spot_img
spot_img
Ana SayfaÇeviriClaudia Jones: Komünist ufkun peşinde bir yaşam — Lola Olufemi

Claudia Jones: Komünist ufkun peşinde bir yaşam — Lola Olufemi

Hayatı boyunca komünist kalmış, devrimci şair ve siyah feminist önder Claudia Jones, kolektif kurtuluşa adanmış bir hayat yaşadı. Hayatına dair bildiklerimiz ise fazlasıyla sınırlı. Marika Sherwood’un “Claudia Jones: A Life in Exile” (Lawrence Wishart, 2021) başlıklı kitabının yeni baskısı için feminist araştırmacı Lola Olufemi’nin yazdığı önsözü Umut-Sen Çeviri Kolektifi çevirdi.

Çoğunlukla, devrimci bir yaşam tekdüzelikten azade görülür. Devrimciler, bütünüyle olgunlaşmış görünümlerini keşfettiğimiz herhangi bir sayfada veya ekranda belirirler. Hayatları, tekrar ve tekrar, yaşanabilir bir dünya inşası ve ezilenler için özgürlük talebi üzerine kurulu katı bir siyasi adanmışlığı kanıtlayan gelişmeleri gözler önüne serer. Bu romantikleştirilmiş tablo nedeniyle bizim yaşamımızla onların yaşamları arasındaki uçurum genişler. Onların gerçekten yaşadıklarını hayal etmek zorken, bu türden bir varoluşun hakiki katmanlarını kavramak daha da zorlaşır. Hayalet olarak kalırlar, ya çok erken ya da çok haklı olarak onurlarıyla ölürler.

Onları yeniden bulmak adına politik aidiyetlerini ve arzularını takip edebileceğimiz önemli bir konuşma veya gelişme gibi dönüm noktalarının peşine düşmeye başlarız. Deneyimlerini ve fikirlerini göz önüne alan bu tarihi malzemeyle politik perspektiflerini oluşturabiliriz, ne de olsa arşiv bir hazinedir. Her ne kadar devrimcilerin hayatları hakkında bildiğimizi düşündüğümüz şeyleri, diğer sanatçılar ve siyasetçilerle olan yakın dostluklarına bakarak kurgulayabilsek de hayatları hakkında tahmin yürütmeye devam ederiz. Gizli olan yaşamanın bürokrasisidir: Devrimcilerin nasıl geçindiklerine, kimleri sevdiklerine, nasıl çalıştıklarına, hayat boyu kurdukları ilişkilerin karmaşıklığına ilişkin sorulardır.

Bu bağlamda, Claudia Jones’un itibarı onu aşar. O, Büyük Britanya Komünist Partisi’nin (BBKP) kolonilerdeki kötü koşulları kabul etmekteki başarısızlığına veya sınıfsal bir koşul olarak ırk anlayışını kapitalizm eleştirilerine dahil etmeye yönelik iç içe geçmiş bir kuram geliştirme yetersizliğine meydan okuması nedeniyle, radikal solun 1950-1990 arasına dair anlatılarında kendine yeterince yer bulamadı. Jones, kendini hem tehdit hem de baş belası haline getirdi. İşçi özgürleşmesini vadettiğini iddia eden Komünist Parti’nin siyah işçileri ve özellikle siyah kadın işçileri müttefik olarak tanımayı reddetmesinden memnun değildi.

1980’lerde Buzz Johnson tarafından “yeniden keşfedilmesiyle”, Claudia’nın hayatı hakkında bildiklerimizi derinlikleri kazıyarak öğrenebildik. Arşivciler, McCarthycilik zamanında ABD’den sınırdışı edilmesinin, hapishanedeki yaşamının ve İngiltere’deki siyasi örgütlenmesinin ayrıntılarını gazeteler, siyasi konuşmaları ve dokunduğu kişilerin anıları sayesinde bir araya getirebildi. Yetersiz olsa da Claudia’nın hayatını bir tür arkeolojik kazıyla öğrenmek onun hayat hikayesine denk düştü.  Onu yalnızca başka insanlar üzerinden tanıyabilmemiz anlaşılabilir, sonuçta onunki başkaları için yaşanmış bir hayattı, temel feminist ilke olarak gördüğü kolektif kurtuluş inancının da yansımasıydı.

Elimizde otobiyografisinin yalnızca kırıntıları bulunuyor ama hayatı mücadeleyle geçen herkes gibi, onun da bir gözü hep yarınlardaydı. Sherwood’un Claudia Jones: A Life in Exile [Claudia Jones: Sürgünde bir hayat] kitabında otobiyografisinden geriye kalan kimi sayfalarda yazdığı gibi: “Bu gece, gelecekte hayatın nasıl olacağını düşledim (…) Yarına giden o geniş yol, sarp tepelerle dolu hatta bütünüyle görülemez olsa da insanlığın sosyalist gelecek yolunda doğru olanı yapacağına eminim.” Gerçekten de her şeyden daha çok bundan emindi: “Bu geniş ufka olan inancım, kişisel varlığıma ilişkin inancımdan daha kesindir.”

MECBUREN ENTERNASYONALİST

Jones’un hayatı, onurlu bir varoluşun peşinde komünist ufkun vaadini arayarak geçmiş bir vazifeydi.  Zamanın bu yakasından geriye bakarak soralım, Claudia Jones’u hatırlıyor muyuz?  Hatta belki de şöyle sormalıyız: Hegemonyaya, militarizme, ekonomik eşitsizliğe ve bugün hayatımızı hâlâ şekillendiren ideolojik üstyapının sefaletine karşı direnişlerinde ısrarcı olan Jones’u ve onun mirasından doğan kadınları nasıl hatırlıyoruz?

1949’da yayınlanan “An end to the neglect of the problems of the Negro woman!” [Zenci kadının sorunlarının ihmaline son!] başlıklı incelemesinde Marksist geleneğin ruhuyla “Burjuvazi, siyah kadının militanlığından korkuyor ve korkmakta haklı,” diye yazmıştı. Jones kendi gücünü ve politik bilincinin tehditkâr potansiyelini anlamıştı. Bir komünist olarak konumu kuşkusuz kavgacı ve yabancılaştırıcıydı, yine de bu ruh her zaman siyasi girişimlerinin temelini oluşturdu. Gerçekten de Claudia’nın liderliği, çalışma düzeni ve örgütlenme stratejileri devlet için o kadar tehdit ediciydi ki Claudia defalarca takip edildi, dört kez hapsedildi, nihayet 1955’te ABD Komünist Partisi’yle ilişkilerinden dolayı ABD’den İngiltere’ye sürüldü.

Devrimci bir yaşamı seçmek genellikle kişisel özgürlük ve güvenlikten yana risk almak demektir. Jones’un hapsedilmesi ve diğer siyasi mahkumlarla kurduğu uzun süreli bağlantılar, ilkeli direnişinin sonuçlarını gösterir. Jones’un stratejisi oldukça basitti: İşçinin sömürücü kapitalizm altındaki yerini anlaması için ona gereken araçları vermek. 1936’da Komünist Gençlik Birliği’ne üye olan Jones’un ABD Komünist Partisi’ndeki yılları, siyah işçi kadınların bir yandan kapitalizm altındaki ücret koşullarını diğer yandan da onların parti içindeki konumunu anlamaya yönelik bir çerçeve oluşturmaya çalışmakla geçti. Siyahların “işçi” olarak görülmemelerinin ve sendikal çalışmalardan çoğu zaman dışlanmalarının sebebi olan tarihsel koşulları ifade etmenin bir yolunu buldu.

Jones’un, Marksist-Leninist sömürgecilik kavramlarını (koloniler ve emperyalist merkezdeki kadınlar da dahil olmak üzere siyah işçilerin durumunu açıklamak üzere) genişlettiğini iddia edersek ileri gitmiş olmayız. Irkçılığın kolonyal köklerini de netleştiren antiemperyalist bir ırkçılık analizi geliştirdi. Jones’un anti-emperyalizmi onun özgürleştirici çalışmalarını şekillendirdi. İngiltere’de daha önce sömürgeleştirilmiş halkları örgütlemek için canlı, sınırları olmayan bir politik bilinç oluşturacak çeşitli girişimlere önayak oldu, dünyanın dört bir yanındaki işçilerin nasıl birleşebileceğini anlamaya kararlıydı.

Politik ufkunun geniş doğasına karşın yurttaşlık problemleri hayatında izler bıraktı. Jones’un yeri, ona giriş ve seyahat hakkı veren uluslara göre şekilleniyordu. Enternasyonalist kişiliğinin mecburiyetten oluştuğunu söyleyenler olacaktır, neticede ABD’den zorla sürülmüş, İngiliz hükümetinin pasaportunu reddetmesi sebebiyle de seyahatleri kısıtlanmış biri nasıl herhangi bir ulusa ya da onun değerlerine bağlılık gösterebilirdi ki?

Enternasyonalizme bağlılığının yanı sıra işçi mücadelesinin, emperyalizme karşı mücadeleye eklemlenerek özgürlük vizyonu oluşturması için Büyük Britanya Komünist Partisi’nde ısrarcı oldu. Vauxhall ve Tulse Hill’i temsilen katıldığı 1957’deki BBKP’nin 25. kongresinde şunu vurgulayacaktı: “Kolonyal ülkelerdeki ve özellikle İngiltere’deki renkli halklar, Parti Kongresi’nin mevcut ekonomik durumda kendilerinin karşılaştıkları özel sorunları çözmek için hangi politikayı geliştirdiğini bilmek isteyeceklerdir, sonuçta hem Britanya işçi sınıfını hem de kolonileri sömüren Britanya’daki tekelci kapitalistlerdir.”

Yoldaşları kolonileri geri kalmış olarak damgaladığında, şöyle karşı çıkmıştı: “Çin’in ve Çarlık Rusyası’nın ‘geri kalmış’ halkları, eksi köhne rejimi atan ilk halklar olarak gelişkin ideolojileriyle yola devam ederken, teknik olarak ‘pek gelişkin’ Batı’da burjuva demokrasilerinin halkları geri kalmış emperyalist ideoloji içinde çamura batmış hâlde bekliyorlar. Mısır’dan Gana’ya geri kalmış Afrika ve Asya uluslarının mücadeleleri antiemperyalist mücadele ideolojisine öncülük ediyor.”

Claudia Birleşik Krallık’ta Komünist Parti’nin bazı klikleri tarafından azarlanırken, adı tüm dünyada biliniyordu. Mücadele onu SSCB’ye, Çin’e götürdü; Gana’da, Güney Afrika’da ve Afrika kıtasında yoldaşları vardı. Ölümünden sonra Çin Barış Komitesi’nden Tang Ming Chao, “Yoldaş Jones bir proleter enternasyonalistiydi.  Hayatı boyunca devrimci ve militan bir savaşçıydı,” diye yazmıştı. Sovyet Kadın Komitesi ise onu “ulusların arasındaki barış ve dostluğun, en parlak utkuların peşinde koşan yorulmaz savaşçı” olarak anmıştı.  Yankısı ve izi her yere değmişti.

KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA

Biyografilerinde Jones’un politik kararlılığını küçümseme eğilimi var, onu yalnızca “karnavalın annesi” olarak hatırlamak haksızlık olur. Varlığının ve hatırasının etkisi geniş, açık olan şu ki Jones sayısız insana dokundu. Bunu yaparken insanların kendileri ve başkaları için talep edebileceklerinin sınırları konusundaki anlayışını değiştirdi. Arkadaşları onu bir problemi yalıtma, damıtma ve sonra açıklama yeteneğine sahip bir hatip olarak biliyorlardı. Trinidadlı aktris Corinne Skinner-Carter’a göre “İnsanların asla yapılamaz diye düşündüklerini çıkarıyor” ve onları herkes tarafından anlaşılabilecek şekilde çerçeveliyordu. Kurulmasına yardım ettiği West Indian Gazette‘deki başyazılarının “bir tez veya yasal bir argüman” olmadığını, herkes tarafından anlaşılmasının amaçlandığını ustaca yoldaşlarına hatırlatıyordu.

Claudia, çalışmalarının ve örgütleme yeteneğinin en yapıcı olacağı alanları fark etti, gazeteci olarak bilgi ve becerisini radikalleşme aracı olarak kullanarak stratejik olarak hareket etti. West Indian Gazette’deki yedi yıllık çalışması, belki de yakın tarihte diaspora seferberliği ve siyasi eğitim konusundaki en büyük girişimlerden biridir. Jones’un, bu gazetenin finans ve yazı işlerini, Oswald Mosley tarafından yönetilen Klu Klux Klan faşistlerinden hayatına yönelik tehditlerin süreklileştiği bir ortamda yönettiğini hatırlamak önemlidir.

1958’de BBKP çıkmaza girince Jones gözünü renk ayrımcılığına karşı örgütlenmeye dikti. 1958’de Notting Hill’deki ırk ayaklanmalarının ve 1959’da Kelso Cochrane’in öldürülmesinin ardından 1962 Göç Yasası’na karşı mücadeleyi üstlenmek için sanatçılar ve topluluk liderleri de dahil olmak üzere yüzlerce kişiyi seferber etti. Paul ve Essie Robeson, Pearl Prescod, A. Manchanda, Elizabeth Gurley-Flynn, Amy Ashwood Garvey, George Lamming, Ben Davis gibi arkadaşları, Martin Luther King, Pablo Picasso ve Mao Zedong gibi kişilerle kısa karşılaşmaları bize onun politik misyonunun çoğulculuğu hakkında bir şeyler anlatıyor.

1959 Kelso Cochrane cenazesi

Claudia Jones, kurtuluş mücadelesinin kalabalıkları gerektiren bir iş olduğunu, içinde neşe, yaratıcılık, müzik ve sanata yer olmayan bir siyasi hayatın eksik olduğunu anlamıştı.  Birçok insanla birlikte organize ettiği İngiltere’nin ilk Karayip karnavalı, Karayip topluluğuna ve hala gelişmekte olan siyah kültüre olan sevgisinin bir uzantısı olarak anlaşılmalıdır.

Claudia’nın Karayip Karnavalı Komitesi, 1950’lerin sonundaki ayaklanmalara tepki olarak başladı, karnaval gelirinin bir kısmı siyah gençlere polis tacizi sonucu verilen para cezalarının ödenmesine harcandı. Çağdaş siyasi hareketlerin, onun devlet şiddetine gösterdiği yaratıcı tepkilerden ve savaş sonrası Britanya’nın tekinsiz koşullarına rağmen siyahların yaşamını geçici de olsa sürdürebileceği bir alana dönüştürme yeteneğinden öğreneceği çok şey var.

Notting Hill Carnaval (Karayip Karnavalı) – 1959

Jones nadiren sanatçı kimliğiyle hatırlanır. Siyasi pratiği belki de herhangi bir konuşmasından veya günlük notlarından daha çok şiirinde yaşar. Halkların kardeşliğine ve onların birbirlerini sevme, koruma ve sağlama yeteneklerine olan inancını en iyi şekilde yansıtan şiirleridir. Porto Rikolu yurtsever Blanca Canales’e “For Consuela, Anti-facista” başlıklı yayınlanmamış şiirinde şöyle seslenmişti:

Bizi birbirimize bağlayan kasıtlı tercihlerden

Önce tanıyordum sanki seni

Bizim gibi aynı göğün altına bırakılıp

Aynı kalıba dökülenler

Eskiden beri hedefleri oldu

1964’te Pekin uçağındayken şöyle yazmıştı:

Dönüştür insanın fikrini,

Feodal burjuvazinin ve kapitalist ülkülerin

Yüzyıllarca sürmüş çürümesine karşı.

Cesaretini berraklığınla birleştirip,

Düşmana taviz verecek sahte önderlere karşı

Bırakma kavganı.

Bunlar, Zafer’in öncülleri.

Claudia’nın şiiri, bizi sömüren, ezen ve kısıtlayan yapıları isimlendirmek sonra da yok etmek için radikal bir çağrıdır. Siyah feminist yazar Toni Cade Bambara gibi, sanatçının rolünün devrimi her ne pahasına olursa olsun karşı konulmaz kılmak olduğunu anlamıştı.  Şiir, onun için özgürleştirici arzusunu bileyeceği, politik tahayyülün dokunaklı âleminde özgürlüğün nasıl hissettirebileceğini ifade edeceği başka bir arenaydı. Arkadaşları arasında oyuncular, sanatçılar ve yazarlar vardı, birçoğu onun siyasi disiplinine karşı ihtiyatlı da olsa sanat ile özgürlük arasında, işçi ile üretim araçları arasında, ırk, cinsiyet ve sınıf arasındaki biçim değiştiren ve görünürleşen bağlantıları dönüştürme becerisine ilgi duyuyordu.

MÜCADELEYE ADANMIŞ BİR HAYAT

Claudia Jones: A Life in Exile, Claudia’nın hayatına yeni bir yaklaşım getiriyor. Kitap, Jones’un Birleşik Krallık’taki hayatının boşluklarla dolu anılarından oluşuyor. Kitapta boşluklar, eksiklikler, tartışmalı arşiv kayıtları ve henüz keşfedilmemiş yönlerine dair ipuçları var. Tüm bunlar Claudia’nın tuhaf büyüsünü, tek bir vücutta birçok hayat yaşayabildiğini gösteriyor. Mekân ve eylem açısından bakıldığında, kitap biyografinin ötesine geçiyor, bunun yerine Jones’un politik faaliyetinin ruh halini ve başkalarıyla olan ilişkilerini yeniden yaratmaya çalışıyor. Doğrusal olmadan ve parçalı bir şekilde, onu devrimci yapan koşulları ve onları hatırlamakta yarattığımız karmaşayı aydınlatıyor.

Claudia’nın Karl Marx’ın soluna gömüldüğünü çoğu insan bilir ama en aktif siyasi yıllarında tüberküloza bağlı kalıcı kalp sorunları da dahil olmak üzere zayıflatıcı hastalıklarla uğraştığını bilmez. Bu gerçek önemlidir, kısmen de olsa yaşamını uzatabilecek finansal ve tıbbi kaynaklara erişimi engellenerek onu öldürmeye kararlı bir dünyada hayatıyla ve işiyle var oldu. Çoğunluk onu bir şair ve komünist olarak değil, gazeteci, The West Indian Gazette‘in kurucusu ve Karayip Karnavalı Komitesi’nin ana üyesi olarak tanıyor.

Bunu yazdığım âna kadar uzanan incelikle ördüğü mücadeleyi bilsek de çoğu kişi Claudia’nın görece yoksulluk içinde tek başına öldüğünü bilmiyor. Onu sonsuz bir şekilde seven en yakınları bile onları bir kol mesafesinde tuttuğunu iddia ediyor.

Belki de görevimiz Claudia Jones’u bütünüyle tanımaya çalışmak değildir (sanki böyle bir şey mümkünmüş gibi), hayatını adadığı siyasi ikrarın başkalarında nasıl sürdüğünüz ve ufukta beliren komünizm vaadini ciddiye alırsak bizde de yaşayabileceğini anlamaktır. Bu kitap, mücadele içinde geçen bir hayatın gösterişsiz olabileceğini aksettiriyor. Claudia’yı hatırlayarak, bizi erken öldüren tüm sistemlere karşın yaşamı savunmaya (tam da onun yaptığı gibi) adanmayı öneriyor.

Çeviren: Melike Özbay
Düzenleyen: Cüneyt Bender

Kaynak Metin:Claudia Jones: A life in search of the communist horizon

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler