spot_img
spot_img
Ana SayfaKültür - SanatAlthusser ile İdeoloji Duvarını Aşmak ve Monte Kristo - Zeliha Cenkci

Althusser ile İdeoloji Duvarını Aşmak ve Monte Kristo – Zeliha Cenkci

Nazlı Eray’ın Monte Kristo öyküsü oldukça dar bir alanda geçer. Öykünün kahramanı Nebile, Ankara’nın nezih semtlerinden birinde, Portakal Çiçeği Sokağı’nda bir apartmanın 2. katında yaşamaktadır. Öykünün tamamı Nebile’nin kocası ve çocuklarıyla beraber yaşadığı bu apartman dairesini ve o dairenin hemen bir duvar ötesinde olan komşu Selahattin Bey’in evinin karanlık fotoğraf odasını mekân edinir. Öyküde mekâna dair çizilen bu dar çerçeve, yazarın ilerleyen sayfalarda varmak istediği noktaya ilişkin bir ipucu verir okuyucuya.

Öykünün ilk paragrafından Nebile’nin “dört duvar arasında geçen” yaşamından ve kocasının ona olan kaba saba davranışlarından memnun olmadığını öğreniriz. Evin dar çevresi, hep aynı günlük işler, çocuklarla uğraşmak Nebile’yi bunaltmıştır. Bu yüzden Nebile neredeyse sadece kendisinin girip çıktığı “temizlik malzemeleri” odasının duvarından, yan apartmana geçmek için bir tünel kazmaya başlar. Bu tünel Nebile’nin içini rahatlatır, onu mutlu eder, belki onun varlığına bir yaşam amacı sunar. Nebile sokağa çıktığı vakit kaçıp uzaklaşmak istemez memnuniyetsizliğinden; emek vermek, uğraşmak, belki hak etmek ister.

Nebile çoktan benimsenmiş bir ideoloji çarkının içine sıkışmıştır. Aslında kaçmaya, uzaklaşmaya çalıştığı ev ve aile kurumudur ancak bunu yaparken temel motivasyonu duvarın öte yanından duyduğu mutlu ve düzenli yaşamın sesleridir. Amacı başka sokakları keşfetmek, başka hayatlar tanımak değildir Nebile’nin. Bir hayat tahayyülü vardır yan daireye dair fakat yan daireye ve kendi hayatına ilişkin sorgulamaları, soruları yoktur.

Nebile kendi bıkkınlığının, varoluş problemlerinin altında yatan gerçek nedenleri bulmak, etrafıyla ve nesnelerle olan gerçek ilişkisini çözümlemek yerine, tahayyül ettiği hayata arar. Aile kurumunun içindeki eril tahakkümü sorgulamaz. Onu kendisine “Neden ben her gün aynı işleri yapmak, markete ve pazara gitmek, çocuklara bakmak, kocamın istediği gibi saçımı kestirmek, onun için bakımlı olmak zorundayım ki?” sorularını sorarken göremeyiz. Yazar Nebile’nin bu soruları sormasını istememiştir, öyküde bu sorgulamayı bilerek eksik bırakmıştır. Nebile bir burjuva kadınıdır ve dikkatini çeken şey yan dairedeki kadının tıpkı kendisi gibi, her gününü bir apartman dairesinde çocuklarına ve kocasına bakarak, evini temizleyerek geçirdiği değildir. Nebile, ancak duvarın ötesindeki topuk seslerinden o kadının devekuşu tüyleriyle süslü topuklu terliklerinin olduğunu düşünür, kendisi de onlara sahip olmak ister. Yazarın bu noktaya kadar Nebile ve onun hayatı ile ilgili bize sunduğu gerçekliktir bu.

Nebile Marksist düşünür Louis Althusser’in ideoloji dediğini bu şekilde yaşayarak tekrar üretir. Althusser için ideoloji cansız ve gerçeklikten bağımsız değildir, hatta bir bakıma maddidir. O Althusser’in ideolojik aygıtlar adını verdiği kilise, aile, okul gibi kurumlarla beraber bizim yaşadığımız gerçekliğin tam içinde yeniden ve yeniden üretilir.[1] Zaten bu aygıtların temel görevi, bireyler tarafından benimsenecek bir ideoloji üretmektir. Althusser’e göre insanlar benimsedikleri ideolojiyi yaşarlar[2] ve Nebile bu insanların en tipik[3] örneklerinden biridir. Yazar Nebile’nin benimsediği ideolojiyi öyküsüne hammadde olarak kullanmıştır. Bir ev emekçisi olduğunun, üretim ilişkilerine dahil olduğunun, ezildiğinin ve hükmedildiğinin farkında değildir. Nebile bir sömürülendir ama kendisini öyle görmez. Kendisinin de içinde bir yeri olduğu sosyal düzeni, gerçekliği oldukça normal ve doğal bulur. Oysa ev ve aile kurumu, Nebile’yi içine alan labirentin, ideoloji aygıtının ta kendisidir.

Öykü Nebile’nin duvarı aşacağını anlamasıyla ve en güzel kıyafetlerinden birini giymesiyle devam eder. Nebile “yeni hayatı” için hazırlanıp süslendikten sonra evde her şey yerli yerinde mi diye kontrol eder. Hiçbir şey yokmuşçasına çiçeklerini sular, saati kurar, halıların saçaklarını, perdelerin kıvrımlarını düzeltir, buzdolabından bir bardak su içer, bardağı muslukta çalkalayıp rafa geri koyar. Her şey olması gerektiği gibidir görünürde. Bütün bu ayrıntıların oldukça durağan, normal ve soğukkanlı verilmesi, Nebile’nin yeni hayatında da hiçbir şeyin değişmeyeceğinin habercisi gibidir. Nebile ideoloji duvarını aşamadıkça, aştığı daire duvarının hiçbir anlamı olmayacaktır. Nebile kocasına bir not bırakmamaya karar verir giderken, belki kimse yokluğunun farkına varmayacaktır. Nebile daire duvarını aşar, diğer eve geçer. Geçtiği oda, çıktığı odanın aynısı büyüklüktedir ancak “karanlıktır”. Bu oda Selahattin Bey’in fotoğraf odasıdır, karısı Feriha bu odaya pek sık uğramamaktadır. Kısa sürede Selahattin Bey’le Nebile yakın dost ve hatta sevgili olurlar. Selahattin Bey karanlık odasında yaşayan Nebile’ye türlü hediyeler, kıyafetler, doğum kontrol hapları getirmektedir. Selahattin Bey’in getirdiği hediyeler, bir açıdan Nebile’nin işgal ettiği sosyal sınıfı olumlayan hediyelerdir.

Selahattin Bey karısı Feriha’dan yakınır: “Ben akşam işten yorgun dönersem o gezmek ister, benim canım bir yere gitmek isteyince o yorgun olur.” Bu yakınma Selahattin ile Feriha’nın ilişkisinin Nebile ile kocasının ilişkisine ne kadar benzediğini hatırlatır okura. Ne Selahattin Bey Nebile’nin kocasından farklıdır, ne Nebile Feriha’dan. Hepsinin benimseyerek yaşadıkları ideoloji aynıdır ve bütün karakterler içine bulundukları sosyal gerçekliği bilinçsiz bir şekilde reddetme, görmezden gelme eğilimindedirler.

Günlerini “temizlik odasının” aynı büyüklüğündeki “karanlık odada” geçirmeye başlayan Nebile kocasını ve çocuklarını yavaş yavaş unutur. Bu defa yine ideolojinin ona sunduğu kadınlık rollerini başka türlü sürdürmeye devam eder: losyon sürer, törpü yapar, siyah dantel geceliğini giyer ve Selahattin Bey’i bekler. Bazen eski evini dinler duvardan, kocası Nebile için: “Ah ne iyi kadındı. Yaşamından da memnun görünüyordu. Çok severdi beni, çok.” der. Yine bu karakter de içinde bulunduğu gerçekliği reddetme, sorgulamama, farkına varmama eğilimindedir. Koca bir bilinçsizlik ve yabancılaşma ağı içinde Nebile’nin hayatında da aslında hiçbir şey değişmemiştir. Nebile aynı odada, aynı kendi durumuna yabancılıkla yaşamını mutlu bir şekilde sürdürmeye devam eder, Feriha’nın gideceği, evin içine gireceği günü bekler.

Yazar bu öykü ile Nebile’nin hayatını ve onun sosyal sınıfının gerçekliğini yansıtırken bir yandan da bu hayatı, bu benimseyişi bize dışarıdan ve uzak bir mesafeden gösterir. Yazar Nebile’nin hayatını onların tüm bilinçsizliğiyle sergiler ve “bu tip hayatlara” bir görünürlük kazandırır. Yazarın yaptığı öyküsüne romantik ve ideal karakterler sokmak, sosyal gerçekliği olduğu gibi yansıtmak değildir. Sosyal gerçekliği eksik yönleriyle okuyucuya sunan yazar bu eksikleri bizim tamamlamamızı ister. Nebile’nin sormayı akıl edemediği soruları okura sordurur.

Berna Moran Edebiyat Kuramları ve Eleştirisi kitabında Althusser’in edebiyat ve ideolojiyle ilişkisini şöyle anlatır: “Edebiyatı yansıtıcı bir ayna olarak görmek yanlıştır; edebiyat bir üretimdir ve ürettiği şey de, “dönüştürülmüş”, görünürlük kazanmış ve dolayısıyla kendini ele vermiş ideolojidir.” Monte Kristo’da görünürlük kazanmış gerçeklik, ideolojinin bizlerden gizlemeye çalıştığı bilgiyi sunar. Bu bilgi öyküdeki hayatların, insanların arasındaki ilişkilerin “gerçek yaşama” bir yansımasıdır.

Althusser’in bahsettiği ideoloji öyküye yansırken estetik bir açıklık kazanmıştır. Yazar öyküde gerçekliği eğip bükerek, öyküye gerçek olamayacak kadar ilginç, absürt denebilecek ayrıntılar ekleyerek, öykünün sonunda Nebile’nin mutlu olmasını sağlar. Bu ayrıntılar ve ilerleyiş öykünün kendi içinde bir tutarsızlık yaratır. Marksist eleştirmen Terry Eagleton’a göre öyküdeki bu tutarsızlık, gerçeğe olan bu mesafe, ideolojinin örtbas etmeye çalıştığı ne varsa ortaya koyar: Nebile burjuva bir kadın olarak aile içi eril tahakküme maruz kalmakta, kadın kimliğine yabancılaşmaktadır. Bu yabancılaşma o dönemin ve günümüz ev kadınlarının da tipik bir örneğini temsil eder.

Nazlı Eray Monte Kristo’da ideolojinin örtbas ettiğini, göstermekten kaçındığını, saklamaya çalıştığını öyküde “açıklar ve tutarsızlıklar” yaratarak ortaya sermeye çalışır. Bu yüzdendir ki yazar bu öyküde vurgulayarak bir şey söylemek yerine; Nebile’ye çatal ile bir tünel kazdırır, sonra onu karanlık odada yalnız ve mutlu bir şekilde bırakır. Nebile’nin kocasının kendisini seviliyor zannetmesi, Selahattin Bey’in Nebile’nin derin düşüncelere sahip olduğunu düşünmesi, Nebile’nin evde gizlice yaşamıyormuşçasına bir rahatlıkla Feriha’nın hangi bulaşık deterjanı markasını tercih ettiğini sorması; karakterlerin birbirine ve sosyal gerçekliklerine bu kadar yabancı olması, söz konusu ideolojiyi bütün çıplaklığı ile bu şekilde gözler önüne sermektedir.

[1] Louis Athusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Çevirenler: Yusuf Alp – Mahmut Özışık, Birikim Yayınları, 4. Baskı, 2000, s. 38

[2] Edebiyat Kuramları ve Eleştirisi, Berna Moran, İletişim Yayınları, s. 66

[3] Burada tipik kavramı, Ortadoks Marksist Georg Lukacs’ın bahsettiği gibidir, tümeli yansıtan somut bir örnektir. Lukacs’ın tipik dediği, karakterin metinde işlenen özelliklerinin toplumda baskın güçler tarafından belirlenmiş olması demektir.

————-

Kaynaklar

  • Louis Althusser, İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları, Çevirenler: Yusuf Alp – Mahmut Özışık, Birikim Yayınları, 4. Baskı, 2000
  • Edebiyat Kuramları ve Eleştirisi, Berna Moran, İletişim Yayınları
  • Eleştiri ve İdeoloji (Marksist Edebiyat Teorisi Üzerine Bir Çalışma), Çeviren: Savaş Kılıç, İletişim Yayınları, 1. Baskı, 2009

 

Zeliha Cenkci

spot_img
İlgili İçerikler

Son Eklenenler