağlayamadı. Çünkü fosil yakıt şirketleri, parlamenter çerçevede güçlerini çok iyi kullanabiliyor. Bunu da kamuoyunu ve işsiz kalmaktan korkan işçileri elde etmek için kampanya finanse ederek, kapalı kapılar ardında lobi faaliyetlerinde bulunarak, hayali kamuoyu yaratan [astroturf] kampanyalar düzenleyerek yapıyorlar. Nihayetinde, politikacılar sürekli olarak yaptıkları şeyi tekrarlayacaklar. Yani sera gazı emisyonunu azaltmada etkili olmayacak, sulandırılmış politikalar önererek değişim baskısına görünürde yanıt vermiş olacaklar.

Bazıları da büyük çaplı aksamalara yol açan, kitle baskısıyla hükümeti harekete geçmeye zorlayan bir mekanizma olarak sivil itaatsizliğe önem veriyor. Sivil itaatsizlikte; Indigenous Land Back [Yerlilerin Toprakları Geri Verilsin] hareketinin kullandığı engellemeler, fosil yakıt altyapı projelerine karşı popüler bir taktik olarak arazi sabotajları gibi ekonomik olarak yıkıcı eylemlerde bulunuluyor. Değişim kuramı olarak sivil itaatsizliği savunanlar; sosyal bilimler araştırmalarına göre, özellikle nüfusun %3,5’inin desteğini alan ve şiddet içermeyen sivil itaatsizliğin toplumsal ilerlemeyi dayatmada etkili olduğunu iddia eden Erika Chenoweth’in çalışmalarına dikkat çeker.

Chenoweth’in araştırması, ekonomik sistemi kökten bozmayan politik gelişmeleri sınıflandırır. Bu gelişmeler, dünya ekonomisinin fosil yakıt öncülerini de ekstraktif [doğal madde çıkarımı] endüstriyi koruyan toprak mülkiyeti ilişkilerini de etkilemedi. Örneğin; şiddetsiz sivil itaatsizlik stratejisini destekleyen yurttaş hakları hareketi [civil rights movement] eşitlik ajandasını ön plana çıkarmada başarılıydı. Fakat ABD’deki ırkçı devlet şiddetini ortadan kaldırmadı, hatta belirgin bir azalma dahi sağlayamadı. Topraklarını savunan yerlilerin kampanyaları bazı ilerleme projelerini durdurmada başarı elde etti; ancak hükûmetler ve fosil yakıt şirketleri çoğunlukla boru hattı yolunu değiştirmek veya ablukayı sona erdirmek için askeri güç kullanmak gibi eylemlerin etrafından dolaşan çözümler buluyor. Sivil itaatsizlik kampanyaları Doğu Avrupa’da Stalinist rejimleri devirdi. Ancak hükûmetler zaten finansal çöküşün eşiğindeydi ve direnişte sıklıkla başka yöntemler de kullanıldı: Şiddet içermeyen sivil itaatsizlik eylemleri, seçimlerde güçlü muhalefet partileri ve büyük çaplı işçi grevleri gibi. Hong Kong’daki “şemsiye protestolar” [umbrella protests] gibi daha yakın zamanda gerçekleşen kitlesel sivil itaatsizlik örnekleri, geniş katılım olsa bile taktiğin tek başına kullanımının sınırlarını gösteriyor. Ekonomi işlediği sürece, kitlesel memnuniyetsizlik ifadeleri sistem değişikliği yaratmak konusunda yeterli değil.

İklim hareketindeki öğrenciler ise farklı bir yaklaşım benimsediler. Ağustos 2018’de çok küçük bir eylem olarak başlayan “iklim için okul grevi” hareketi, grev mesajı ve taktiğiyle dünya çapında gençleri büyüledi. Bir yılda on binlerce kişiye ulaştı ve o zamana kadarki en büyük çevresel eylemlerle doruğa ulaştı. Desteğin boyutlarına rağmen; organizasyonu düzenleyenler okul grevinin sınırlarının farkına vardı. Grev, bir dereceye kadar yıkıcı etkiye sahipken ekonomik baskı kurmada başarısız oldu.

2019’un baharında, öğrenci grevciler eylem çağrılarını genişletti. Sadece öğrencilerin grevinin yeterli olmayacağını, işçiler dahil herkesin greve çıkması gerektiğini söylediler. O yaz her yaştan örgütleyiciler bunu gerçekleştirmek için hazırlık yaptı.

İklim hareketinde önemli bir değişimdi bu. İklim aktivistleri ilk kez büyük bir ölçekte, örgütlü işçilerle dayanışmayı fosil yakıt endüstrisine karşı koymak için gerekli gücü inşa etmenin anahtarı olarak gördüler. Hükûmetler karşısında yenildiklerini ve büyük gösterilerin yarattığı aksaklıkların yetersiz kaldığını anladılar. Çünkü yüz binlerce kişinin katıldığı dünya çapındaki eylemlerden sonra bile sera gazı emisyonu artıyordu.

Kuşkusuz, Eylül 2019’daki Küresel İklim Grevi [The Global Climate Strike] tarihi bir öneme sahiptir. Dünyayı çapında grev çağrısına 6 milyon kişi yanıt verdi. Pek çok ülkede işletmeler, kamu kurumları kapandı ve çok sayıda yetişkin eylemci sokağa çıktı.

Yine de birçok öğrenci grubunun sendikalarla aktif olarak bütünleşme çalışmaları yürütmesine karşın örgütlü işçilerin katılımı hâlâ sınırlıdır. Bireysel çabaların başarısını gösteren örnekler azdır. Montreal kolejlerindeki bir grup işçi sendikası, okullarını kapanmaya zorlayarak greve gitmek için oy kullandı. Avustralya’da 33 sendika resmi olarak greve katıldı. Birleşik Krallık’ta Sendikalar Kongresine [Trades Union Congress/TUC] bağlı birçok sendika öğrencilerle dayanışma amacıyla 30 dakika iş bıraktı. Fakat işçilerin örgütleri aracılığıyla ilişkilenmeleri kısmi oldu ve işçi talebi olmaktan ziyade öğrencilerle “dayanışma” olarak çerçevelendi.

İKLİM ADALETİ MÜCADELESİ İÇİN İŞÇİLERİ KAZANMAK

İklim kriziyle mücadelede işçi sınıfının gücüne yönelmenin doğru olduğunu düşünüyorsak işçileri nasıl ikna edeceğiz?

İşçiler iklim değişikliği sorunu ile hem iş yerlerinde hem de evlerinde etkilendikleri çevre krizlerine yabancı değiller. Sendikalarını çevreci eylemde bulunacakları alan olarak görenlerin sayısı azınlık olsa da birçok işçi çevrecidir.  Sendikaları “mavi-yeşil ittifaka” dahil etme girişimleri, küçük zaferleri kazandı; ancak büyük başarısızlıkları da oldu. İşçiler ve çevreciler arasındaki bölünmeler, Rachel Carson’ın Silent Spring [Sessiz Bahar] adlı kitabı kadar eskidir. Kuşkusuz bu tür bir “mavi-yeşil” ittifak, fosil yakıt şirketlerinin ve onların kölesi olan politikacıların bölücü tohumlar ekmek için yaptığı müdahalelerden daha fazlasıdır.  Gizli bir Exxon raporunda, “Çevreye Karşı İş İmkânları” [Jobs Versus the Environment] başlığını görseniz şaşırır mıydınız?

İklim adaleti mücadelesinde işçileri kazanmanın ilk adımı çevre ile işçileri karşı karşıya getirmeyen bir çerçeve geliştirmektir. 350.org ve Council of Canadians gibi gruplar bu doğrultuda; fosil yakıtlardan vazgeçme sürecinde işçilerin haklarına saygı gösteren, maaş kayıplarına yönelik tedbirler ve yeniden eğitim programları gibi konulara yer veren detaylı bir politika kitabı yazdılar.

Özellikle baharda yapılan [2021] Kanada İşçi Kongresinde [Canadian Labour Congress/CLC] benimsenen “İklim Eylem Gündemi” [A Climate Action Agenda]; Adil Geçiş [Just Transition] çerçevesi için yararlı bir rapordur. Son yirmi yılda ortaya atılan yanıltıcı iş-çevre karşıtlığı gibi işçileri rahatsız eden birçok önemli sorun ele alınıyor. Raporda şöyle deniyor:

Çevremizi istikrara kavuşturma ve koruma mücadelesi, sendikalar ve işçiler için ciddi bir endişe kaynağı olmaya devam edeceği gibi, tarihi bir fırsatı da temsil etmektedir. Sürdürülebilir bir ekonomiye geçişte, büyük yatırımlara ve çalışana ihtiyaç olacaktır. Bu durum, çalışanlara yeteneklerini ve uzmanlıklarını harekete geçirmek konusunda, ekonomimizin ve toplumumuzun kökten dönüşümüne yol açacak bir fırsat sunmaktadır. İyi iş ve iddialı iklim eylemi arasında seçim yapmamızı isteyenler hata yapmaktadırlar. Her ikisine de sahip olabiliriz ve olmalıyız.

İş-çevre ikiliğinin reddedildiği söylense de hem çevre hareketinde hem de son zamanlardaki işçi hareketlerinde, söylenen ile yapılan arasında ciddi bir tezat var. Pek çok sendika resmi olarak Adil Geçiş’e [Just Transition] veya Yeni Yeşil Mutabakat’a [Green New Deal] imza attı. Fakat eğitim çalışmalarının ötesine geçen eylem çok azdı. Pek çok iklim hareketi ormanlardaki çalışma alanlarını ablukaya alma, trafiği sekteye uğratma, boru hatlarını kapatma gibi taktiklere yoğunlaşmaya devam etti. Ormanları korumak ve fosil yakıt altyapılarının genişlemesini engellemek kesinlikle gereklidir. Ancak bu eylemler, düşük karbon ekonomisine geçişte yaşanacak önemli değişimlerden etkilenecek işçilerin ve toplulukların refahına dair pek az şey söylemektedir.

Fikir ve eylem arasındaki uçurumun farkında olmak, ileriye yönelik stratejilere rehberlik edebilir ve iklim adaleti mücadelesinde sendikaların büyük gücünü kullanmamıza olanak sağlayabilir.

  1. Öncelikle İş Olanağı Sağlamak

İklim eylemlerinde mutlaka yeni ve daha iyi iş olanakları talep edilmelidir. Yeni iş olanakları sağlamak, belirsiz bir geleceğe ertelenmemeli. Şimdi, ekstraksiyonu [doğal madde çıkarımını] durdurmadan önce veya eş zamanlı olmalı. İşçi hareketi, geniş çaplı iklim hareketinde de iş talebinde bulunmalıdır. Sektöründe ya da topluluğunda yeni istihdam kampanyasıyla karşılaşan bir işçinin, endüstrisinde iyi maaş veren işini kaybetme tehlikesiyle karşılaşan işçiden daha farklı tepki vereceği tahmin edilebilir. Bu yaklaşım, geçenlerde gençlik iklim adaleti grubu Fridays For Future ile sürücülerin daha iyi koşullarda çalışması ve toplu ulaşım güvenliğini geliştirmeyi amaçlayan ver.di adlı sendikanın ortak bir kampanya yapmasını sağladı. Bu strateji, hem sendikaların içinde hem de dışında hareket eden iklim grupları ile örgütlü emek arasında hakiki bir dayanışma ağı inşa etmek isteyenler tarafından kullanılabilir.

  1. Derinlemesine Örgütlenme İçin Sendika Yapılarını Harekete Geçirmek

Uzun süredir birçok iklim aktivisti ya sendikalarını yok sayıyor ya da bağımsız olarak bir araya gelen dar çevre komitelerinde sendikanın geri kalanıyla çok az etkileşimde bulunuyor. Fakat iklim adaleti eylemleri, aynı gemide sürüklenen toplumun büyük bir çoğunluğu olmaksızın kazanım elde edemez. Aktivistlerin yanı sıra toplumun her katmanına ulaşmak gerekmektedir.

İklim aktivisti olan işçilerin, sendikayı iklim aktivizminin en önemli alanı olarak görmeleri ve üyeliklerini derinlemesine örgütlenme faaliyetlerinde kullanmaları gerekiyor. Sendika aktivisti Jane McAlevey’nin No Shortcuts: Organizing For Power in the New Gilded Age [Kısa Yol Yok: Yeni Yaldızlı Çağ’da Gücü Örgütlemek] kitabında isabetle ifade ettiği gibi, sendikalar bir sorun hakkında sadece afişi görenlere ve toplantıya katılanlara değil; çok sayıda insana ulaşma fırsatı sunar. Kitlesel destek sağlamak için sendikaların mevcut yapısında ve iş yerindeki ortak deneyiminde benzersiz bir olanak vardır. Derinlemesine örgütlenme; sendikanın bütün yapılarını, insanlara ulaşacak bir yol olarak kullanmaktır. Sendikalardaki iklim aktivistleri, iklim hakkındaki çalışmaları bir komite veya bültenle sınırlamak yerine, tıpkı büyük grev oylaması inşa etmek konusunda yapıldığı gibi birebir görüşmeler ve yakın temasla her işçiye ulaşmaya çalışmalıdır.

  1. İklim Değişikliğini Sağlıklı ve Güvenli İş Yeri Sorunu Olarak Saptamak

İş yeri sağlığı ve güvenliği standartlarına dair dilin kullanılması, işçilerin büyük bir kısmını iklim adaleti mücadelesine kazanmak konusunda olağanüstü bir potansiyel taşımaktadır. İşçilerin iklim taleplerini, 8 saatlik çalışma düzenini ve işsizlik sigortasını benimsedikleri gibi sahiplendiklerini düşünün. Gezegenin çöküşü bugün çok uzakmış gibi görünse de yaşanabilir bir dünyanın en önemli çalışma şartımız olduğu yalın bir gerçektir.

Pandemiyle birlikte, öncelikler listesinde ilk sıraya yükselen sağlık ve güvenlik önlemlerine olan ihtiyaç, artık çoğu işçi tarafından iyice biliniyor. Toplu iş sözleşmelerinde sağlık ve güvenlikle ilgili maddeler ve sendikaların güvenlik komiteleri zaten vardı. İklimle ilgili hava olaylarından doğan ivedi endişeler müzakere için başlangıç noktası sunmaktadır. Örneğin; orman yangını dumanlarına karşı yeterli havalandırma sağlanması gibi, iş yeri koşullarının iyileştirilmesi talepleri öne sürülebilir. Daha kapsamlı sorunlar için de bağlantı kurmak kolaydır: Gaz ile ısıtılan herhangi bir iş yeri daha fazla orman yangınına ve hava kirliliği riskine yol açan sera gazı yaymaktadır.

  1. İklimle İlgili Hava Olaylarını, Örgütlenme Fırsatı Olarak Kullanmak

Naomi Klein’in The Shock Doctrine: The Rise of Disaster Capitalizm [Şok Doktrini: Afet Kapitalizminin Yükselişi] kitabında yazdığı gibi, egemen sınıf neoliberal reformların yapılması için sürekli olarak krizi saptırır. Örneğin; kamu okullarının zarar görmesi pahasına Katrina Kasırgası New Orleans’da yarı özerk/sözleşmeli okul sisteminin [charter school] yaygınlaştırılması için bahane edildi. İklim aktivistleri, afetin evlerimize ve topluluklarımıza girdiği zamanları, değişim iradesini harekete geçirmek amacıyla kullanmalıdır. Örneğin; Sandy Kasırgası işçi ve iklim hakkında ciddi bir müzakerenin yapılması için 12 sendikayı New York Eyaleti’nde bir araya getirdi. Rüzgâr enerjisine geçiş kampanyasında önemli kazanımlar elde etmesinin yanı sıra, binlerce yeni iş olanağı yaratan Climate Jobs New York [New York İklim İşleri] adında güçlü bir koalisyonla sonuçlandı. Şimdilerde asgari çalışma standartları ile yeni iklim altyapısı çalışmalarına geçiş programı için baskı yapmayı sürdürüyor.

  1. İklim İçin Pazarlık Yapmak

Tüm bu fikirleri bir araya getirmek, somut iklim talepleri geliştirmek ve onları müzakere stratejilerimizin parçası haline getirmek anlamına gelir. Geleneksel sendikalardaki işçiler, bazı taleplerde bulunma ve elde etme konusunda müzakere stratejilerine zaten sahiptir. İşçi liderleri, iklim politikalarının belirlendiği masalarda yer almak için her zamankinden daha fazla sesini çıkarırken, sıradan üyeler de gelecek on yıl içinde iklimi pazarlığın merkezine koymak için tabandan örgütlenme fırsatına sahip. 8 saatlik çalışma düzeni kazanımı gibi, tarih boyunca yaşam koşullarını iyileştiren en önemli kazanımları elde eden işçiler, şimdi de sağlıklı bir gezegen için aralıksız bir mücadelenin merkezi figürleri olabilir.

KAZANMAK İÇİN İHTİYACIMIZ OLANLAR

Fosil yakıt endüstrisinin gücünü küçümsememeliyiz ve savaşacağımız güç hakkında gerçekçi olmalıyız. Küresel bir tepki olmadan, bu yıkıcı küresel ısınmayı engelleyemeyeceğiz. Dünya çapında kitlesel ve işçi merkezli iklim hareketinin kilit noktası dayanışmadır. İklim adaletinde, “adaleti” ciddiye almak; ırk, toplumsal cinsiyet ve ulusal kimlik üzerinden ayrıştırma taktiklerinin tuzağına düşmemek gerekir.

Irk ve toplumsal cinsiyet adaleti analizleri, işçi hareketinin iklim taleplerini şekillendirmelidir. Örneğin; yeniden güçlendirme çalışmaları ilk önce bakımsız binaları olan topluluklar için yapılmalıdır. Bu güçlendirme çalışmalarının masrafları tamamıyla karşılanmalı; nakit para teşvikleri [cash back incentives] gibi tekliflere bel bağlanmamalıdır. İş olanağı sağlama talepleri; çoğu erkek fosil yakıt işçilerini yenilebilir enerji işlerine geçirmekle sınırlandırılmamalı, bütün topluluklarda toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması için koşullar ve önlemler içermelidir. Yerlilerin topraklarını korumaya ve egemenliklerine saygı göstermeye öncelik verilmelidir. Bu da hem Land Back’in taleplerine destek olmayı hem de devredilmemiş veya anlaşma ile devredilmiş yerli toprakları etkileyecek herhangi bir konuda yerli halkların öncelikli, özgür ve bilgilendirilmiş rızasını temel alan ilkeleri zorunlu kılar.

İklimin sınırı yoktur, dolayısıyla mücadelemiz de uluslararası olmalıdır. Küresel Kuzey’deki örgütlü emek hareketi hedeflerini belirlerken; zengin, endüstrileşmiş ülkelerin, iklim değişikliğinde en az sorumluluğu olan ama erken sonuçlarından etkilenen kitlelere borçlarını kabul eden zaman çizelgeleri ve yol haritaları belirlemelidir. Sendikalar, ortak talepler etrafında çeşitli ittifaklar kurmalıdır. İşçilerin de ortak hedefleri her yerde dile getirmek için tüm toplulukların kolektif çıkarlarına dair bir kavrayışa ihtiyacı olacak.

20. yüzyılın tarihi, şirketleşmiş çıkarlar karşısında örgütlü işçilerin baskı yapma kapasitesinin inanılmaz gücünü ve somut kazanımlarını gözler önüne seriyor. Hafta sonu, ebeveynlik izni, emeklilik gibi bütün kazanımlar, mücadele eden işçiler tarafından elde edildi. Unutmamak gerekir ki iş sigortası, evrensel sağlık hizmeti ve parasız kamusal eğitimi de emek hareketi kazandı. Bunlar sadece mücadele eden işçilerin ve sendikaların değil; bütün toplumun yararına olan ilerlemelerdir.

İklim felaketiyle mücadelede başarılı olmak istiyorsak, emek hareketi tercihe bağlı veya tamamlayıcı bir müttefik olmayacak. İşçiler, mücadeleyi kazanmak için gereken büyük gücü yaratmak konusunda kilit bir rol oynayacak.

Çeviren: Nuray Turan

Editör: İrem Az

*Yazının İngilizce orijinali 7 Aralık 2021 tarihinde Midnight Sun’da yayımlanmıştır: Power, Workers, and the Fight for Climate Justice

[i] Arıkan, Burcu. 2022. “BM’nin IPCC raporu iklim değişikliğine dair ne demiyor?” e-komite, 22 Mart. https://e-komite.com/2022/bmnin-ipcc-raporu-iklim-degisikligine-dair-ne-demiyor/.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler