spot_img
spot_img
Ana SayfaGüncelBizim kılavuzumuz, fikrine ve eylemine niyaz olduğumuz işçi sınıfının ürettiği bilinçli öfkedir!

Bizim kılavuzumuz, fikrine ve eylemine niyaz olduğumuz işçi sınıfının ürettiği bilinçli öfkedir!

2020 1 Mayıs’ından 2021 1 Mayıs’ına kadar AKP iktidarı ve temsil ettiği sermaye sınıfı işçi sınıfının kazanılmış tüm haklarına saldırılarını aralıksız sürdürmenin yanı sıra esnekleştirme paketleriyle, ideolojik ambalajlarla öteden beridir dillendirdikleri ücretsiz izin ve uzaktan çalışma gibi değer gaspı mekanizmalarını sendikal merkezleri de yanlarına katarak uyguladıkları bir yılı geride bıraktık. 

Ülkemiz siyasal ve ekonomik bir krizin içinde debelenmekte ve yönetici sınıflar, krizi pandeminin sunduğu halkı manipüle olanaklarını da sonuna kadar kadar kullanarak kendi sınıf çıkarları için politik ve ekonomik fırsat yapısına dönüştürmektedir. En düşük ücretlerle, en örgütsüz biçimlerde, en baskıcı çalışma rejimi altında yaşamaya mahkum edilen milyonlar kendileri ve çocuklarının gelecekleri üzerine düşünmektedir. Öte yandan yoksulluk ve açlık korkusunun tetiklediği geleceksizlik ve belirsizlik ortamı, işçi sınıfı zeminlerinde öfkeyi şimdilik öteleme, ”bilinçli ve rasyonel” tercihlerle örgütlenme ve mücadeleden uzak durma eğilimi yaygınlaştırırken, bu çaresizlik ortamını yaratan rejim ve onun siyasal müttefiklerine fatura kesme arzusunu yükseltmektedir. Bu fatura kesme isteğinin biçiminin erken ya da tarihinde bir seçimi bekleyip beklememe durumu tartışmalıdır. Dolayısıyla işçiler, çiftçiler nezdinde zaten büyük oranda tükenmiş olan siyasal iktidarın meşruiyeti, küçük esnaf toplukları arasında da aşınmış durumdadır. Dış politika alanındaki çuvallamalarında yukarıdaki tabloya katkısıyla ülkemiz ciddi bir siyasal dönemecin eşiğinde değil içindedir. Bu politik ortamı işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda değerlendirmek geçtiğimiz yılın olduğu gibi bu yılında görevler silsilesinin ana zeminini tanımlamaktadır.

Patronların olağan dönemde de ağırlıklı işten atma kapısı olan Kod 29 ile pandemi koşullarında sendikaların da yaydığı “işten atma yasaklandı” söylemi de yerle bir edilerek pandeminin başından bu güne yaklaşık 250 bin işçi işten atıldı. Üstelik bu kod yoluyla işçilerin kıdem ve ihbar tazminatları, işsizlik maaşı alma olanakları gasp edildi, ücretsiz izin saldırısı ile işçilerin önce 1168 Lira sonra 1420 Lira gibi ölüm ücretlerine rıza göstermesi, göstermeyenlerin ise istifaya zorlanarak kıdem ve ihbar tazminatlarından vazgeçmesi dayatılıdı. Yaklaşık 4 milyon işçi ve ailesi ücretsiz izinle verilen 1420 Lira ile açlığa mahkum edildi. Uzun, kuralsız, esnek ve denetimsiz çalışma saatleri ve çalışma şartları iş cinayetlerini arttırdı. Cov-19 bir işçi sınıfı hastalığına hızlıca dönüştürüldü ve işçiler fabrikalarda, otobüslerde toplu bulaşıya maruz bırakılarak ailelerine virüsü taşıdı ve yeterli sağlık hizmeti de alamadan işçiler ve aileleri hayatlarını kaybetti. İşçi ve emekçilerin emekleri üzerinden yaratılan fonlar pandemi boyunca patronlarca yağmalandı. İşçilere ise ağır vergi yükü, açlık ve işsizlik dayatılmaya devam edilerek daha fazla “özveride” bulunmaları salık verildi. 

Elbette tüm bu süreçte sermaye devletinin neredeyse hiç zorlanmadan bu kararları alabilmesi işçi sınıfının örgütsüzlüğünü, sendikal konfederasyonlardaki çürümüşlüğü bir kez daha gözler önüne serdi. Yıllardır söylediğimiz üzere, sendikal konfederasyonlar -içlerinde istisnai sendikalar ve sendika şubelerini barındırsa da- sermaye devleti tarafından satın alındı ve işçiler yalnız bırakıldı. Türk-İş ve Hak-İş bu sene neredeyse DİSK gibi tavır alarak işçilerden arındırılmış bir programla sembolik olarak Taksim’e çelenk bıraktı. Türk-İş içerisindeki “muhalif” sendikaların, Türk-İş merkezinden farklı bir 1 Mayıs hassasiyetinin ve programının olmadığı bir kez daha teyit edildi. İş yerlerinde, 1 Mayıs’ı etkin kutlamak doğrultusunda asgari bir enerji dahi sarf edilmedi.

1 Mayıs’a sayılı günler kala DİSK Genel Başkanı ve yöneticilerinin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile yan yana görüntü vermesi, işçi sınıfına “Biz diyalog kuruyoruz, devletimizle sorunları konuşuyoruz” mesajı ile bir sessiz kalma çağrısı ve telkini olarak değerlendirilebilir. İşte tam bu noktada “29 Nisan da 1 Mayıs’tır!” diyenler 1 Mayıs’ta da işçileri yukarıda saydığımız koşullarda çalışırken yalnız bırakarak, işçileri açıkça 1 Mayıs’ta da fabrikalara, işyerlerine, bürolara tıktılar.

Konfederasyonlara göre hizalanan bir kısım sol yapılar da konfederasyonların düzeni çi eğilim ve pratiklerini benimseyerek ve işçilere bu eğilimleri propaganda ederek konfederasyonlarla birlikte sermayenin yanında yerlerini aldılar.

Bu hizalanmanın bir ucu Maltepe dolgu alanına bir ucu Bakırköy’e kadar uzanır. Biz Umut-Sen olarak bu alanların hiçbirinde yer almadık ve bu alanları önermedik, aksine yüksek sesle uyardık ve Taksim’den vazgeçmemeye yönelik çağrımızı yineledik. 2021 1 Mayıs’ının birçok sol/sosyalist örgütlülüklerde sokağa çıkma iradesinin karşılık bulması sevindiricidir. Çünkü bu hizalanma salt bir mekansal tercih ve ayrım değil, sınıfsal konumlanış açısından bir yarılma ve bir saf tutmadır. Önümüzdeki yılın görevlerinden biri bu yarılmayı her düzeyde ilkesel biçimlerde derinleştirmek, fiili ve fikri adımlarını ertelemeksizin sınıf zeminlerinde somutlaştırmaktır. Sendikal-siyasal zeminimizi ‘ara sendikal odak’ olarak tanımladığımız 2008 yılından itibaren sebatkar biçimlerde ve rekabetçi olmayan bir tarzla başlattığımız, giderek yoğunlaşan sınıf çalışmaları bizi ‘sürüklerken’ ürettiğimiz birikimlerden ve olumlu-olumsuz deneyimlerden eleştirel olarak öğrenmeye, yanlışlarımızı görmeye, eksikliklerimizi aşmaya yönelik “bizi” tanımlayan özelliklerimizin yanında kuşkusuz, dostlarımızla ideolojik kavgayı yazmak öznel bir tercih değil işçi sınıfı mücadelesinin güncel çıkarlarının somut ihtiyaçları ve aciliyetidir. 1 Mayıs’larda aldığımız, ısrar ettiğimiz tutumlar sermaye devletinin işçi sınıfına her türden dayatması ve saldırısı karşısında, gücümüzü, olanaklarımızı zorlayarak net bir şekilde hizalanmanın bir zeminidir. Kuşkusuz yüz binlerce işçinin ortak taleplerle sermaye devleti kaşısına çıktığı eylem zeminlerinin inşa yolunun da bu mücadele çizgisinin neticesinde olacaktır, efendiler önünde sınıf onurunu ayaklar altına alan eğilme biçimlerinde ifadesini bulan temsiliyetlerle değil. 2021 1 Mayıs tutumumuz, bu anlayışımızın sonucudur.

Öte yandan işçi sınıfının yaklaşık yarım asırdır propagandasını duyduğu; neo-liberal kapitalizmin yenilmezliği ve sınıflar mücadelesinin bittiği savlarına karşı son yıllarda ‘’her şeye rağmen’’ sınıfsal varlığını ortaya koyduğunu ve tarihsel deneyimleri ile tarih sahnesine çıkmaya daha güçlü hazırlandığını görmekteyiz. Pandemi dönemimin mecburiyetleriyle geçici, dönemsel olarak geri durulsa bile işçi sınıfı zeminlerinde örgütlenmeye dönük uzun erimli bir eğilim öteden beri kendini parçalı da olsa fiili biçimlerde göstermektedir. Yığınların mülksüzleştirilmesi ve yoksullaştırılması politikalarıyla kırlardan göçertilmesiyle  başlayan tarihin en büyük proleterleşme dalgası sürmektedir. Kapitalizme, emperyalizme dönük kavganın en önemli sahnesi imalat sanayinin kaydırıldığı Küresel Güney’in ucuz iş gücü deposu olan ülkelerdir. Türkiye proletaryası da bu kavga sahnesinin içindedir. Proletarya her tarihsel dönemde olduğu gibi kimliğini, eylemini, programını güncel koşullar ve şartların özgüllükleri içinde belirleyerek kendi mücadelesi içinde bulacaktır, kendi oluşum süreci içinde kendi yolunu çizecek ve tarihi belirleyecektir. İşte bu hakikat çerçevesi içinde işçi sınıf zeminlerinde oldukça çoklu ifade biçimleri barındıran, yeni eylem repertuarları, mücadele ve örgütlenme araçları üreterek yolunu bulmaya çalışıyor. Bu eylem biçimleri, direniş ve örgütleme süreçleri içinde, işçi sınıfının kendine has ve özgün, kendi döneminin karakterine uygun devrimci ve militan bir perspektife sahip olduğunun işaretlerini çokçadır görüyor ve izini sürüyoruz. Her dönem ve durumda geçerli mücadele, örgütlenme ilkeleri, kuralları, kanunları diye bir şey olmadığını biliyoruz. Bunlar sınıflar mücadelesi içinde nesnelliğin ihtiyaçları, sınıfın güncel çıkarları tarafından belirlenir, geliştirilir. Uzun yenilgi sürecinden çıkmak doğrultusunda arayış içinde olan proleter sınıf katmanları, üretimin, tekniğin dolayımları içinde var olma ve ifade etme tarzlarını eylem ve mücadeleye dönüştürme sancıları, silkelenmeleri içindedir.  

Yukarıdaki bağlam içinde düşününce Taksim ısrarı, basitçe sadece son bir yılda Anadolu’nun dört bir yanında her türlü baskı ve sömürüye karşı mücadele eden, direnişler yapan ve grevler örgütleyen işçilerin haysiyet içeren mücadele ısrarının sıradan bir gereği değil aynı zamanda dünya tarihsel gerçekliğini anlayan ve bu tarihselliğin içinde yer tutan, Anadolu’nun bağrından kent meydanlarında yasak delen ve buna cüret eden proletarya devrimciliğin en basit görevidir. Yapılması gereken, böylesi tutumlarla yüklü mücadele ve örgütlenme hattının bütün ülkede örülmesidir. Korkusuna kın bulmak için fetişizm ve sembolizm eleştirileri yapanlar ise sendikal bürokrasinin levazımatçıları, sermayenin yeniden üretim süreçlerinin ehlileştirilmiş hizmetkarlarıdır. 

Başta anlattığımız tabloya rağmen 1 Mayıs’a damgasını vuranlar yasaklara rağmen yasakların üstüne yürüyenler olmuştur. Bu 1 Mayıs’ta memleketin birçok şehrinde yasakları tanımıyoruz diyen 354 kişi polis şiddeti ile gözaltına alınmıştır. İstanbul bu sene de 1 Mayıs mücadelesine başkentlik yapmış; Şişhane, Mecidiyeköy, Tarlabaşı, Dolmabahçe, Okmeydanı’ndan yüzlerce insan Taksim’e yürümüştür. Geçen senenin belirsizliği dağılmış, devrimciler tekrar 1 Mayıs olanı olarak Taksim’i adreslemiştir. Yine memleketin dört bir yanında direnenler meydanlarda 1 Mayıs yasaklarını tanımamış, bu aşağılık düzenin üstüne yürümüştür. Sokaklarda olacağını ilan edenlerin bir kısmının sokaklarda olduğunun kanıtlarını kendi sosyal medya hesaplarından görmek bile mümkün olmamıştır. AKP konusunda dili “solcu” ve keskin olan çoğu öncünün tavrı, AKP’ye karşı fiilen mücadele etmek konusunda işçi sınıfı kesimlerinin çok çok gerisindedir.

Belirtmek gerekir ki işçi sınıfından kopuk, ona rağmen, onun gerçekliğinden uzak bir mücadelenin hiç bir anlamlı içeriği ve çekiciliği bulunmamaktadır. 2021 1 Mayıs’ı vahşi sömürü koşullarında işçi sınıfının yaşam ve ekmek kavgasında yan yana olmanın, dayanışmanın ve sınıfla bütünleşmiş bir mücadelenin gerekliliğini de ortaya koymuştur. Sermaye sınıfının, solun çok sayıda çevresini aracı kılarak, işçi sınıfının örgütsüzlüğünün pekiştirilmesi, ehlileştirilmesi için kullandığı, küresel düzeyde yaratılan fonlarla, projelerle, sosyal diyalog mekanizmalarıyla ve onların tüm ilişki ağlarıyla 180 derece mesafelenerek işçi sınıfının öz örgütlenmelerine, dayanışma ve mücadele pratiklerine yaslanarak bağımsız bir sınıf odağı yaratmanın mümkün olduğunu deneyimliyor ve biliyoruz.

Yaşadığımız tarihin akışı içinde akışı değiştirecek olanlar en diptekilerdir ve en diptekilerin nasıl bir cendere içinde olduklarını, emeklerinin gaspıyla yaratılan şatafatlı, lüks hayatları görüyoruz. Dipten geliyor olan bu öfke ile bakışımlı olarak mücadelemizi büyüteceğiz. Bizim kılavuzumuz fikrine ve eylemine niyaz olduğumuz işte bu sınıfsal gerçekliğin ürettiği bilinçli öfkedir.

Yaşasın 1 Mayıs!

Üreten biziz yöneten de biz olacağız!

Fabrikalar, tarlalar, siyasi iktidar her şey emeğin olacak!

Sömürü ve adaletsizlik düzeninin üstüne yürü!

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler