spot_img
spot_img
Ana SayfaÇeviriÇEVİRİ | Gezegeni insanlar değil kapitalizm yakıyor! – Tribune

ÇEVİRİ | Gezegeni insanlar değil kapitalizm yakıyor! – Tribune

IPCC’nin Ağustos 2021’de yayımladığı 6. Değerlendirme Raporu, iklim krizinden herkesin eşit derecede suçlu olmadığını ve daha fazla tahribatı önlemenin kilit noktasının bu hakikat olduğunu teyit ediyor. Ancak bu rapor da egemen sınıfların tahakkümünü sürdüren bir lisanla konuşuyor, diğer iklim raporları gibi karamsar bir tablo sunuyor. Oysa mevcut uluslararası süreçlerin ve hükümetlerin acilen ihtiyaç duyduğumuz küresel ekonomik değişim hedefiyle birlikte çalışacaklarına inanmak için hiçbir sebebimiz yok. Krizin asıl sebebini görünmez hâle getiren ve krizden tüm insanları sorumlu tutan iklim politikalarına müsamaha edemeyiz, artık sosyalist bir iklim adaleti tasavvurunu sahiplenmemiz gerekiyor. Yazar Chris Saltmarsh’ın Tribune’de yayımlanan yazısını Umut-Sen Çeviri Kolektifi Türkçeleştirdi.

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (Intergovernmental Panel on Climate Change-IPCC), mevcut bilimsel bilgilerle iklim değişikliğinin nihai durumunun gözden geçirildiği raporlarını yedi sekiz yılda bir yayımlar. 6. Değerlendirme Raporu’nu ise geçen ağustos ayında yaşanan aşırı sıcaklıklar ve tahrip edici sel baskınları sırasında yayımladı. 

Bu raporlar iklim değişikliğinin tarihindeki dönüm noktalarına benzer. Politikacıların, şirketlerin ve aktivistlerin neredeyse hiçbir ilerleme sağlamayan sonu gelmez tartışmalarına rağmen biliminsanları hangi aşamada olduğumuza ve neler yapılması gerektiğine dair ölçülü ve nesnel bir betimlemeyle bu saçmalıklara son veriyorlar.

Yeni ne var?

Peki, son IPCC raporu iklim değişikliğiyle mücadelemizde bize yardımcı olacak hangi yeni bilgiyi sunuyor? Esasen pek yeni bir şey sunmuyor. Emisyonlar hâlâ artıyor, gezegen hâlâ ısınıyor. Hâlâ acilen ekonomiyi karbonsuzlaştırmamız gerekiyor. 

6. Değerlendirme Raporu’nun başlıkları, geniş kesimlerce kabul edilen küresel ortalama sıcaklık artışını 1,5°C dereceyle sınırlama hedefine odaklanma eğiliminde. Bu hedef, Paris Anlaşması’nın temelini oluşturuyordu, iklim politikalarına yön verenler tarafından ısınmanın tehlikeli hâle geldiği sınır olarak kabul ediliyordu. Gerçekte ise üstünkörü belirlenmişti. Çünkü 1,1°C-1,2°C derece ısınmaya çoktan ulaşılmıştı, mevcut iklimimiz artık güvenli sayılamazdı.

Buna rağmen uluslararası toplum kolektif hedef olarak 1,5°C derecede mutabakata varmıştı. IPCC raporunun en çarpıcı başlıkları arasında, modellenmiş bütün senaryolarda 2040’a kadar bu seviyeye ulaşacağımız yer alıyor. Eğer emisyonları hızla düşürmeye başlamazsak bu noktaya çok daha yakında varacağız. (Yaklaşık 10 yıl sonra). 

1,5°C derecede deniz seviyesinin iki veya üç metre yükseldiğini göreceğiz. Aşırı sıcaklık olayları muhtemelen dört kat daha fazla yaşanacak. Şiddetli yağışlar yaklaşık yüzde 10 oranında artacak, yağışların meydana gelme olasılığı da bir buçuk kat daha fazla olacak. Öyleyse asıl mesele bunların ne kadar kısa sürede gerçekleşeceğidir.  

Küresel açıdan 2050’ye kadar “net sıfır” emisyon sağlanabilirse sıcaklık artışını 1,5°C derecede tutma şansımızın yüksek olması IPCC raporunun iyimser tarafıdır. Kötü haber ise buna rağmen çok daha tehlikeli bir iklimle karşı karşıya kalmamız ve iyimser senaryonun gerçekleşme olasılığın olmamasıdır.  Daha yüksek emisyonların olduğu senaryoda 2040’a kadar 1,9°C dereceye (bu tarihte 46 yaşında olacağım), 2060’a kadar 3°C dereceye (bu tarihte emekli olma ihtimalim düşük) ve 2100’e kadar 5,7°C dereceye (aşırı sıcaklar beni daha önce öldürmezse 104 yaşında olabilirim) ulaşılacak.

Bu sayılar yönümüzü değiştirmezsek bizim kuşağın neyle karşı karşıya kalacağına dikkat çekiyor, üstelik bunlar bilmediğimiz şeyler değil. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres fosil yakıt endüstrisini hedef alarak şunu söylemişti: “Bu rapor, kömür ve fosil yakıtlar gezegenimizi yok etmeden önce onların sonunu getirmeli.”

Bu, iklim değişikliğini dikkate alanların aşikâr olduğu bir hakikat haline geldi ama bunu öylece söylemek artık yeterli değil. Glasgow’daki rötarlı COP26 konferansının farklı olduğunu gerçekten söyleyebilir miyiz? Daha önceki iki önemli konferanstan herhangi bir sonuç çıkmadı. Kopenhag’daki COP16 (2009) ve Paris Anlaşması (2015’teki COP21), ülkelerin küresel ısınmayı 2,9°C derece civarında tutabilecek gönüllü emisyon azaltma hedefine odaklandı, o da yapabilirlerse. Glasgow’un da başarısızlıkla sonuçlandığını söylemeye gerek yok elbette.   

Bu rapor da diğerleri kadar karamsar olmasına karşın mevcut uluslararası süreçlerin ve hükümetlerin acilen ihtiyaç duyduğumuz küresel ekonomik değişime yönelik eşgüdümlü çalışmaya hazır olduklarına inanmak için hiçbir sebebimiz yok. ABD İklim Özel Temsilcisi John Kerry, Glasgow’un “krizin miladı” olması gerektiğini söylüyor. Bunları daha önce de duymuştuk. Krizi üreten ve kökleştiren kapitalist ekonomi politikten uzak eşitlik, adalet ve ortaya refaha dayanan yeni bir ekonomiye bel bağlayabileceğimiz yegâne milattır. 

Kapitalizmi suçlayın, insanları değil!

6. Değerlendirme Raporu’nun bilimselliği su götürmez, çıkarımlarının gücü bizi mevcut politik ve ekonomik sistemi sorgulamaya itmesine karşın rapor bu soruları bizzat soracak kadar ileriye gitmiyor. Nitekim raporun bütününde egemen sınıfın tahakkümünü sürdüren lisanı görebiliriz. 

“Politika Yapıcılar İçin Özet” kısmındaki ilk açıklamada iklim değişikliğine tartışmasız biçimde “insan faaliyetlerinin neden olduğu” öne sürülüyor. Raporun tamamında “insan kaynaklı iklim değişikliği” ifadesi kullanılıyor. İklim krizinden insanlığı sorumlu tutan bu inanç, medyadaki haberlerin yanı sıra BBC ve The Guardian’da yayımlanan makalelerin de öne çıkan başlığı haline geldi. 

IPCC raporunun muhtemel ısınma derecelerine, beklenen aşırı sıcaklıklara ve deniz seviyesinin öngörülen yükselişine ilişkin değerlendirmelerine rağmen tüm insanları suçlaması bilimsellikten uzak ideolojik bir telkindir. Bu haliyle egemen sınıfın suçlanmasını engellemektedir.

IPCC’deki biliminsanlarının niyetinin açıkça böyle olması pek mümkün değil. İnsan kaynaklı iklim değişikliğinden söz ederken yaygın eğilimin iyi finanse edilmiş iklim inkârına bir tepki olduğu muhakkaktır. Oysa artık temel engelimiz iklim değişikliğinin inkârı değil, kapitalist sınıfın savsaklaması ve eylemsizliğidir.

İklim krizinden en yoksul kesim zarar görürken kapitalistler kâr elde ederler. Dünya yanarken karbonsuzlaşmayı engelleyen, kârı her şeyin önüne koyan kapitalist sistemdir. Elbette teknik açıdan iklim değişikliğinin insan kaynaklı olduğunu söylemek doğrudur. Bildiğim kadarıyla, kapitalist sınıf da insanlardan oluşur (David Ickei bir şey bilmiyorsa, biz de bilemeyiz). Ancak bu tüm insanların krizin üretiminde rol aldığı anlamına gelmez. 

Bazılarımızın fosil yakıt kapitalizminin meyvelerinden maddi olarak yararlandığı doğru. Fosil yakıt çıkarmanın, modern uygarlık ve pek çok insan için gelişmenin temeli olması kaçınılmazdı. Ancak bu sistemde çoğu insan sömürüldü, yabancılaştırıldı ve ötekileştirildi. İklimimizi bozan temel üretim koşulları yüzünden kapitalizmin karbon-yoğun ürünlerini tüketmekten başka seçeneğimiz yok. 

Petrol üretiminin kârı için sömürülen petrol işçisi kapitalistlerle aynı suçu paylaşmaz. Kömür madenine yol açmak amacıyla topraklarından edilen yerli topluluklar bu projeleri zorla gerçekleştiren hükûmetlerle aynı suçu paylaşmaz. O halde memelilerin veya insanların sebep olduğu iklim değişikliğinden de bahsedebiliriz. Bu, sadece gerçek suçlulardan daha büyük bir soyutlama düzleminde doğru olurdu. 

İklim değişikliğinin sadece kapitalist üretim tarzına özgü olmadığını söylemek doğru olacaktır elbette. Kısa bir karşı tarih girişiminde bulunulduğunda, fosil yakıtları keşfetmiş herhangi bir medeniyetin onları kullanacağı ve iklim değişikliğinin yanlışlıkla başını çekeceği muhakkak doğrudur. Ama kapitalizme özgü kötülük bu eğilimi tersine çevirme yetersizliğidir. On yıllardır iklim değişikliğinin nedenleri ve etkilerini bilmemize karşın kapitalizmin kısa dönem kârlarını artırma önceliği enerji sistemimizin değişimi ihtiyacını dışarıda bırakmaktadır. 

Hepimiz iklimin bozulmasından aynı derecede sorumlu değiliz. Bütün bireysel davranışlarımız bir araya gelse bile ekonominin planlı bir dönüşümü olmadan hızlı biçimde ilerleyemeyiz, tam anlamıyla karbonsuzlaşamayız. Krizin gerçek sebebinin üstü örtülürken bütün insanlığı sorumlu tutan, insan sevmeyen (mizantrop) iklim politikasına müsamaha etmeyi seçebiliriz ya da insanlığın potansiyelini ve daha iyi bir dünya olasılığını anlatan, kendi doğasının iklimini en iyi biçimde kullanacak hümanist ve sosyalist iklim adaleti tasavvurunu sahiplenebiliriz.

1,5 °C derecede dünya

1,5°C derecelik ısınma en iyi hedefimizse ve 6. Değerlendirme Raporu’nun bahsettiği üzere iklimde yaşanan değişiklikler artık kaçınılamaz ve geri döndürülemez noktadaysa Yunanistan, Türkiye ve Cezayir’de yaşanan orman yangınları yeni normalin sadece başlangıcıdır. Bu bağlamda en kötüsünü hatırlatmak yerine insanlığın en iyi özelliklerini ortaya çıkarmamız gerekecek. Isınma düzeyinin her aşamasına karşı mücadele ederken günümüzde olduğundan daha tehlikeli bir iklimin kalıcılığını da kabul etmeliyiz. Dayanışma ve adalet ilkeleri bu noktada çok daha önemli hâle geliyor. 

Öncelikli görevimiz ısınmayı en kısa sürede ve adil biçimde karbonsuzlaşmayla sınırlamaktır. Ayrıca yeni iklime nasıl uyum sağlayacağımızı da düşünmeliyiz. Sol ve iklim hareketi, iklim değişikliği için adil uyum programı talebinde bulunmalı, bunu da siyasi platformlarına entegre etmelidir. Dayanıklı binalar ve altyapı, sele karşı savunma, tahliye planları, iyi finanse edilmiş acil servisler, kayıpları ve hasarları kapatmak için devlet güvenceli sigorta, mültecilere yönelik kabul ve destekleme politikaları göz önünde bulundurulmalıdır. Bunlar politik hedefimizin sonu veya karbonsuzlaşma için savaşmaktan vazgeçmenin bahanesi olamaz. 1,5°C derecelik bir dünyada adalet tasavvuru da hesaba katılmalıdır. 

IPCC raporunun açıkça belirttiği gibi geleceğe dair birden fazla ısınma senaryosu bulunmaktadır. Senaryoların bazıları belirli bir zaman çizelgesinde emisyonların azaltılması konusunda hem hükümetlerin hem de iklim hareketlerinin başarısızlığına işaret etmektedir. Şüphesiz, hedefimiz devlet gücünü ele geçirerek ekonomiyi dönüştürmek ve adaleti sağlamak için kullanmak olmalıdır. Politikacıların statükoyu koruduğu, karbonsuzlaşmaya yanaşmadığı veya karbonsuzlaşmanın yoksulları ve ötekileştirilmişleri kurban ederek zenginlerin çıkarına olduğu senaryolara karşı mücadeleye, görece yenilgi senaryolarında topluluklarımızda gücü ve dayanışmayı inşa ederek kendimizi savunmaya, devletin başarısız olduğu durumlarda güçlü gıda dağıtımı, acil barınma ve kurtarma sistemleri kurarak kolektif dirence hazırlıklı olmalıyız.  

Bir yanda şiddetli ve yıkıcı aşırı hava olayları olurken bir yanda IPCC raporları yayımlandığı bu gibi zamanların kolektif umutsuzluk, endişe ve güçsüzlüğe neden olması anlaşılabilir bir durumdur. IPCC’nin modellediği pek çok senaryoya göre iş hayatımın tamamı ısınan gezegen bağlamında olacak. Umutsuzluk veya merdümgirizliğin süzülüp girmesine izin vermeden bu duyguları kabul etmeli ve saygı göstermeliyiz. 

Medyanın, egemen sınıfın hatta biliminsanlarının söylemlerinin aksine iklim krizinden “biz” sorumlu değiliz. Ama suçlu olanlar bu konuda anlamlı bir şey yapmayı planlamadıkları için bizim yapmamız gerekiyor. Bunu bilerek eşitlik, adalet ve ortak refaha dayanan yeni bir ekonomi inşa etmeye hazır militan ve radikal kitle hareketi inşa edebiliriz. Her şeye rağmen fosil kapitalizmin mirasıyla yaşamak zorunda kalacağımızı biliyoruz fakat onu geçmişte bırakacağımızdan kesinlikle emin olabiliriz. 

i David Icke: İngiliz eski futbolcu, televizyon yayıncısı. Dünyayı insansı sürüngenlerin yönettiğini ve kraliyet ailesinin kertenkele olduğunu iddia eden (kertenkele teorisi) komplo teorisyeni.

Çeviren: Nuray Turan

Edit: Cüneyt Bender

Özgün Metin:Humanity Isn’t Burning the Planet – Capitalism Is

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler