spot_img
spot_img
Ana SayfaSeçtiklerimizCumhuriyetçilerin, solun işçilerle imtihanı -Başaran Aksu

Cumhuriyetçilerin, solun işçilerle imtihanı -Başaran Aksu

Bir önceki yazıda sermayenin kendi örgütleri, siyasal islam, ülkücüler, güvenlik aygıtları, mafya, sarı ve bürokrat sendikalar eliyle işçileri nasıl kuşattığını anlatmıştım. Yazıya işçi arkadaşlardan çok sayıda yanıt geldi. Peki ahtapot gibi her yönden kuşatılmış olan işçilerin kendi iradelerini yansıtabilecekleri yolları açma iddiasını taşıyan sol hareketin ve sendikaların durumu gerçekte nedir?

29 Ekim dolayısıyla Cumhuriyet’in kuruluşunun 94. yıldönümü kutlanıyor. Peki Cumhuriyetçiler işçi sınıfına tam olarak ne söylüyor? İşçiler için ne türden tutumlar geliştiriyorlar? İşçilerin kurtuluşunu sahiden önemsiyorlar mı? Cumhuriyetçiler derken kuşkusuz geniş bir yelpazeden söz ediyoruz. Sözcü, Aydınlık, Cumhuriyet, BirGün, Evrensel okurlarından ya da sosyalist dergileri takip edenlerden ya da sosyal medya mecralarında değişik versiyonlarıyla cumhuriyete sahip çıkan geniş kesimlerin işçilere dönük politik tutumlarından söz ediyoruz.

Başlayalım öyleyse. CHP, Emek Büroları kurarak kendisinden beklenilmeyen bir adım attı. Peki bu büroların sendikal bürokrasiyi dönüştürmeye dair bir stratejisi var mıdır? Sendikalarda mali şeffaflığı sağlamaya dair önerdiği ilkeler söz konusu mudur? Emek bürolarının, işçi ve kamu çalışanları konfederasyonlarındaki astronomik ücret ve sınırsız harcama yetkileri, yüksek hizmet bedelleri, huzur haklarıyla ilgili meclis araştırma önergesi vermesi mümkün müdür? Bunun önünde bir engel söz konusu mudur? Kendilerinin diyalog sürdürdüğü benzer tutumlar içinde olan sendika baronlarına yönelik herkesin görebileceği eleştirileri var mıdır? Belediyelerinde örgütlü olan sendikaların bu yöndeki uygulamaları konusunda bir fikre sahip midirler? Mesela, Kadıköy Belediyesi çalışanlarınca paylaşılan sendikal yolsuzluk belgeleriyle ilgili bir araştırma yapmışlar mıdır? Belediyelerinde örgütlü sendikaların -tıpkı AKP/MHP belediyelerinde örgütlü sarı sendikaların yaptığı gibi- belediye başkanlarıyla (yani işverenleriyle) oldukça ahenkli tavırlar içinde olmalarının -her iki taraf parti üyesi olsa bile- hiç mi sorunlu bir yanı yoktur? Toplu iş katliamları dışında, her gün yaşanan iş cinayetlerinin önlenmesine dönük bir eylem stratejisi var mı? Yine bu iş cinayetlerinde ölen yaralanan işçilerin cenazelerine katılmak, yakınlarıyla dayanışmak, ailelerini ziyaret etmek gibi olumlu bir gelenek oluşturma stratejisi söz konusu mudur?

Aydınlık gazetesinin köşecileri geçtiğimiz ay Hava-İş Sendikası’ında AKP’li yöneticilerce organize edilen büyük soygunla ilgili belgelere dayanan haberler yaptılar. Haberi yaparken Hava-İş Sendikası’ın Atatürkçü eski genel başkanına övgüler düzdüler. Söz konusu genel başkanın sendikal pratikleri ilgili olumlu olmayan görüşlerimizi daha önce yazdığımız için burada bu konuya girmeyeceğim. Aydınlık için sendikalardaki yolsuzluğu yapan eğer AKP’liyse haber konusudur. HDP’li ya da CHP’de yıkmak, zayıflatmak istedikleri bir kanatla ilişkiliyse de haber konusu olabilir. Mesela sermaye ve devletçe işçi sınıfı hareketini omurgasından kavramakla görevlendirilen Türk-Metal’in üstüne gidilmez asla. Soma’da 301 işçinin öldürüldüğü katliamda doğrudan sorumluluğu olan Türkiye Maden İş’le ilgili tek bir eleştiriye rastlamazsınız. İşçilerin sendikaya yüklendiği bir momentte onlar işçi öncüsü avına çıkıp onlara sendikanın aidat birikiminden söz edip ve sendika yöneticiliği hayali kurdurarak, o işçileri sendika bürokrasisine yedekleme faaliyeti yürütüyorlardı. Mesele astronomik sendikacı maaşı ve harcamaları değildir onlar için, kendi elemanlarının bu maaşı alıp almadığıdır. Ya da kontgerillanın bir kanadından kendilerinin içinde olduğu kanada aktarılması meselesidir sendika yöneticiliklerinin.
Sendikalarda soygun ve hırsızlık pratikleri AKP ile başlamadığı gibi Vatan Partisi iktidar olunca da bitecek bir olgu değildir. Bu kafa, işçi aidatlarına kendi teşkilatının çökmesini isteyen ve muhalefeti sadece bu amaçla yürüten bir kafadır. İşçilerle işleri sadece yeni bürokrat devşirme üzerinedir. Akşam sabah sendikal bürokrasiyle oturup kalkarlar ve Atatürkçü olup hali hazırda görevde olan sendika baronlarına methiyeler düzerler tefrikalarla. Bir kısım sol çevre açısından halen muteber şahsiyet hüviyetini koruyan meziyetli sendika bürokratı Yıldırım Koç Aydınlık’ın bu siyasetini neredeyse kırk yıldır yönetmektedir. Yıllardır her açıdan nemalandığı Türk-İş’le yaşadığı “derin” ayrılıktan sonra ancak hırsızlıktan söz etmeye başlamış etiğe sahip bir zattır kendisi. Yani siyasi pragmatizmle kişisel hırsların el ele gittiği bir siyasal yönelimi vardır. Diyeceksiniz ki neden Aydınlık’tan söz ediyorsun. En rezil örnekten söz edeyim ki bizim tarafta olan büyük küçük benzer yordamlara sahip dostlar kendilerine belki çeki düzen verir.

Bizim cenahın büyük kesiminin sendikalarla ilişkisi genelde sendikal bürokrasiyle ilişkidir. Ülkenin önemli siyasal gündemlerine ya da emekle ilgili eylemlerde bürokrasinin önde gelen şahsiyetleriyle birlikte olmak, onların desteğini almak ya da onların önden yürümesini sağlayıp arkalarından yürümek, kongrelerine davet bekleyip gelince gidip orada siyaset adına selam vermek birkaç laf etmek vs. Kendi kongre ve toplantılarına bürokrasi temsilcilerinin katılmasını ağırlık olarak görmek, önemsenmenin, siyaset gücünün, takdirinin ölçütü saymak, çıkarılan dergilerin, kitapların basım ve satışı için küçük katkılar talep etmek, etkinlikler için salon talep etmek ya da mali katkı istemek, ortak imza gerektiren metinler altına onların da imzalarını koyabilmek gibi siyasi ihtiyaçlar üzerinden şekilleniyor. Mesela DİSK’in bir sendikasının büroktatları DİSK tepe bürokrasinin planlamasıyla sendikada etkinlik gösteren iki sol yapıya mensup yönetici ve üyeleri tasfiye ediyor. Ancak bu tasfiyeyi yaparken yanına yeni müttefik başka iki yapı bulabiliyor. Yine başka bir sendikasında tepe bürokrasisi uydulaştırmak üzere tasfiye operasyonu çekerken bir sol yapıyı kullanıyor, başka bir sol yapı da hazır sendikaya çökülürken yeni yönetime bir mensubunu sokuşturma uğraşı içinde olabiliyor. Bir diğer yapı sarı sendikalara kendi insanlarını uzman olarak yerleştirmek karşılığında, o sendikanın rezil pratiklerinde haber değeri görmeyebiliyor. DİSK’te iki sendika yönetimini kontrol altında tutup başka yerlerde kendi mensuplarının yaptığı dalaverelerin bir benzeri kontrol edemediği sendikalarda kendi mensuplarının başına gelince ortalığı velveleye verebiliyor. Solun işçilerle ilişkilenme düzeylerinin zayıflaması ile bürokrasiye mahkûm olması, onun dümen suyuna girmesi doğru orantılıdır. Siyasetlere bu anlamda sendika bürokrasisi yön veriyor. Tersi değil. Çünkü hem mali güce sahipler, hem istihdam olanaklarına sahipler. Siyasetin bağımsız olması gereken medya gücünü bağış, katkı ve “dayanışmalarla” bağımlı hale getirebiliyorlar. Yönetimlerde ya da uzmanlıklarda karar sayısını etkilemeyecek temsiliyet olanakları da açılıyor böylesi ilkesizliklere kapısını bir parça açık tutan siyasetlere.. Gönüllü aidat dışında parası, geliri olmayan Emekli-Sen’deki koltuk savaşları içerisinde olan, Veli Baysülen gibi biri yıllardır koruduğu başkanlık makamı için kaç siyasetle kaç ittifak yapmış, her ittifakı bozup bir kesimi harcamaya kalkınca yanında mutlaka kapısında onunla gönüllü ilkesiz birlik olacak başka siyasetler bulabilmiştir. Emekli hareketinde bölünmelerin, etkisizliğin doğrudan sorumlusu olan bu zatın bürokratik başarısının öyküsünde bizim solun ilkesizlik bilançosunun önemli bir kesitini okuyabiliriz.

Ne zaman madenlerde işçiler iş cinayetlerinde öldürülse DİSK’in çantacı sendikasının yöneticisi gider kamuoyuna orada yaşanan vahşetle ilgi vicdanlara seslenen açıklamalar yapar. En son Şırnak örneğinde yaşadık. Kimse bu çantacıya “kardeşim kırk yıldır o koltuktasın ne üyen var, ne direnişin var, ne toplu sözleşmen var” diye soru sormaz. Üstüne üstlük sınıfa karşı bu sorumsuzluk tepe bürokrasisi tarafından ödüllendirilir ve özel statü ile Ankara’ya vasi tayin edilir. Yine Bağımsız-Sen gibi olumlu bir sendikal arayışı sarı sendikacılığın rezil pratiklerinin duayenlerinden Kazım Doğan’ın sendikası Tekstil-İş’e taşıyan akıl ve izan tutulmasını bu hususta ayrıca vurgulamak önemlidir.

Son bir aydır Tez Koop-İş’ten, Tes-İş’ten, Genel-İş’ten, Liman-İş’ten muhalefet etme cüreti gösteren işçilerin işveren-sendika işbirliği halinde tasfiyesi ile ilgili yazılar ulaştırılıyor, okuyoruz. Yine Birleşik Metal’le ilgili işyerinde yönetime muhalif diye bir kadın işçinin atıldığı iddiasını, aynı sendikanın Bursa örgütlenmesinde aktif bir işçinin sendika disiplin kurulu aracılığıyla ihraç edildiği bilgisi paylaşıldı kamuoyuyla. (Bu son örnek hakkında önemli bir demokratik geleneği de olduğunu bildiğimiz BMİS’in bu iddiaları tüm açıklığıyla kamuoyuna ifade etmesinde yarar var. Yarar var, çünkü BMİS, zorlu MESS sürecinde daha birleşik, kapsayıcı bir tutumun taşıyıcısı olmak durumunda). Yine Güvenlik-Sen’de Disiplin Kurulu’nun Genel Başkan dahil üç yöneticiyi ihbarcılık ve hırsızlıktan ihraç etmesine, kalan yöneticilerin ise ihraç edilen üç yöneticiyi yolsuzluktan savcılığa şikayet etmesine rağmen DİSK tepe bürokatlarından Kani Beko ve konfederasyona bağlı sendikalara çökme işlerinin kompetanı Cafer Konca’nın sendika hukuku, konfederasyon hukuku ve dillerinden düşmeyen meşhur DİSK ilkelerini ayakları altına alarak bu düşkün üçlüyü himaye ettiğine şahitlik ediyoruz. Yine DİSK merkez yönetim ittifakı içinde de yer alan Lastik-İş’in işyeri temsilciliklerini seçim yerine atama yoluyla belirlemekte ısrar etmesi DİSK yönetiminin bu konuda da tıpkı diğer konularda olduğu gibi susması gibi gündemler işçilerce paylaşıldı.

Biz kişilerle değil, sendikalara egemen olmuş son tahlilde sermayeci anlayışlarla, tarzlarla ideolojik mücadelenin daha doğru bir yöntem olduğunu düşünüyoruz. Aşağıdan yükselen sorgulayıcı dinamiği her yerde görüyoruz. Özellikle Ocak-Şubat aylarında sonuçlanacak metal toplu sözleşmelerinin üreteceği zorunlu uyuşmazlıkların sonucunda işverenler ve sendika bürokratları açısından zorlu bir süreç başlayacak. İşçiler bu kez Türk-Metal’in vaat ettiği %38’lik zammın tek haneli rakamlara indirilmesine göz yummayacak. Onlardan böyle bir durumu hazmetmeleri istenemeyecek bile. Fırtınayı önceden gören işçilerin her yerde muazzam hazırlıkları söz konusu. Metalden başlayarak tüm iş kollarına yayılacak kasırganın altında ilk kalacakların işverenlerden önce sendika bürokratları olacağı aşikârdır. Teknorot işçilerinin toplu sözleşme satışı sonrası Türk Metal yöneticilerine attığı meydan dayağı başa gelecekler konusunda çok küçük işarettir. Devletin, AKP’nin, işverenlerin, mafyanın, tarikatların, ülkü ocaklarının koruduğu sarı sendikacılar da cumhuriyetçilerin sağı ya da solunca değişik gerekçelerle korunan, kollanan bürokrat sendikacılar da işçilerce kendiliğinden organize edilecek yeni meydan dayaklarından mutlaka nasibini alacaktır.

Not: Soma’da örgütlü olan sarı sendika Türkiye Maden-İş Sendikası iş yeri komitelerinin iş yerlerinde yürüttüğü propaganda karşısında yönetici maaşlarını 30 binden 12.500’e düşürmüş. Ancak başka bir adım atmış, yöneticilere sınırsız harcırah yetkisi getirmiş. Yani her türlü ahlaksız harcamayı işçi aidatlarını yağmalamak için yapma yetkisi verilmiş. Hiçbir iç demokrasisi ve ilkesel siyasal denetimi olmayan bazı bürokrat sendikalarda maaşların düşük olmasına aldanmayalım. Harcırah, temsil ağırlama, basım-yayın, yemek, konaklama ve benzeri kalemler üzerinden yapılan soygunu işçiler görüyor, “hepimiz” görüyoruz. Ancak tepe bürokrasiden birisi telefonla arayıp “ben seni, sizi çok önemsiyorum bir baş başa oturup konuşalım” deyince sessizliğin ilkesiz safına geçtikçe, itiraz ettiği için işinden edilerek tasfiye edilen işçilere sahip çıkmadıkça ya da bu sahip çıkışta bir tutarlılığa sahip olmadıkça bir önceki yazıda tarif ettiğim cendere içinde kuşatılmış olan işçiler neden solu tercih etsin? Başka bir yol var. O birleşik emek yolunu da bir sonraki yazımda anlatacağım..

Vegaste

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler