spot_img
spot_img
Ana SayfaSeçtiklerimizBirikim mücadelesi: Soma’ya giden taşları örüyor - Berna Güler

Birikim mücadelesi: Soma’ya giden taşları örüyor – Berna Güler

yazgıları kömür gibi kazar bitmez yerin dibi oy…
bir tas yemek biraz ekmek
güneş görmez hiç yüzleri oy… oy gülüm…
…..
bir gün gelir ocaklardan kazma kürek ellerinde oy
yürüyünce yeryüzüne
değişecek yazgıları oy… oy gülüm…

Grup Yorum

Üretim, sadece mal ve hizmetin çıktısını sağlayan faaliyetlerin bir sonucu olmayıp, aynı zamanda toplumsal yeniden üretimin sağlandığı nüfus, aile, iktidar, öznel ve nesnel tüm unsurların yeniden üretimini içerir. Üretim, bir toplumsal ilişki bütünü olup, dinamik varlığından ötürü sürekli değişir. Ancak toplumsal ilişkiler eşitler arası bir ilişkiden ziyade toplumdaki güç donanımının farklılığından dolayı eşitsizdir. Toplumsal eşitsizliğin varlığı, toplumun farklılaşmasının, değişiminin ve dönüşümünün nedenini içerir. İçinde bulunduğumuz kapitalist üretim ilişkileri, sermaye ve emek ilişkisinin eşitsiz içeriğinin açığa çıkarttığı sömürü ilişkisinin varlığı ile kendini besler, büyütür ve yeniden var eder. Sermaye birikiminin süreksizliği; krizi üretmesi, krizin bertarafı ise sömürü mekanizmasını açığa çıkaracak emek denetim ve kontrol mekanizmalarının genişletebilme becerisine bağlı olur. Ancak sermayenin güç mücadelesiyle kazançların sürekliliği sonsuza kadar sürmez; çünkü gücün karşıtlığı vardır. Bu güç; emeğin üretimden gelen gücüdür. Emeğin mücadele gücü sınıfsal aidiyetin genişliği ölçüsünde sınandığı gibi güç mücadelesinin sürekliliği emekçilerin yaşamını kolaylaştırır; süreksizliği ise sefalet, yorgunluk, bezginlik, yozlaşma ve ölüm sarkacında gezindirir. Emekçilerin güç mücadelesinin sürekliliği demek yaşama olanaklarının sınırını çoğaltmak demek ise sermaye için sömürü olanaklarının daraltılması demektir. Böylece sermaye sömürü yollarını artırabilmek için yeniden mücadeleye başlar. Bunlar; emeğin mücadele gücünün kırılmasına olanak sağlayan emek süreçlerin parçalanması, canlı emeğin yerine ölü emek -teknolojik- ikame, kısa sürede çok iş bitirtme, uzun saatler çalıştırma, parçalanan süreçlerin birbirinden ayrı coğrafik yayılımının sağlanması, emekçilerin mücadele gücü kırılmış yerlere akması gibi. Böylece tarihsel kapitalist gelişme, erken kapitalist ve Türkiye gibi geç kapitalist ülkelerde sermayenin süreklilik mücadelesinin “haşmetli” tarihine ev sahipliği var.

SERMAYE BİRİKİMİNİ ARTIRACAK POLİTİKALAR

Yıl 1970’ler, dünyada ve memlekette emek mücadelesi artarak devam ederken dünya ölçeğinde sermayelerin kâr oranlarının düşme eğiliminin hız kazanmasıyla birlikte sermaye birikiminin sürekliliğini artıracak yeni liberal politikaların hükümet politikasına dönüştürme çabaları başlar. Bu politikaların bazıları; kamu harcamalarının daraltılması, sermaye için vergi reformu, esnek istihdam rejimleri, şirketlerin sabit sermaye ve emeğin yükünü atmasını sağlayacak üretim parçalarının başka firmalara devrini sağlayacak altsözleşme ilişkileri -fason, taşeron, imtiyaz anlaşması, lisans sözleşmesi, yüklenici hizmetler, rödovans (kiralama)- kamusal hizmetlerin ve işletmelerin özelleştirilmesi, doğrudan yatırım faaliyetlerin artırılmasıdır.

ŞİLİ VE TÜRKİYE

Yeni liberal politikaların ilk uygulanan yerlerden biri Şili’dir. 1973 yılında seçimle başa gelen sosyalist hükümet; askeri darbeyle düşürülür ve otuz yıl devam edecek askeri yönetim yeni liberal politikaları zorla hayata geçirir. Bülent Ecevit anılarında 1979 yılında yeni liberal politikaların hayata geçirilmesi yönündeki ulusal sermaye ve uluslararası destekçilerin telkinlerine memleketteki muhalif hareketlerin yüksekliğine dikkat çeker ve böyle bir programın ancak Şili’de olduğu gibi ancak askeri darbeyle olabileceğini ifade eder. Demirel Hükümeti ise 1980’de 24 Ocak kararları olarak bilinen yeni liberal politikaların uygulanacağını açıklar. 26 Nisan 1980 tarihinde Amasya Suluova’da bulunan Yeniçeltek Maden İşletmesi’nde sendikalı 890 işçi hakları için işgal, direniş ve özyönetim uygularken, 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle birlikte sendikal faaliyetleri askıya alınır, işçiler ve sendika yönetimi en ağır şekilde cezalandırılır. Bununla birilikte Türkiye’de “üreten biziz, yöneten biz olacağız” diyen emek eksenli muhalafetler en ağır cezalara maruz kalırken örgütlenme üzerine getirilen kısıtlamalar; emek mücadelesine en ağır darbesini indirir.

BÜYÜK YÜRÜYÜŞ

Uzun aradan sonra emekçiler 1989’da Bahar Eylemlerine başlar. 1991 yılında Büyük Zonguldak yürüyüşü, Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun özelleştirilmesini durdurur. Ancak kamu işletmelerinde istihdam ve yatırım azaltılması, en ağır çalışma koşullarına sahip kömür işletmelerinde maliyet etkinlik hesapları yer üstü ve altındaki işlerin yapımında taşeron kullanımı yaygınlaşır. İşlevsizleştirilen kamu maden işletmeleri yerine sermayenin değerlenmesini sağlayacak bir tür altsözleşme ilişkisi olan rödovans uygulaması ile özel ocakların açılmasının kolaylaştırılması getirilirken, ister kamuda ister özel ocakta yer altı kömür çıkarma işlemlerinde taşeron şirketlerin güvencesiz işçileri kısa sürede işin bitirilmesi baskısıyla çalıştırılır. En az maliyetle çalışma anlayışı, güvenceli çalışma koşulları ortadan kaldırırken hak ve yaşam sınırları boğazına dayanan emekçiler, en ağır iş olan madenlerde en kötü çalışma koşullarına rıza gösterirler.

30 YILDA 1580 MADENCİ ÖLDÜ

Rıza göstermenin bir diğer etkeni ise tarımın tasfiyesi, tarım alanların daraltılması, 160 üründen sadece 15 ürüne destek verilmesi, tarım arazilerin toplulaştırılması, kendi tarlasında işçi olmayı getiren sözleşmeli çiftçilik uygulamaları örneklerden bazılarıdır. Böylece 19. yüzyılın kapitalistleşme sürecine benzer şekilde en az ücretle en kötü işlerde çalışacak emek gücünü açığa çıkaran, “çitleme hareketi” yöntemi kullanılır. Bununla birlikte kapitalist üretim ilişkilerinin bugün geldiği noktada güvenli-güvenceli iş koşullarının olmaması, eğitim, sağlık, barınma, ulaşımın gitgide artan oranlı parasallaşması, en kötü koşullarda çalışmaya razı olmanın örttüğü zorla çalıştırmadan başka bir şey değildir. Sermaye birikiminin çoklaştırma mücadelesinin biricik unsuru olan en az maliyet düzeninde, işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerinin yok sayılması son 30 yılda madenlerde en az 1580 emekçi yaşamını kaybeder.
İşte, Türkiye’nin içinden geçtiği süreçte yeni liberal politikaların yerel, ulusal ve uluslararası sermayelerin ittifakı kârın sürekliliği mücadelesinde emekçilerin hakları ve yaşamlarının hiçe sayılmasının iktidar tarafından kader-fitrat anlayışının salınması da, Soma’da 301 maden işçisinin katliamına giden yolları döşer. Her ay bir Soma kadar iş cinayetine kurban edilme, öte dünyanın meselesi değildir. Tam da yaşadığımız dünyanın meselesi olup bireysel kazançların çoklaştırılmasına hizmet eden kapitalist dünya, risklerin ve maliyetlerin toplumsallaştırıldığı ölçüde çalışırken ölmek, sakat kalmak ve meslek hastalıklarına maruz kalarak ölmek kasten canların alınması demektir. Ekmeğimizi kazanırken ölmemek, bu uğurda ölenlerimizi unutmamak, geriye kalan hepimiz için, daha iyi yaşam koşullarına sahip olmak için, yaşam alanlarımızı topluma, insana ve doğaya saygılı hayatı kuracak daha güçlü mücadeleye dönüştürmek, artık bir zorunluluktur.

Doç. Dr. Berna GÜLER
Kaynak: Evrensel – 13 Temmuz 2014

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler