spot_img
spot_img
Ana SayfaGüncelCorona, patronlar ve diğerleri

Corona, patronlar ve diğerleri

Covid-19 salgınıyla tüm dünya bir travma yaşıyor. Şüphesiz ki bu travma da sınıfsaldır. Ekonomistler, radikal iktisatçılar, siyaset bilimciler, sosyologlar ve psikologlar farklı gelecek tahayyülleri sunuyor ve birçoğu “bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” noktasında buluşuyor. Komünizmin “yeni” imkânlarını tartışanlar da var, doğa ile “savaşı” sonlandırmaya dair dersler çıkaranlar da. Bu pandemi ile normallik inşalarının sarsıntılı bir deprem geçirdiği ve neoliberal kapitalist devletin ölüm rejiminin en azılı liberallerin bile gözünü kaçıramayacağı kadar gözler önüne serildiği ise açık.

Türkiye açıkça patronaj ilişkileriyle birbirine bağlı bir grup patron ve onların rızacılarıyla yönetilmektedir. Bunu Soma Katliamında da, OHAL’i grev yasakları için kullanırlarken de, siyasal iktidar bağlarıyla işyerlerine giren sendikalarla da daha önce gördük. Bugün korona günlerinde gördüğümüzse bu malumun bir kez daha ilanıdır. Evet, kapitalizm ve onun hiç de sosyal devlet kılıklarına girme zahmetine girmeyen Erdoğancı hizipleri işçileri öldürür. Evet, ekonomi bakanı işçilerin gelir kaybına dair birkaç cümle ettikten sonra istihdamın düşmemesi için dehasına yaraşır stratejiler uygular. Evet, “ben açlıktan mı öleyim yoksa koronadan mı?” diyen işçi gözaltına alınır. Ve evet bu devlet gözünde yalnızca çalışmak zorunda olmayan 20 yaş altındaki çocukların yaşam hakkı vardır.  Bunlar için dehşete düşmek için hayatın akışından gayrı bir hakikat algısıyla olağanüstü bir optimizm gerekir. Bu yazının konusuysa sınıfsal bakış açısından yoksun entelektüelleri yerden yere vurmak, yeni bir devlet tahlili yapmak veya kapitalizmin geleceği için kehanetlerde bulunmak değil, zira tekerleği tekrar icat etmeye gerek yok.

Bugün Covid-19 ile beraber dünyada 25, Türkiye’de ise 2 milyon işçinin işsiz kalacağı tahmin ediliyor. Verilere göre Türkiye’de on binlerce işçi şimdiden işsiz kalmış durumda. Peki, işçiler devletin onları “halk” olarak bulandırdığı ve görmezden geldiği bu sahnede resmen katledilirken onların meşru mücadele odakları olan sendikalar ne yapıyor? Çalışma Bakanıyla sıkı dostluğu ve işçilerin işten atılmamasını rica eden Türk-İş’i bir kenara bırakalım. Doğası gereği üye işçileriyle organik bağlar kurarak işyerlerinde bu olağanüstü döneme dair atik örgütlenmeler oluşturarak işçilerin onuru, yaşam hakkı ve parası için mücadele edemez çünkü patronların “keyfi kaçar” ve biliyoruz ki bu Atalay’ın korkulu rüyası. Hak-İş de beri dursun, zira damadın sözü üstüne söz söylerse Arslan’ın üzeri derhal çizilebilir.

Peki ya şuan ki DİSK yönetimi? Kuruluşu, tarihi, mücadelesi işçi iradesine dayanan, en amiyane ifadeyle “bu ülkede devrim olsun isteyenlerce” kurulmuş olan DİSK’i yönetenler? Sendikalı olsun olmasın, hangi sendikaya üye olduğu fark etmeksizin işçiler yaşamlarını kurtarabilmek için kendi yollarını ararken DİSK yönetimi “bu ülkenin emekçilerini gözden çıkardık” diyen 23 Mart Genelgesi’ne dair Türk-İş ve Hak-İş ile beraber sessizliğini korumuştur. Arabuluculuk süreçlerini ve tüm TİS süreçlerini durduran bu genelge süreci bu üç işçi konfederasyonu tarafından bakanlıktan talep edilmiş, AKP ve Bakanlığın yollarını aradığı ihanet sayelerinde hızlıca hayata geçmiştir. Bu bir haftalık sessizlik 30 Mart günü DİSK’in “uyarı” basın açıklamasıyla bozulmuş, bu basın açıklamasında hükümete “48 saat içinde önlem almazsanız örgütlü olduğumuz yerlerde çalışmama hakkımızı kullanacağız” denilerek ültimatom verilmiştir. Aynı gün Türk-İş Hak-İş ve DİSK  öznesi ve faili belirsiz edilgen cümlelere hapsolmuş bir basın açıklamasıyla ittifaklarını perçinlemişlerdir. Hemen ertesi gün 171.428 işçinin üye olduğu  DİSK;  KESK, TMMOB, TTB İle beraber “7 Acil Önlem” açıklamış, bunları sosyal medya hesaplarında paylaşmış, dostlarına haber yaptırmış, belki bir de Bakanlığa fax çekmiştir.

4 Nisan günüyse Türk-İş ve Hak-İş TİSK, MÜSİAD, TÜSİAD, TOBB ve diğer 25  patron kurumuyla  görüşmüş, toplantılar düzenlemiş hükümetin ve patronların işçileri gözünü kırpmadan öldüreceği bugünlerde bu savaştaki tarafını belli etmiştir. Erdoğan 4 Nisan günü sözünü ettiğimiz patronlar kamarası toplantılarında alınan kararları bugün akşam saatlerinde basın açıklamasıyla halk ile paylaşmıştır. Bugün 6 Nisan 2020.  DİSK yönetiminin 6 Nisan tarihli basın açıklamasında ise Çerkezoğlu ültimatomunu geri çekmiş, “48 saat çoktan geçti hani ne yapıyorsunuz?” diye yükselen huzursuz seslere “biz bu taleplerin 48 saat içinde yerine getirilebileceğini söylemek istemiştik” demiştir. Bu cümlenin aksine tüm sosyalist basın ve tüm DİSK yönetimi sosyal medya hesaplarında 30 Mart günü yapılan bu uyarıyı ültimatom olarak algılamış, öyle lanse etmiştir ki bugün düzeltilen bu “yanlış anlaşılmaya” dair 30 Mart ve devamı günlerde herhangi bir düzeltme yapılmamıştır. Aynı basın açıklamasında 88 üye işçisi enfekteyken ve ikisi hayatını kaybetmişken veri topladıklarını, raporlama çalışmaları yaptıklarını, diğer işçi konfederasyonlarıyla “görüştüklerini”, çeşit çeşit kurumlarla ne kadar çok ilişki kurduklarını anlatarak bir tane bile işçinin hayatını kurtarmaya yaramayacak (umarız biz yanılırız) çalışmalarını kıvançla anlatmışlardır. Örgütlü olunan işyerlerinde çalışmama hakkının kullanıldığını iddia etmişlerdir ki bu maalesef yalnızca birkaç metal fabrikası için geçerli.

Bugün Amerika’dan Hindistan’a depo işçilerinden metal işçilerine dünyanın her yerinde işçiler kendilerini koruyacağına güvendikleri devlet ve siyasal odakların onları nasıl “gözden çıkardığına” şahit oluyor ve hızlıca fiili grevler örgütlüyorlar. Bugün köhnemiş ve sırtını devlet, hükümet veya kendi ilişki bağları içinde kurduğu sermaye ve iktidara dayayan sendikalar teker teker çürüyor, hızlıca tarihin çöplüğündeki yerini alıyor. Bugün işçiler birbirlerine yaslandıkları fiili ve meşru mücadelenin yollarını arıyor ve buluyor. Bu sendikalar, işçileri öldüren sistemin sürdürülebilirliğine güvenen, “ufak sıyrıklarla” bugünleri atlatmaya çalışan, neoliberal kapitalist devlet ile işçi sınıfı arasındaki uzlaşmaz çelişki bu kadar su üstüne çıkmışken halen uzlaşı çizgileri arayanlardır. Bir araştırma şirketi gibi raporlama faaliyetlerinize devam edin, bir star gibi demeçler verin ve bir siyasetçi gibi yalnızca kurumlarla muhatap olarak bugünleri geçirmeye çalışın. Eminiz ki işçiler bunları görüyor ve bir kenara not alıyor ve eminiz ki işçiler kendi öz güçlerine ve yaratıcı emeklerine dayanan fiili temsil araçlarını mutlaka tekrar kuracaklar.

Umut-Sen

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler