spot_img
spot_img
Ana SayfaGüncelBaşkanlık dayatmasına karşı sosyalistlerin 'hayır' tavrı hangi başlıkları içeriyor?

Başkanlık dayatmasına karşı sosyalistlerin ‘hayır’ tavrı hangi başlıkları içeriyor?

Anayasa görüşmeleri ve oylamaları mecliste devam ederken, teklifin referanduma taşınması durumunda toplumun bir çok kesimden ‘hayır’ sesleri yükseliyor. Sosyalistler ‘anayasa değişikliğine hayır’ kararlarını nasıl temellendiriyor?

Cumhurbaşkanı’nın yürütmenin başı olması ve bir partiye üye olmasını sağlayacak ve toplumda ‘başkanlık anayasası’ şeklinde karşılanan pakete tepkiler büyüyor. Parlamenter sistemin yok edileceği, her türlü yetkinin tek adamda toplanacağı, şeriatın getirilmek istendiği, OHAL’in toplumu idare biçimi haline geleceği gibi gerekçelerle toplumun bir çok kesimi referandumda teklife ‘hayır’ diyeceğini ifade ediyor.

Peki bu tabloda sosyalistler ne düşünüyor? İktidar açısından ‘varlık-yokluk mücadelesi’ tespitlerinin kamuoyunda açıkça yapıldığı bir ortamda referandum sadece bir referandum mu olacak? Yine kamuoyunca sıkça dile getirildiği gibi iktidar bir rejim değişikliği yaparak gidişatı tümden değiştirmek istiyorsa sosyalistlerin bu gidişat karşısındaki Türkiye tasavvuru nedir, sosyalistler nasıl bir Türkiye istiyor? Bu kritik süreçte, kampanya birliklerinin ötesinde, sosyalist partiler ve kurumlar ‘solda birlik’ tartışmasına nasıl bakıyorlar? Tüm bu soruları ve yaklaşımları Halkevleri Genel Sekreteri Nuri Günay, Umut-Sen Örgütçüsü M. Görkem Doğan, ÖDP Başkanlar Kurulu Üyesi Alper Taş ve TKP Genel Başkanı Erkan Baş  ile konuştuk.

Halkevleri Genel Sekreteri Nuri Günay: ‘Hayır’ diyenler bu ülkenin çoğunluğudur

nurigunay_umutsen

80 sonrasında gördüğümüz iki referandumda halka bir tercih sunmaktan ziyade sistemin neo-liberal dönüşümünü hedef alan; baskıcı bir sürecin sandıktan meşruiyet alma hamlesiydi. Referandum da sunulan metinlerin oylanması biçiminde gerçekleştirilmedi hiçbir zaman. İktidar kimse onu onaylamak anlamına geldi.
Bu referandum da bundan farklı olarak uzun zaman beri devam eden fiili baskı rejiminin anayasal zemin kazanmasıdır. Biz hiç bir zaman var olanları kabul etmedik ama bu toprakların kırıntı halinde olan; 100 yıllık cumhuriyet tarihini bile aşan anayasa deneyimi ve mücadelelerinin tamamen çöpe atılmasını hedefleyen bir dönüşüm ile karşı karşıyayız. Bu nedenle basit bir referandum döneminde değiliz. Bakın bizim Adana’daki üyelerimiz ‘Başkanlığa hayır bildirisi’ dağıttıkları için tutuklamaya sevk edildiler. Bu aslında önümüzdeki dönem ‘hayır’ diyenlerin karşılaşacağı muameleyi gösteriyor. Tabi buna bakıp umutsuz olmamak gerekiyor. Hayır diyenler bu ülkenin çoğunluğu, oran yüzde ellinin altında değildir. İnsanlar dayatılan baskı rejimine teslim olmayacaktır, buna da inanıyoruz.

‘İlk etapta demokratik- laik ülke talebi önemlidir’

Referandum eğer olacaksa oradan bir ‘hayır’ çıkması kritik önemdedir. Bunun her türlü adımını atmak gerekir. ‘Hayır’ın gerekçelerini yaygınlaştırmak için ‘hayır meclisleri’, ‘hayır komiteleri’ gibi zeminler öneriyoruz. Diğer taraftan sosyalistleri, bütün ilerici kesimleri; onu da geçtim; bunları bile aşan topluluklar açısından insanlık tarihinin demokrasi, laiklik gibi önemli kazanımları tartışmaya açılmış ve ne yazık ki kritik talepler haline gelmiştir. Bu ciddi bir karşı-devrim hamlesidir. İlk etapta gerçekten demokratik-laik ülke talebi önemlidir. Bununla beraber bugün 4 liraya dayanmış olan dolar, içinde yaşadığımız ekonomik kriz, halkın hakları, demokratik talepleri iktidar baskısı ile karşı karşıya kalıyor. Dolayısıyla bugün basit insani talepler sosyalistler açısından toplumsallaştırılabilir taleplerdir. Buradan yürümek önemlidir.

‘Geri çekilme tavrını doğru bulmuyoruz’

Sosyalistlerin bir güç odağı olmasının ve sözünü daha kuvvetli söyleyebilmesinin ihtiyacını biz 15 Temmuz’dan beridir ifade ediyoruz. Ve bunun adımlarını atmaya çalışıyoruz. Bu dönemin kendine çeşitli muhalefet kanalları yaratması gerekiyor. Bizim de açıkçası Halkevleri olarak bulduğumuz kanallar daha önce hiç yapılmamış işler değil. Bu ülkede kahvede, otobüs duraklarında konuşmak yapmak zaten öteden beri alışkanlığımız olan işlerdir. Üstelik bunlar her yurttaşın yapabileceği çok basit mücadele araçlarıdır. Bugün sokaktan geri durmak demek kurumsallaşabilecek bu rejim değişikliğini kabullenmek anlamına geliyor ki bu da bizi önümüzdeki dönemde mücadeleye çok geriden başlamak zorunda bırakır. Bu ülkenin geleceği için sosyalistlere büyük görevler düşüyor. Bu nedenle geri çekilme tarzını doğru bulmuyoruz.

Halkevleri’nin ‘hayır meclisleri’ önerisi demokratik bir zemindir

Halkevleri’nin ‘hayır meclisleri’ önerisi – ki adı da hiç önemli değildir- bizim kendi kurumumuza ait değildir, bir yöntem öneriyoruz. Bulunduğumuz yerlerde kimlerle yan yana gelebiliyorsak -bu sadece sol-sosyalist örgütler de değil- bireyler, orada bulunan kim varsa hepsinin dahil olabileceği kolektif bir demokratik zemin tarif ediyoruz. Mutlaka Halkevleri’nin kendi başına yapacağı işler olacaktır fakat ‘hayır meclisleri’ önerisi bir çağrıdır.
Bugün açısından baktığınızda sol açısından liberal savrulmaya neden olabilecek aktörler çok fazla ortada yok. Uzun bir tartışma konusudur mutlaka ama AKP kendi saflarındaki bu liberalleri falan atınca orada bir ciddi bir gerçeklik kalmadı. Şu saatten sonra faşizm ortamında sola sirayet etme ihtimallerini çok kuvvetli görmüyorum. Bizim gerekçelerimiz kuvvetli.

‘Sınıf ve demokrasi mücadelesinin birbirinden ayrılamayacağı bir süreç yaşıyoruz’

Geçtiğimiz 15 Temmuz’dan beri sosyalistlerin birlik zemini meselesi gerçekleştirilebilmiş olsaydı bu ihtiyaçların her birine birlikte cevap vermiş olacaktık. Mücadelenin geleceği açısından şu yaşadığımız 4 aylık süre zarfı alacağımız tutum ve mücadele çizgisi önümüzdeki döneme dair belirleyici olacaktır. Sınıf ve demokrasi mücadelesinin birbirinden ayrılamayacağı bir süreci yaşıyoruz. Halkevleri olarak şunu da biliyoruz: hayır sesini büyütmek ne ana muhalefetin, ne diğer yapılar ne bizim tek başımıza göğüsleyeceğimiz bir durumdur. Demokrasi İçin Birlik zeminini önemsiyoruz. Çeşitli eksiklerine rağmen, bir çok toplumsal kesimi – bir kaç grup dışında- bir araya getirebilen ve ortak söz üretme ihtimali olan bir zemindir. Orayı da değerlendirmeyi düşünüyoruz.

Umut-Sen Örgütçüsü M. Görkem Doğan: Türkiye Cumhuriyeti’ni ayakta tutan kurumsal yapılar dağılıyor

gorkemdogan_umutsen

Başkanlık tartışmaları ilk gündeme geldiğinde Tayyip Erdoğan’ın kişisel bir ihtiyacı üzerinden düşünüyorduk. Fakat 7 Haziran ve 1 Kasım süreçlerinden itibaren gelinen noktada öyle görünüyor ki Türkiye Cumhuriyeti çok büyük bir dağınıklık içindedir. Bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti’ni ayakta tutan temel ideolojik ve kurumsal yapıların dağıldığını görüyoruz. Bunların çürüdüğünü sol uzun zamandır da söylüyordu. Ama 15 Temmuz’la birlikte bir kritik eşik aşıldı. Çürüme bir dağılma noktasına geldi. Türkiye Cumhuriyeti Kemalist bir devlettir. Jön Türk ideolojisinin maceracı taraflarının ortadan kaldırıldığı, dış politikada anti-revizyonist yani statükocu, içte ikinci dünya savaşı sonrası batı kampına yerleşen, kalkınmacı milliyetçi ideolojiydi. Kemalizm ile 90’lardan itibaren Kürt Hareketi, İslamcı Hareket ve liberaller tarafından hesaplaşılmaya başlandı. İslamcı hareketin yozlaşmış bir versiyonu iktidara geldiğinde de bundan vazgeçmedi. Kemalizmi yavaş yavaş İsmet İnönü müdahalesi vs ile müfredattan da çıkarıyor.

‘Başkanlık bir kişinin ihtiyacı değil, çöken güvenlik mekanizmasının kurtarılması çabasıdır’

Kurumsal olarak da devletin temel yapıları kontrgerilla yapılarıdır. Yargı, emniyet ve ordu yapılanması bu şekildedir. Orada da çeşitli tasfiyeler gördük. Ergenekon ve Balyoz operasyonları aslında kontrgerilla içi Avrasyacı kanat diyebileceğimiz kesimin tasfiyesine yönelikti. Hukuksuz bir girişimdi, bu tutmayınca bu defa 15 Temmuz ile birlikte Atlantikçi tarafın tasfiye edildiğini görüyoruz. Bu Atlantikçi kanadın kült bir cemaat yapılanması, Fetullahçılık aracılığıyla var olduğunu gördük. Ki dünyada da örnekleri vardır; Opus Dei ve Moon tarikatı gibi. Gladyonun arkasında Opus Dei vardır, Güney Kore’deki askeri diktatörlüklerin arkasında Moon tarikatı vardır, mevzuyu Amerika’ya bağlar. Halkın bu kurumsal yapılara güveni kalmadı. O nedenle aslında başkanlık önerisi Cumhurbaşkanının kendi kişisel ihtiyacı değil; bunun ötesinde çökmüş bu güvenlik mekanizmasının tek bir kişiye bağlanarak kurtarılması çabasıdır. Dolayısıyla başkanlık kişinin ihtiyacı değil Türkiye’nin içinden geçtiği krize de bir çözüm olacak. Türkiye yeniden kurulacak ve anlaşıldığı kadarıyla bu reisçi ekip kurucu diktatör olarak kendi reislerini ve onun sağcı muhafazakar ideolojisini gösteriyorlar. Tam olarak islamcı değil; zaman zaman Kemalist bazı ön kabullere de selam çakıyor. Tutarlı bir ideolojisi yok.

‘Referandumdan ‘hayır’ çıkmasını göze alamayacak güçler var’

Hayır kampanyasında temel mevzu ‘nasıl bir Türkiye’ istendiğine cevap verilmesidir. Buna cevap verilmeden söylenecek her hayır’ın halk nezdinde bir karşılığı olmayacaktır. Çünkü halk da rejimin çöktüğünü görüyor. Bir ülke çökerse, Suriye ve Irak’ta gördük, oradaki sıradan halkın üstüne çöker. Zenginler İsviçre’ye kaçar zaten. Halk bunu hissettiği için, reis de ‘memleket iyiye gitmiyor, bunu nasıl çözeriz’ şeklinde ifade edecektir. Buna cevap vermeyip sadece ‘hayır’ diyenler bugün çok kuvvetli görünebilirler ama iş bu noktaya geldiğince bence zayıf kalırlar. Türkiye solu bunun ne kadar farkında, onu bilmiyorum. Büyük bir krizden bahsediyorsak referandumdan ‘hayır’ çıkması demek bir tür çözümsüzlük anlamına gelir. Dolayısıyla ‘hayır’ çıkmasını en başta Saray olmak üzere göze alamayacak güçler var. Onlar için tek seçenekli bir referandum bu, evet çıkması gerekiyor. O yüzden nizami ve gayri nizami yönetmelerle burada evet çıkması için ellerinden geleni yaparlar. Ben referandum sürecinin de önemli olduğunu düşünüyorum. Şimdi bile birbirlerine nasıl düştüklerini görüyoruz; ‘Evet’ çıktıktan sonra bile, bu kriz bitmiş olmayacak.

‘Sosyalistler dışında kurulacak olan Türkiye’nin nasıl olacağına ilişkin herkesin bir önerisi var’

Tekrar tekrar ifade ediyorum; esas olan kurulacak olan Türkiye’nin nasıl olacağı mevzusudur. Burada çeşitli görüşler mevcut; Kürtlerin eskiden beri söylediği Demokratik Özerklik bir öneridir. ‘Bütün konnrtgerillayı bana bağlayın, ben ülkeyi tek elden yöneteyim’ çıkışı da bir öneridir. Liberallerin ‘İsveç’e benzeyelim’ demesi de bir öneridir. Ulusacılar da çok net Avrasyacılık şeklinde Rusya’ya benzeyelim diyorlar. Sosyalistlerin ne önerdiğini bilmiyoruz. Kampanya başladığında esas olarak bu fikirler çarpışır. Hayır çıkma olasılığı var tabi. Ama bu seçeneklerden birinden doğru bir hayır olur. En zayıf ihtimal liberallerin önerisinin gerçekleşmesidir. Bu tablo karşısında Sosyalist Cumhuriyet’ten bahseden bir odağın olmadığını görüyoruz, anlaşıldığı kadarıyla oluşmayacak da. Herkes kendi kampanyasını yapsın deniyor; ‘hayır meclisleri’ oluşturuyorlar. Bunlar iyi şeyler, alanları da var. CHP sağdan bir kampanya yürüterek, MHP seçmenine ve kendi ulusalcı tabanına sesleniyor. Boş bıraktığı bir alan var. Bu alana doğru daha ziyade Saray karşıtlığı üzerinden bir iş yapılacak anlaşılan. Ben bunu genelde solda sıfır kalacağı kanaatindeyim.

‘Filler kapışıyor, çim olmayalım tavrı sınıf ihaneti içindedir’

Solda ‘birlik’ tartışması yok, bir ‘birlik hayaleti’ var. En geri tavır, filler kapışıyor, biz çim olmayalım, arada ezilmeyelim diye lafzen bir ‘hayır’ deyip; laiklik diyorsa bile bunu sokakta savunmaya cüret edemeyen; gazetem kapanmasın, elimdeki odayı kaybetmeyeyim diye alınan tavır. Bu sınıf ihanetidir. Bunun ötesinde saraya karşı, inandığı neyse onu söyleyip, bedelini ödemeyi göze alan tavır saygı duyulacak bir tavırdır. Ama bunun ötesinde bir tavır gerekir. Buna yönelik bir hareket yok. Referanduma kadar bu ‘saygı duyulacak tavrı gösteriyorlar’ dediklerimizle bir tartışma yapmayı zorlamak gerekiyor. Sonucu ne olur bilmiyorum. Sınıf ihaneti dediğimiz tavrı alanlarla bir yol yürünmesinin artık mümkün olmadığı ortadadır.

‘Ne kadar ütopik görünse de Sosyalist Cumhuriyeti konuşmalıyız’

Ne kadar ütopik görünse de Sosyalist Cumhuriyet konuşulmalı. Bir idealiniz olmazsa İsveç olalım dersiniz, ama ben bir Marksistim, öyle şey olmaz. İstemekle olacak işler değil, birleşik eşitsiz gelişim yasası vardır vs… Uluslararası ilişiklerde anti-emperyalizm irade ile sağlanabilirmiş gibi ‘o kamptan çıkalım bu kampa girelim’ de bir öneridir. Sosyalistlerin önce bir önerisi olmak zorundadır.

Eşit yurttaşlık meselesi bu mezhepçi döneminde sağın kabul etmediği bir taleptir. Geçen Irak’lı bir eski parlamenterle, Dava Partisi vekiliymiş. Ayetullah adam ama demokrat birisi, diyor ki; Şii olmasına rağmen mezhepçi olmaması hasebiyle bütün müslümanları kast ederek ‘bizden demokrat çıkmaz’ diyor. ‘Çünkü benim için bir tane ateistle Ali Sistani’nin eşit olması mümkün değildir, bunu anlamanız lazım benimle konuşmadan önce’ diyor. Bizde de mezhepçilik yükseldikçe eşit yurttaşlık savunulmalı. Son otuz yılında yapılan bazı işlerin geri alınması lazım. Devletleştirme açıkça savunulmalıdır. Tüpraş’ı Koç’tan geri almak lazım. Kamuculuktan kaçınmayan bir yaklaşım ortaya konmalıdır. Kuvetler ayrılığının standart biçimleri, liberal demokrasi bizi kesmez; biz muhakkak halkın temsil edildiği il genel meclislerinin yeniden açılması ve bunlara daha çok yetkinin verilmesini istiyoruz. Yürütmenin zayıflatılması derken; büyükşehir başkanlarının da yetkilerinin zayıflatılması lazım. Doğrudan halkın temsil edildiği şura tipi sovyetik yapılanmaların, yerel düzeyde yasamanın güçlendirildiği bir yapının olması gerekiyor. Basın özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü ve yasama dokunulmazlığı. Bu dört başı mamur bir program mı hayır, ama bunlar olmazsa kendinize ‘sosyalist’ diyemezsiniz.

ÖDP Başkanlar Kurulu Üyesi Alper Taş: Başkanlık dayatmasına karşı demokratikleştirilmiş bir parlamenter sistem istiyoruz

alpertas_umutsen

Nasıl bir Türkiye sorusunun yanıtı çok geniş olacaktır. Bizim bu konuda zaten programımız ve dile getirdiğimiz düşüncelerimiz var. Esasen kısa dönemli yapılması gereken, başkanlık rejimi karşısında bir siyasal sistem ve rejim tartışmasıdır. Başkanlık rejiminin gerekçesi olarak parlamenter sistemin çöktüğü algısını yaratıp, memleketin istikrarı, aş-iş için başkanlık rejimi gerekiyor deniyor. Birincisi bu algıya karşı çıkmamız gerekiyor. Bizim başkanlık sistemine karşı anlayışımız sosyalist temeldedir. Demokrasi anlayışımız doğrudan demokrasiyi esas alır. 1871 Paris Komünü’nü, 1905-1917 öncesi sovyetleri, 1979’da Fatsa’da oluşmuş halk-direniş komitelerini, 2013 Gezi’de kurulan doğrudan demokrasiyi esas alır. Bugünkü mevcut başkanlık sistemi dayatmasına karşı ÖDP olarak demokratikleştirilmiş bir parlamenter sistemi istiyoruz. Çünkü doğrudan demokrasiyi savunuyor oluşumuz parlamenter sisteme sırtımızı döneceğiz anlamına gelmez. O demokrasinin harcında da emekçilerin mücadelesi var. Biz şimdiye kadar Türkiye’de hiç uygulanmamış bir sistem önerisi yapıyoruz. Taleplerimiz; yüzde 10 seçim barajı kaldırılsın, siyasi partiler yasası demokratikleştirilsin ve seçime gidilsin. Herkesin eşit olanaklardan yararlandığı ortamda ülkenin farklı fikirlerini temsil eden bir kurucu meclisle yeni bir anayasa tartışmasının içinde olabiliriz. Bunun ip uçlarını 1965’lerde biraz görebildik. TİP ‘in meclise 15 milletvekili ile girmesine sermaye partileri tahammül edemediği için Türkiye’de doğru düzgün bir parlamenter sistem oturmadı. Türkiye’nin ihtiyacı olan demokratikleştirilmiş parlamenter sistemdir.

‘AKP ya referandumda büyük bir yenilgi yaşayacak ya da süreç işlemeye devam edecek’

Sistem mi değişiyor, rejim mi tartışmasına sıkışmış durumda mesele. AKP rejimi değil sistemi değiştiriyoruz diyor. Peki cumhuriyet ama nasıl bir cumhuriyet? AKP inşa ettiği siyasal islamcı rejimin tıkanıklığını başkanlık sistemi ile aşmaya çalışıyor. Piyasacı, neoliberal, siyasal islamcı ideolojiyle yaşam tarzlarımızı, devleti, toplumu dizayn etmeye çalışan AKP’nin, inşa ettiği rejimi kurumsallaştırma çabasıdır referandum. AKP ya burada büyük bir yenilgi yaşayacak ya da bu süreç devam edecek.

Sosyalistlerin toplumun en geniş kesimlerine gidip, işin kolayına kaçmadan yüz yüze başkanlık sisteminin ne demek olduğunu anlatması gerekiyor. Yasama-yürütme ve yargının tek bir elde toplandığı rejimin adın faşizmdir. Hitler Almanyası, Franco İspanyası, Mussolini İtalyasında görülmüştür. AKP’nin bugün getirdiği sistemin dünyadaki bir örneği Meksika gibi anti-demokratik yerlerde bulunabilir ancak. Sosyalistlerin yapması gereken en geniş olanaklarını seferber ederek, ‘hayır’ın diğer kesimleriyle de rekabet içine girmeden kendi hayır çizgisini topluma anlatarak, hem bu siyasal islamcı rejimin yenilmesini sağlamak hem de bu siyasal islamcı rejimin karşısında eşit, özgür bir Türkiye tahayyülünü ortaya koymaktır. Mezhep ve kimlik temelinde bölünen değil; eşitlik, özgürlük ve emek temelinde yeni bir Türkiye’nin inşa edilmesini ifade eden; Türkler ve Kürtlerin eşit yurttaşlık temelinde yaşadığı, kadınların tacize tecavüze uğramadığı, doğanın sömürülmediği, bağımsız, halkçı-kamucu bir ekonomiye dayanan bir Türkiye talebini ortaya koyan bir çağrı toplumla paylaşılmalıdır.

‘Her yapı kendi tarz ve anlayışı ile ‘hayır’ı çoğaltmalı’

ÖDP olarak yapacağımız işlerin dışında Haziran Hareketi ile ‘hayır’ çalışmasını geliştireceğiz. Sosyalistlerin bu çağrılar için hemen yan yana gelip bir cephe kurmaları bize doğru gelmiyor. Yapılması gerek ‘hayır kampanyaları’nı çoğaltmak. Her yapının kendi tarzı ve anlayışı ile hayırları çoğaltmasının ‘hayır’lı olacağını düşünüyoruz. Diğer türlü laflarımızı sınırlayan, çalışma alanlarımızı daraltan değil; herkesin değişik yerlerde kendi anladığı dilden ‘hayır’ını çoğalttığı çalışmalar yapmalıyız. Aramızda eşgüdüm, koordinasyon olması, bir istişare zemini kurulması gerekiyor. Birbirimize elbette çelme takmayalım, ayak dolamayalım, birbirimizle uğraşmayalım. ‘Hayır’ diyen kesimlerle içerik olarak anlaşamasak bile uğraşmayalım. Bir de bu çalışmayı sadece solun etkili olduğu, ‘hayır’ın yüksek oranlarda çıkacağı mahallelerde değil; AKP’den etkilenen kesimlerin içerisinde gençleri ve kadınları esas alarak yapmak önemlidir. OHAL rejimi altında referanduma gideceğiz. Muhtemelen baskılar üzerimizde yoğunlaşacak. Muhtemelen dezavantajlı koşullarla deplasmanda oynuyor olacağız tabiri caizse. Ama biz buradan kendi lehimize pozitif bir çalışma süreci çıkarabiliriz.

TKP Genel Başkanı Erkan Baş: Referandumdan ‘evet’ çıkmış gibi bir teslimiyet hali sorunludur

erkanbas_umutsen

Referandum konusunda uca savrulan yaklaşımlara bir mesafe koyarak başlamak gerekiyor. Bunlardan bir tanesi “eğer bu Anayasa değişikliği gerçekleşirse bunun bir son anlamına geleceği” biçiminde özetleyebileceğimiz yaklaşımdır. Bununla aramıza belli bir mesafe koymamızda fayda var. Bize göre bu Anayasa değişikliği çok önemli olmakla birlikte, AKP/Saray iktidarı istediği sonuca ulaşırsa, emekçiler açısından bugüne kadar zaten içinde yaşadığımız karanlığın bir süre daha devamı anlamına gelir. Önemlidir ancak referandumu esas önemli kılan bunun tersine dönme olasılığının olmasıdır. Bir diğer sorunlu yaklaşım, sanki referandum yapılmış ve “evet” çıkmış gibi bir teslimiyet hali olarak kendisini gösteriyor. Özellikle son 1,5 yıldır yaşadıklarımız, iktidarın gemi azıya almış saldırganlığı, kitle hareketinin görece geri çekilmiş olması böyle bir algının yayılmasına neden oluyor. Bunu özellikle önemsiyoruz ve mevcut gerçekliği de pek yansıtmadığı kanısındayız.

‘İktidar şiddet kullanmak zorunda, başka türlü yönetemez’

Tam tersine iktidarın bu derece saldırgan bir tutum almak zorunda kalması, bu kadar yoğun şiddet kullanmak zorunda kalması başka türlü yönetemeyecek düzeyde yıpranmış, pozisyon kaybetmiş olmasıyla ilgili. AKP/Saray iktidarı 15 yıldır sistematik biçimde süren saldırılarına rağmen Türkiye’yi teslim almayı başaramadı. Hala ülke nüfusunun önemli bir bölümü bir an önce bu iktidardan kurtulmanın yollarını arıyor ve toplam nüfus içindeki oranlarından daha önemlisi toplumun en dinamik ve gelecek vaat eden kesimlerinin bu kategoride yer alması. Sol açısından işin önemli tarafı, başka bir deyişle görev ve sorumluluğumuz bu güçleri yeniden etkin bir özne olarak harekete geçirmek. Bunu başarabilirsek, bu referandum süreci AKP’nin daha fazlasını elde etmek isterken, eldekini de yitirmesi biçiminde tamamlanabilir.

Devrimciler, memleketin gidişatına köklü bir müdahalede bulunabilecekleri, ülkenin gidişatına etki edebilecekleri bir dönemin içinde olduklarını bilerek, buna uygun bir konumlanış içinde olmalı. Bu ciddiyetle ele alır, gerektiği gibi davranırsak hem ülkemiz açısından hem de emekçiler açısından önemli bir kazanım elde edebiliriz.

‘Sosyalistler açısından geri çekilmek yenilgiyi baştan kabul etmektir, intihardır’

Türkiye tarihinin en önemli kırılmalarından birisini yaşıyor ve böylesi bir süreçte herhangi bir biçimde geri çekilmek, korumacı stratejiler geliştirmek, önceliği kendimize dokundurtmayacak yol ve yöntemler bulmak için uğraşmak yenilgiyi baştan kabul etmektir, başka bir ifadeyle intihardır. Devrimciler, tam tersini yapmalı en azından Türkiye’yi bu karanlıktan çıkartmaya aday olduklarını, bu baskıcı zorba iktidara hiç bir koşulda teslim olmayacaklarını göstermek zorunda. Bu olmazsa olmazımızdır, devrimciliğin başlangıç adımıdır.  Ancak yeterli olmayacağı açık, zira AKP karşıtı güçler arasında, hala eski rejimin paradigması içine sıkışmış ve bu nedenle AKP karşısında gerçek bir alternatif oluşturamayan kesimlerle devrimciler arasındaki farklılıklarında da belirginlik kazanması önemli. Bunun temeli de bizim sınıfsal pozisyonumuzdur. Devamı olarak da düşünülebilir ama ayrıca vurgulamak gerekli, AKP/Saray iktidarına karşı mücadele ile yeni bir gelecek kurma iddiamız arasındaki bağın kuvvetli biçimde ifade edilmesi gerekir. Türkiye içine sürüklendiği bu karanlıktan ancak daha ileriye sıçrayarak, eski Türkiye’yi de aşarak çıkabilir, esasen başka bir yol yoktur ama devrimcilerin bunu daha belirgin biçimde ortaya koyması gerekiyor.

İşçi sınıfının-emekçi halkımızın söz-yetki-karar sahibi olduğu, bunun doğal bir sonucu olarak herkesin eşit-özgür ve kardeşçe yaşayacağı bir ülke kurmak dışında bir alternatifin kalmadığını düşünüyoruz. Bu hedefe yürüyüşün önemli
uğraklarından birisi, AKP/Saray iktidarını yıkmaktır, buna uygun konumlanmak son derece önemli.

‘Yenilmemek için güçsüzlerin birliği olarak değil kavga etmek için birliklere ulaşmak son derece önemlidir’

“Birlik” sözcüğü ile hem pek çok şey ifade ediliyor, hem de tam bu nedenle oldukça muğlak bir kavrama dönüşüyor. Örneğin, bizim açımızdan devrimci-komünist hareketin yeni bir atılımına önderlik edecek, işçi sınıfı iktidarını hedefleyen devrimci bir komünist öznenin yaratılması konusunda programatik-siyasal ve ideolojik ortaklık temelli bir birlik ihtiyacından söz edebiliriz. Bu birliğin, daha doğru ifadeyle ortak bir hedefe sahip devrimcilerin, komünistlerin tek bir irade olarak örgütlenmesi, bu tartışmanın bir boyutudur.

Mevcut iktidara karşı halk inisiyatifini geliştirmeyi temel alan, düzen güçlerinden tümüyle bağımsız cephesel bir mücadelenin örgütlenmesi gerekliliği başka bir ihtiyaçtır ve nihayetinde AKP/Saray rejimine, daha özel olarak da halkı sindirmeye dönük baskı ve şiddet politikalarına karşı tüm ilerici güçleri kapsayan bir eylem birliği ihtiyacını da üçüncü “birlik” düzlemi olarak ifade edebiliriz.

Bunların hiç birisini diğerinin karşısına koymadan ve özel olarak önce şunu başaralım sonra şuna bakalım demeden her birisine dair hem pratik olarak emek veriyoruz, hem de orta vadeli bir arayışın içindeyiz. Önemli olan kavganın her alanda büyütülmesi, kavga alanlarında ortak bir bakışla konumlanabilmek ve yan yana dövüşebilmek. Bence bugün geçmişe göre birlik tartışmalarının önemli bir farkı var. Birlik yenilmemek için ya da güçsüzlerin, çaresizlerin birliği olarak konu edindiğinde oradan gelişkin bir örnek çıkartmak pek mümkün olmuyor. Ancak kavga etmek, ileri sıçramak ve nihayetinde zafer için birlik tartışmaları yapmak ve birliklere ulaşmak son derece önemli. Sanıyorum, böyle bir noktaya doğru gidiyoruz.

(umutsen.org)

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler