spot_img
spot_img
Ana SayfaYazıEkşi Sözlük’te Grev: Üreten de Tüketen de Biziz, Siz Kimsiniz? - Hakan...

Ekşi Sözlük’te Grev: Üreten de Tüketen de Biziz, Siz Kimsiniz? – Hakan Sipahioğlu

Türkiye’nin nevi şahsına münhasır sosyal medya platformu Ekşi Sözlük, geçtiğimiz 28 Şubat’ta başlayıp halen kısmen devam eden geniş çaplı bir eyleme sahne oldu. Türkiye bir yana, küresel internet kültüründe dahi pek de rastlanmayan türden bu eylemde bir sosyal mecranın üyeleri o mecrayı kullanmayı bırakmanın ötesine geçerek, daha önceden üretmiş oldukları içerikleri imha ettiler: Son rakama göre bin üç yüzün üzerinde kullanıcı bir milyondan fazla içerik sildi. Söz konusu eylem Google, Facebook ve Youtube’dan sonra Türkiye’de en çok ziyaret edilen web sitesi (yani Twitter’dan bile daha popüler) olan Ekşi Sözlük’te gerçekleşince kendine ülke gündeminde de yer bulmuş olması şaşırtıcı sayılmaz.

İlgili haber içerikleri eylemin yüzeydeki sebep ve sonuçları hakkında fikir veriyor gibi görünebileceği gibi, yine Ekşi Sözlük’te 2011 yılında da benzer bir olay yaşandığı da hatırlara gelebilir. Söz konusu olay önceleri sansür karşıtı bir çizgi izleyen Ekşi Sözlük’ün savcılık talebi üzerine kullanıcılarının bilgilerini teslim etmesi ve bu kullanıcılara kendi avukatlarından tahsis etmemesi üzerine yaşanan kısa süreli bir “içerik sağlamama” eylemiydi.

Ne var ki bu kez konunun 2011’dekine benzer biçimde bir “sanal boykot”tan fazlası olduğunu düşünmemize neden olacak birden fazla husus var. Ancak biraz geriden alalım:

Televizyon, gazete, radyo gibi  “geleneksel” endüstriyel medyanın, ücretli çalışanlarca üretilen belirli bir içeriği müşterilere satar veya ücretsiz sunarken, esas gelir kaynağının bu müşterileri de reklam verenlere satmak olduğu bilinen bir durumdur. Müşteriler, elbette reklama maruz kalmaktan hoşlanmasalar da[1. Elbette özel olarak reklam izlemekten de hoşlanan birtakım insanlara rastlanmaktadır.] medyanın ücretsiz/ucuz olması adına reklamın varlığını çoğunlukla tolare eder/görmezden gelirler.

Bu medya tipinde nasıl bir içerik üretiminin gerçekleşeceğini medya patronu, reklam verenler, medya çalışanları ve tüketiciler arasındaki müzakere; bir başka deyişle pazar durumunun ve sınıf mücadelesinin verili durumu belirler. Piyasadaki rekabet koşulları, ilgili hukuki mevzuat, çalışanların örgütlülüğü gibi faktörlerin değişimine göre içeriğin niteliği de değişir.

Oysa sosyal medyada durum daha karışıktır: Burada içeriği üretenler ve tüketenler büyük ölçüde iç içe geçmiş durumdadır. Sanal platformlar, yalnızca yer sağlamakla yetinerek içerik üretimini bu kitleye bırakır ve kendilerine özgü çeşitli fonksiyonlarla (oylama, sınırlı üyelik, tavsiye algoritmaları vb.) içerik kalitesini regüle ederek barındırdıkları içeriğe talep oluşmasını da garantiye almaya çalışırlar. Böylece üretici ve tüketicisiyle bütün bu kitleyi reklamcılara satma[2. Konuyu dallandırıp budaklandırmamak adına kullanıcı davranışlarına dair bilgi veren “metaverilerin” de satılması gibi hususlara girmiyorum.] şeklindeki gelir modelini sürdürürler. Kitle, çoğunlukla kendisine sağladığı (ister ücretsiz iletişim avantajı, ister veri depolayacak bellek veya “internet ünlüsü” olma fırsatı olsun) avantajlar dolayısıyla ayrıca bu gelirden de bir pay talep etmez.

Ekşi Sözlük’ün kurucusu Sedat Kapanoğlu’nun vaktiyle Nuriye Akman’a verdiği röportajdan şu kesit konunun şu ana kadar anlatılan karmaşıklığına ışık tutuyor[3. http://www.nuriyeakman.com/node/2151]:

“N.A.: Sözlük yazarlarının günün birinde reklam gelirinden pay alması diye bir proje var mı?

S.K.: Bu çok güzel bir problem. Üstünde düşünülmesi çok vakit alan bir problem. Çok fazla parametresi var ama pek çok yerde duvara çarpıyoruz. Gelirlerin paylaşımı üzerine pek çok alt fikir üretildi. Nasıl paylaşılır? Çünkü insanlar sözlüğe para için yazmıyorlar. Para verdiğimiz zaman motivasyonun paraya dönüşmesi riski var. Para için yazma riski var.

N.A.: Burada 26 bin yazardan bahsediyoruz tabii…

S.K.: Aylık 26 bin lira geliriniz varsa herkese bir lira pay düşüyor. O insanın o ay boyunca yazdıklarının karşılığı olabilir mi? 26 bin insandan biri yüz tane yazmış, biri bir tane yazmış. Ama yüz tane yazan sadece plaka numaralarını yazmış. Bir tane yazan o günün sosyo-politik yapısını eleştiren çok derin bir yazı yazmış. Bunu değerleme ve aralıklandırma bazında çok ciddi sıkıntımız var.

N.A.: Ekşi Sözlük yazarları Ekşi gelirlerinin ne kadarını hak ediyor?

S.K.: Bu ciddi bir soru tabii. Artı, şöyle yan açılımları var. Bir yazar tek başına ne kadar değer ifade ediyor? O yazarın Ekşi Sözlük içindeki varlığı ne kadar değer ifade ediyor? Paylaşım konularında bu karmaşık parametreler yüzünden sıkıntı olduğunu düşünüyorum. Yani hakkaniyetli bir paylaşıma da gidemezseniz yaptığınız şey bugüne kadar kurduklarınızı da yok edebilir.

N.A.: Ama bu durumda da kazanan sadece siz oluyorsunuz. Herkes sizin bu çılgın projenize hizmet ediyor…

S.K.: Öyle mi? Şimdi Ekşi Sözlük’ten kazanımın para olduğunu düşünürseniz tek başına evet. Ama Ekşi Sözlük’te eğer bir yazarın para dışında kazandığı bir şey olmasaydı o insanları Ekşi Sözlük’te görmezdiniz zaten.

N.A.: Yani onlara böyle bir manevi tatmin verdiğinizi düşünmeniz, sizi bu geliri paylaşma meselesini çözmede gevşek mi bırakıyor?

S.A.: Ben bu problemi askıya almış ya da yokmuş farz ediyor değilim. Bu problemin sözlükte tartışılmasını özellikle destekliyorum. Hiç önüne geçmeye de çalışmadım. Daha önce bana birkaç kez soruldu bu konuyla ilgili görüşlerim. Ve şöyle alternatif çözümler üretildi. Mesela bir vakıf kurulsun, Ekşi teknolojinin gelirlerinin bir kısmı bu vakfa bağışlansın. Bu vakfı da Ekşi Sözlük yazarları sahiplensin. Burada da yine mecranın büyüklüğünden dolayı bir merkezileşme problemi çekiyoruz. Yani 26 bin yazar. Bunların bir kısmı yurtdışında. Siz bu vakfın başına kimi getireceksiniz? Bu konuda bir tercih yaptığınız anda başka tercihleri elemiş, başka insanların haklarına el koymuş oluyorsunuz.”

Görüldüğü üzere, sosyal medyanın karmaşıklığı; burada üretilen içeriğin (yani emeğin) ücretlendirilmesine yönelik bir model önerememekle, bu da sermaye sahibinin bu karmaşıklığı rahatlıkla kendi lehine yorumlayarak hiçbir ücret ödememeye mazeret üretebilmesiyle sonuçlanıyor.

Bu nedenle üreticiler ancak ve ancak, aradıkları avantajın daha fazla ya da ödedikleri bedelin (maruz kalınan reklam veya başka rahatsız edici içerik) daha az olduğu muadillere geçiş yapma gibi “rasyonel tüketim davranışları” sergileme haklarını saklı tutabilir.

28 Şubat’ta başlayan Ekşi Sözlük grevinin de tam da bu noktada, Ekşi Sözlük şirketinin yeni bir gelir kalemi olarak tasarladığı “Ekşi Şeyler” sitesinin yayına girmesiyle alevlenmesi şaşırtıcı değil.

Ekşi Şeyler, Ekşi Sözlük’teki kaliteli içeriği üreticilerine danışılmadan ve farklı bir formda (ve üstelik, gerektiğinde içeriğe müdahale de edilerek) sunarak Onedio’nun (ki en çok ziyaret edilen siteler sıralamasında Ekşi Sözlük’ün hemen ardından gelmektedir) pazarına göz dikti. Ancak bu noktada artık Ekşi Sözlük yazarları üretmenin ve tüketmenin avantajları karşılığında reklamcılara satılmanın ötesinde kendilerine hiçbir avantaj sağlamayan bir ek gelir kaleminin nesnesi haline gelmiş oldu. Bir başka deyişle, değer ürettiklerinin zaten farkında olan Ekşi Sözlük yazarları, ayrıca içeriklerine el konulmasını ve müdahale edilmesini de (“üretimlerine yabancılaşmayı” da diyebiliriz) tecrübe ederek işçileşmenin bizzat kendisiyle yüzleşti.

Kitlesel biçimde profil resmi değiştirme, e-imza kampanyaları düzenleme, e-posta yağdırma tipi sanal eylemlerin oldukça yoğunlaştığı ancak pek bir işe yaramamaları dolayısıyla alaylı biçimde “slacktivism” (tembel aktivizm) olarak adlandırıldığı günümüzde Ekşi Sözlük’teki bu sömürü adımının derhal bir eylemlilikle karşılanması ve sözlük yönetiminin geri adımıyla sonuçlanması; sanal dünyanın reel sonuçlara gebe eylemlerin de mecrası olabileceğini göstermesi açısından dikkat çekici. Bu reel sonuçlara ulaşmak için “beğen butonu”na değil, halen ve ısrarla üretimden gelen güce güvenilmesi gerektiğini göstermesi de.

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler